Faust’ta ele alınan “Şeytanla bahse giren insan” konusu aslında kadim bir konudur. Sadece edebiyatta değil, tiyatro, müzik gibi başka sanat dallarında da pek çok yazar ve sanatçı tarafından işlenmiştir.
Cevat Akkanat
Wolfgang von Goethe’nin (1749-1832) ölümsüz eseri Faust, trajik bir oyun olarak dünya edebiyat tarihinin en önemli verimlerindendir. Goethe’nin bu eseri 18 yaşında yazmaya başladığı fakat ölümünden kısa bir süre önce, 83 yaşında tamamladığı belirtilir. Uzun yazım sürecinden ötürü müdür acaba, dünya edebiyat tarihi bu eseri, Goethe’nin bütün edebî verimlerinin hülasası olarak görmektedir.
Faust’ta ele alınan “Şeytanla bahse giren insan” konusu aslında kadim bir konudur. Sadece edebiyatta değil, tiyatro, müzik gibi başka sanat dallarında da pek çok yazar ve sanatçı tarafından işlenmiştir.
Christopher Marlowe, John Rich, Goethe, Friedrich Maximilian Klinger, Ernst August Klingemann, Nikolaus Lenau, Friedrich Teodor Vischer, Dorothy L. Sayers, Friedrich Dürrenmatt, Wolfgang Bauer, Günther Mahal, Werner Schwab, Gerd Josef Pohl, Paul Valéry gibi yazarlar edebiyat ve tiyatroda Faust’u farklı şekillerde konu edinirlerken, Ludwig van Beethoven, Hektor Berlioz, Richard Wagner, Robert Schumann, Franz Liszt, Gustav Mahler, Randy Newmann, Subway to Sally, Franz Schubert müzikte Faust’un sunduğu gelenekten farklı boyutlarda beslenmişler ve konu olarak ele almışlardır.
Diğerlerini bırakıp Goethe’nin trajedisinin olay halkasına dair kısa ipuçları sunalım: Faust, gençlik ve olgunluk çağlarını tıp, felsefe, doğa bilimleri, teoloji gibi alanlara hasretmiş, deyim yerindeyse dünyanın sırlarını çözmek için didinip durmuştur. Bir zaman sonra hayatının muhasebesini yapar ve oldukça can sıkıcı bir sonuçla karşılaşır: Yaptığı araştırmalardan yeterli çıkarımlara ulaşamamış, bununla birlikte hayatını da dolu dolu yaşayamamıştır. Bundan ötürü bir memnuniyetsizlik ve huzursuzluk ruhunu esir alır. Bu sıkışmışlık halinden kurtulmak mücadelesine girişir. Kurtulabilirse ruhunu şeytana adayacaktır. Böyle bir halet-i ruhiye içindeyken, Mefisto ile yolları kesişir. Üstelik Mefisto da onun kafa karışıklığından istifade etmeye ve onu yoldan çıkarmaya ahdetmiştir. Hatta bu hususta “Tanrı”yla bahse bile girişmiştir. Genç Osman Yavaş’ın (Goethe, Faust, Bordo Siyah Yay., İst., 2007, 490 s.) tercümesiyle okuyoruz:
“Tanrı: Faust’u tanıyor musun?
Mefistofeles: Şu doktoru mu?
Tanrı: Kulumu!
Mefistofeles: Sahiden! Özel bir şekilde hizmet ediyor size.
Dünyevi değildir ahmağın ne içtiği ne de yediği.
(…)
Tanrı: Şu sıra kafası karışmış halde hizmet etse de bana,
Yakında kavuşturacağım onu aydınlığa.
(…)
Mefistofeles: Nesine girersiniz iddiaya?
Göreceksiniz, onu da kaybedeceksiniz!
Ana izin verirseniz,
Onu kendi yoluma usulca çekmeye!” (s. 67)
“Tanrı”dan Faust’u yoldan çıkarma izni alan Mefisto, eserin birinci bölümünün “Şehir Kapısı Önünde” sahnesi sonuna doğru bir münazara oyunu ortamında bu kez farklı boyutlarda karşımıza çıkar. Oyunun karşıt savlarını savlayanlar Faust ile Wagner’dır. Karşıtlık Mefisto’dan kaynaklanmaktadır. Daha doğrusu onun Faust ile Wagner’ın gözlerine farklı suretlerde görünebilme becerisi, bu iki şahsı karşı karşıya getirir. Şeytanın görsel iğvasına maruz kalan kahramanlarımızın diyaloğu, trajedinin ilk düğüm noktalarından birisi sayılabilir. İşte Faust ile Wagner arasında geçen konuşma:
“Faust: Görüyor musun siyah köpeği, ekin ve anızların arasında dolanan?
Wagner: Göreli çok oldu, önemsiz göründü gözümde.
Faust: İyice bak! Nedir sence bu hayvan?
Wagner: Bir fino bence, kendi usulünce
Çimlerde sahibinin izini kovalayan.
Faust: Fark ettin mi onun geniş helezon şeklinde
Etrafımızda dolandığını ve giderek yaklaştığını:
Ve yanılmıyorsam eğer, uzamakta bir alev girdabı
Onun geçtiği patikadan.
Wagner: Görmüyorum siyah bir fino dışında bir şey;
Sanırım göz yanılsaması sizinkisi.
Faust: Bana öyle geliyor ki, usulca büyülü ilmikler
Dokuyor bağlamak için ayaklarımızı birbirine.
Wagner: Görüyorum nasıl çekingen ve korkuyla dolaştığını etrafımızda,
İki yabancı gördüğü için efendisinin yerine.
Faust: Çember daralıyor, işte geldi yakınımıza!
Wagner: Görüyorsun işte! Bir köpek bu ve hayalet falan yok ortada.
Hırlıyor, kuşkulanıyor, karnı üstüne yatıyor,
Kuyruk sallıyor. Hepsi de tipik köpek davranışları.
Faust: Bize eşlik et! Buraya gel!
Wagner: Bu hayvan tam finoya yaraşır aptallıkta.
Kıpırdamadan durursun, o bekler;
Onunla konuşursun, üstüne atlamaya çalışır;
Bir şeyini kaybet, o geri getirir,
Fırlattığın sopanın ardından suya atlar.
Faust: Sanırım haklısın; eser yok hayaletten
…” (s. 95)
Mefisto’nun Faust’a köpek kılığında ve dahası korkunç surette görünmesi rastlantı değildir. Şöyle ki, şeytanın köpek kılığına bürünmeyi sevdiğine dair yaygın bir kanaat vardır gelenekte. Fakat bundan daha önemlisi, Faust’un özünde “ruh” olan, Præstigiar adında büyük, siyah, uzun tüylü ve alev gibi gözlere sahip, sevilince renk değiştiren bir köpeğinin bulunmasıdır. Bununla birlikte şeytanın Faust’a görünüşü korkunçtur. Wagner’a fino kılığında görünmesinin manidarlığı ise başka nedeni olmasa bile, trajik sahnenin gerçekleşmesi için makuldür.
Şeytanın Faust’a korkunç yaratıktan ziyade fino kılığında görünmeye başladığı sahne ise “Çalışma Odası” sahnesidir. Burada önceleri “Sessiz ol, fino! Koşturup durma oraya buraya!”, “Hırlama fino! Bu kutsal tınılara, /Şimdi ruhumu tümden saran”, “Fino, bırakacaksın ulumayı,/Keseceksin havlamayı” gibi cümlelerle kendisine seslenilen fino, şu anlatımla birlikte özüne evrilmeye başlamaktadır: “Finom nasıl da uzuyor ve genişliyor!/Zorlukla kalkıyor./Bu bir köpeğin biçimi olamaz!/Nasıl bir hayalet getirmişim eve!/Şimdiden başladı bir su aygırına benzemeye/O! Biliyorum ben seni!/Böyle yarı cehennem yaratıkların hakkından/Süleyman’ın anahtarı gelir”. Faust, finonun şeytan olduğunu anlamış, onun üstesinden nasıl geleceği hususunda akletmeye başlamıştır. Sahnenin ilerleyen satırlarında gerçek kimliğini aşikâr kılan Mefisto ile Faust’un diyalogları başlar:
“Mefistofeles: (Sis dağıldığı sırada, gezgin öğrenci kılığında sobanın arkasından öne çıkar:) Ne diye bu gürültü? Nedir beyefendinin emri?
Faust: Demek buymuş finonun aslı!
Gezgin bir çömez? İşte gülerim bu neticeye.
Mefistofeles: Saygılar sunarım, bilgili bayım,
Beni adamakıllı terlettiniz.
Faust: Ne isim verdin kendine?” (s. 100)
Her ne kadar güvenini kazanmak için Faust’a öğrenci kılığında görünse de, şeytanın şeytan olduğunu artık bilmektedir Faust: “Böylece ebedi devinime,/Sağaltan yaratıcı kudrete/İnsafsız şeytan yumruğunu,/Salladın haince ve boş yere!/Başka bir uğraş edin kendine,/Kaosun aykırı evladı!”
Sahne, bir “sihir” gerekçesiyle mekânı terk edemeyen Mefisto’nun, Faust’un orada kalma ricasını içeren konuşmaları şeklinde sürer…
Trajedinin bundan sonraki kısmını meraklı okurlara bırakıyorum. Zira benim bu yazıda söyleyeceğim sözleri söyleyebilmek için üstteki materyal yeterli:
İlki, yukarıdaki ilk alıntıda karşımıza çıkan şeytanın “Tanrı”ya isyan etme halidir.
İkincisi, ikinci alıntıda karşılaştığımız şeytanın farklı kişilere farklı kılıklarda gözükme tercihi ve eğilimidir. Burada farklı kişilerin bir “şey”i farklı görme/görebilme halleri üzerinde de durulabilir. Fakat örnek metin açısından bu zorlama olacaktır.
Üçüncüsü, son alıntıda dikkatlerden kaçmayan, şeytanın muhatabına güven vermek için giriştiği atraksiyonlardır.
Şeytan bu, marifetlerini sergilemiş diyeceksiniz. Şeytan açısından doğru. Gelgelelim, aynı marifetlere tabi olan niceleri insanlar arasından çıkıyor. Hayır, sıradan insanlardan bahsetmiyorum. Toplumun önüne geçen, sosyal rollere bürünen, kanaat önderliği yapan, karizmatik liderlikleri bulunan niceleri var ki, şeytanın alamet-i farikalarına beş çekiyor.
Bunlardan da bir kısmı benim ilgi alanıma girmiyor; fakat Müslümanlık taslayıp da Allah’a isyan eden, her kesime şerbet sunan, kitlelere sözde güven veren, hasılı işi gücü suiistimal olanlar tahammül mülkümüzü yıkıyor…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *