Esas Suçlu Kim? (2)

Esas Suçlu Kim? (2)

Evet, modernizm Türkiye’yi değil, tüm dünyayı kasıp kavurdu. Zihinler nasıl bu kadar dönüşmüştü. Her şey Avrupa merkezli. Tarih, çağlar ataları olan Yunanla başlıyor, kendileriyle devam ediyordu. Hint, Mısır, Pers, Arap medeniyetleri neden çıkmıyordu karşımıza. Sadece Avrupa mı düşünmüştü?

Tarih bizi sarsıyor, aptallaştıran dogmaları yüzümüze çarpıyor (2)

Gülbahar Ay Satan

Nerede kalmıştık? En son Rusya tehditi yüzünden, Türkiye yüzünü batıya çevirmişti. İkinci dünya savaşından sonra zayıflayan İngiltere’nin yerini ABD doldurmaya başlamıştı. Ekonomik ayak IMF ile seni kendine bağlıyordu. Sonra kurulan BM ile seni tanıyor. En son kurulan askeri birlik olan NATO ile seni ya koruyor ya da korkutuyordu. 

ABD sana para yardımları yapıyor, karşılığında bir takım istekleri oluyordu. Sanayileşmene karşı çıkıyor, ekonomik ve eğitim politikalarını kendisi dizayn ediyordu. Liderlere göre, özünde devletin geleceği para ile satılmıyor, sadece ülkeyi korumak için denge siyaseti yapılıyordu. O zamanlar esas seçmen olan Anadolu halkı ne yapıyordu? Her anlamda o kadar fakirdi ki tek partili dönemde kendi yaşadığı mağduriyetle ilgileniyordu. Batının çok partili seçim isteği üzerine, sistem yine kendi içinden muhalefet bir parti çıkardı. Demokrat parti: Adnan Menderes. Demokrat kelimesine dili dönmeyen halk; demıgrat, demirkırat… Sonun da partiye demir kır at diyenler bile olmuştu. İpi çekilen Menderes’in arkasında, ezilen halkın zihninde ‘demir kır at’ kalmıştı. Partiler bunu çok iyi kullandı, sonraki partinin amblemi demir kır at oldu. Halk, Menderes’i hatırlasın ve mührü bassın diye!. Peki Türkiye şimdi ne durumda sanayide, eğitimde? Dışarıdakiler ne durumda? Bu konuları başka yazıya bırakalım. 

Şimdilik sadece Türkiye’deki insanların zihin dünyasına dönelim ve laik yobaz ile dinci yobazların iddialarına cevap arayalım. 

Günümüzde 23 Nisan’da bir öğretmen tiyatral bir gösteri yapıyor; çarşaf giymiş zincire bağlı köle, sonra TBMM açılınca (güya sonuç olarak) çarşaf yırtılıp bir anda mini etekli biri ortaya çıkıyor. Bu kadar sığ bir düşünce olabilir mi? 1920’de bir meclis açıldı ama o meclis dualarla açıldı, o meclisteki milletvekili Kurtuluş Savaşındakilere destek için İstiklal Marşı’nı yazdı. Anayasada İslam devleti yazıyordu, laiklik ilkesi 17 yıl sonra anayasaya girdi. 

Önceki yazıda da birçok örnek verdik. Birbirinin tersini söyleyen iki zıt görüş vardı. Bir taraf, Vahdettin İngilizlere ülkeyi sattı diyordu. Ötekiler de CHP zihniyetine aynı imada bulunuyordu. Neye dayanıyordu bu iddialar?

Önce resmi tarihi (okuldaki müfredatı) okumaya başladım. Çocukluktan bu yana ezberlediğimiz tarihi bir kez daha okudum. Çünkü duymak ile idrak etmek ayrı şeylerdi. Evet, 1. Dünya Savaşı bitmiş, Osmanlı yenilmiş ve Mondros ateşkes antlaşması imzalanmış. Biz kimlere yenildik? Başroldeki İngiltere ve ortaklarına. Savaşta iki antlaşma oluyor birincisi ateşkes, ikincisi barış. Osmanlı, ikinci antlaşmayı yani Sevr barış antlaşmasını (paylaşma antlaşmasını) daha imzalamamış. Ama galip ülkeler yavaş yavaş işgale başlamış. İngiltere, henüz resmileşmese de İstanbul’u işgal etmiş. Onun izni olmadan gemiye binip denize bile açılamıyorsun. (Halen Resmi tarihi anlatmaya devam ediyorum). Hal böyleyken, M. Kemal, Osmanlı hükümeti tarafından, 19 Mayıs günü Samsun’a gönderiliyor. Sebep? Çıkan ayaklanmayı, kargaşayı bastırıp, halkın elinden silahı alması için. M. Kemal gidince görüyor ki halk kendini koruyor. Ve onların silahını almak istemiyor. M. Kemal’in Osmanlı hükümetiyle görüş ayrılığı ilk böyle başlıyor. Osmanlı hükümetine karşı çıkıyor. İngilizler artık rahatsız oluyor ve Osmanlı hükümetinden M. Kemal’i çağırmasını istiyor. Osmanlı’nın emirlerine karşı gelen M. Kemal’in askeri rütbesi elinden alınıyor (istifa ediyor). O tutuklanmayı beklerken 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir geliyor ve M. Kemal’i tutuklamak yerine selam vererek, ben ve askerlerim emrindeyiz paşam diyor. Bu ne demek biliyor muyuz? Osmanlı’daki en büyük ve neredeyse tek düzenli ordu M. Kemal’in emri altına girmiş oluyor. Artık Anadolu dört bir yandan resmen işgal altında, halk direnişi seçiyor. (Halen Resmi tarihi anlatıyorum) Osmanlı hükümeti ise Sevr’i imzalaması için millet meclisine baskı uyguluyor. Meclis imzalamıyor. Sevr’in maddelerine bakıyorsunuz, inanması çok güç, resmen kendini diri diri toprağa gömmekle eşdeğer. Büyük payı Yunanlılara vermiş İngiltere, çünkü güçlü Fransa ve İtalya’yı istemiyor. Kendine maşa istiyor. Osmanlı hükümeti, direnişe yardım eden M. Kemal için idam kararı çıkarılıyor. Büyük Millet Meclisi de Sevr’i imzalayanlar hain diyor. Karşılıklı mücadele var her anlamda, fetvalar, çatışmalar devam ediyor. Kurtuluş Savaşı zaferle bitiyor. Düşman kovuluyor. Vahdettin, İngiliz gemisiyle kaçıyor. Sevr’in hükmü kalkıyor. Yerine Lozan imzalanacak ama öncesinde Saltanat kaldırılıyor. İki başlılık olmasın diye. Ama halifelik makamı duruyor. Halifeliğe 2. Abdülmecid getiriliyor. Kısaca Resmi tarih böyle. 

Ama bu anlattıklarımda cevaplanması gereken yerler var: 

-M. Kemal’in emrine giren Kazım Karabekir’in askerliği neden elinden alınmıyor?

-Saltanat kaldırılıyor ve halifelik makamı duruyor, peki kim bu halife? Cevap Osmanlı şehzadesi yani saltanat kalkmasa padişah olacak kişi olan 2. Abdülmecid. Nasıl yani? Şimdi saltanat kaldırıldı ve padişah konumundaki adam bile kabulleniyor durumu ve halifeliği kabul ediyor öyle mi? Halife Abdülmecid’in Vahdettin’le arası eskiden açık ama çocukları evli yani dünürler.

KURTULUŞ SAVAŞI KURGU MU?

Bazı insanlar, Kurtuluş savaşının kurgu olduğunu söylüyor. Bütün Türk komutanlar İngiliz ajanı mı? Osmanlı’da o dönemde çaresizlikten en büyük tartışma; ABD mi yoksa İngiliz mandası mı olalım. Yunan tarihine bakıyorsunuz, onlar Kurtuluş savaşında İzmir işgalinde resmen devlet kuruyorlar. 2 yıl süren. İzmir’den hasretle söz ediyorlar ‘’Küçük Asyamız’’ diye.

Kazım Karabekir’in anılarından okuyorsunuz (Uğur Mumcu’nun derlediği). Karabekir diyor ki; İngilizler, devlet kurmak ister misin diye bana da teklifte bulundular. Ama o, seçim yapacak olsa İngiliz yerine Bolşevik desteğini tercih edeceğini söylüyor. Hatta İngilizler, Konya’da direniş gösteren bir gruba da teklif götürüyorlar Selçuklu devleti kurun diye. İngilizler potansiyel gördüğü nerdeyse her insana teklif götürmüş. Zihniyetleri tanındığı için sözlerine itibar edilmiyor. Elbette Atatürk’e de teklif de bulunuyorlar zaten açıktan devlete ikide bir seçenek sunuyorlar. Sevr’i yumuşatıp dayatıyorlar. Düşman ve muhatap İngiliz çünkü onlarla mecbur görüşüyorsun. En sonunda Yunanlılar İzmir’den çıkarılınca, Türk askeri yönünü İstanbul’a çeviriyor. Orada İngiliz askerleri hemen Mudanya ateşkesi istiyor. Ateşkesin maddeleri Türkiye’nin lehine. Ama barış antlaşmasına yani Lozan’a gelince bu uzun süreye yayılıyor ve diplomasiyle neredeyse masada yenik devlet gibi muamele görüyor. 

KURTULUŞ SAVAŞINA KİMLER YARDIM ETTİ

İstiklal Mahkemeleri bu yüzden kuruldu; asker kaçaklarını önlemek ve para yardım toplamak için. Çıkarılan kanunlarla evdeki iki çift çorabı olan birini veriyordu. Tekrar ödenmek üzere alınan her şey not tutuldu. Azerbaycan ve Hindistanlı Müslümanlar yardım ediyor. Bolşevikler yüklü miktarda altın ve silah yardımı yapıyor; hem İngiliz ve kapitalist düşmanı oldukları için hem de karşılığında saltanatın kaldırılıp, komünizm ile yönetilme şartıyla öne sürerek. Fransa da yardım ediyor; Kurtuluş savaşında kazanamayacaklarını anlayınca tüm silahları Türklere vererek. Her şeyin altından çıkan Sabetayistler burada da karşımıza çıkıyor, tarihçi Mikail Bayram, Sabetayistlerin, Kurtuluş savaşı bittikten sonra ülkeyi yönetmek için yönetimde söz hakkı istediğini söylüyor. Çünkü Sabetayistler, Kurtuluş savaşını kendilerinin finanse ettiklerini söylüyorlar. Bu minvalde onlara, Osmanlı bürokrasisine ait olan birçok yalı ve köşk veriliyor.

Esas bamteli: Kurtuluş savaşına Osmanlı devleti de yardım ediyor. Nasıl mı? Tarihçi Murat Bardakçı, devlet arşivden bazı orijinal belgelere ulaşıyor ve birkaç yıl önce ‘’Bir Devlet Operasyonu 19 Mayıs’’ diye bir kitap çıkarıyor. Ne diyor bu kitap? Evet, özünde ne Vahdettin Hain, ne de M. Kemal Milli Mücadeleyi tek başına başlattı diyor. M. Kemal gibi Anadolu’nun farklı bölgelerine halkı milli mücadeleye örgütlemesi için birçok paşa gönderilmiş. Hem de geniş yetkilerle. Kazım Karabekir de bu paşalardan bir tanesi. Kısaca, 19 Mayıs planlanmış bir devlet operasyonu olduğunu söylüyor. İngilizlerin işgali altında Osmanlı’da, gizli yapılmış bir operasyon. Askerler hazırlıyor bu operasyonu (zaten Abdülhamit’ten beri devleti onlar yönetiyor.) Ama padişah Vahdettin ve hükümeti de altına imzayı atıyor. Vahdettin, Milli Mücadelenin başarılı olacağını tam olarak bilmediği için İngiltere ile mecburen arasını iyi tutma ihtimalini de unutmamak lazım. Sevr’i imzalayalım derken, yüreği direnişi destekleyen bir adam Vahdettin. Kurtuluş savaşından sonra saltanattan vazgeçip can güvenliği için gidiyor. O dedeleri gibi haşmetli değil, kundaktaki bebeleri boğdurtmayı bırakın, çocuklarına düşkün parasız bir aile babası.

Evet, bu kitabı duyan Osmancılık yapan Müslümanlar durur mu? Düne kadar oyun dedikleri Kurtuluş Savaşı için; İngilizlere karşı iyi polis-kötü polis oynamış Vahdettin diyorlar. Atatürk’ün cebine altın koyup git ülkeyi kurtar demiş, diyorlar. Ulusalcılar çok rahatsız oluyor bu söylemlerden ve M. Bardakçı’ya yükleniyorlar. Bardakçı açıklama yapmak zorunda kalıyor; ‘Ben ve ailem Atatürkçü’ diyor. Bardakçı kendine yapılan baskılardan dolayı, ‘Vahdettin imza atmıştır ama neye attığını biliyor mu ki?’ diyor. Ulusalcı laikler de, Osmancılık yapanlar da farklı değil. Savunduğunuz dava-ideoloji adı her neyse tarihi gerçekleri söyleyince elinizden gidecekse o nasıl zayıf bir ideolojidir. Düşünmeleri gereklidir. 

LOZAN’DA ÜLKE SATILDI MI?

Kurtuluş Savaşına inanan ama ülkenin Lozan’da satıldığını düşünenler var. Bazen dinciler de farkında olmadan, yukarıda örnek verdiğim mini etekli öğretmenin düştüğü hataya düşüyor. Her şeyi aynı bakış açısıyla anlamak ve yorumlamak. Bu yüzden tekrardan hatırlatalım; İsmet İnönü, Lozan’a görüşmeye gittiğinde bir İslam devleti adına gidiyor, halifesi bile var, İstiklal marşı ile desteklenen şehitlerin daha kanı kurumamış. Onlar seni İsmet İnönü değil, Müslüman bir ülke hatta Osmanlı olarak görüyor. Bir gün önce saltanatı kaldırmak onları ikna eder mi?

İsmet İnönü, asker iken ertesi gün diplomasi için Lozan’a gidiyor. Yolculuk günlerce sürüyor. Karşılayan yok. Batılı devletler bir aşağılama diplomasisi uyguluyor, özellikle de İngiltere. İnönü’ye herkesin sandalyesinden düşük bir sandalye veriliyor. Maddelerin Türkçe metni yok. Mudanya’da gösterdikleri ılımlı hava yerine tekrardan yenilmiş psikolojisine itiyorlar. Türk tarafının ne hazırlığı var, ne tecrübesi var. İsmet İnönü 30‘lu yaşlarda, İngiltere Dışişleri Bakanı 60’lı yaşlarda bir sömürge valisi. Onlar o zamanlar dünyanın neredeyse tamamına yakınını sömürüyorlar. İsmet İnönü, açıklama yapıyor, biz monarşi devleti değiliz (saltanatın kalktığını vurguluyor) demokratik devlet amacımız diyor. Oraya gidince şapka takıyor. Sanki böylece eşitlenmiş olacak ve saygı görecek. Oysa İngiltere’nin kendi imparatorluğu duruyor. Sen ne yapsan da onlar için farketmiyor. 

İsmet İnönü, ‘sadece askerlik yapmayı bildiğim için Lozan’da masada asker gibi davrandım’ diyor. Asker olduğum için sadece emir almayı ve emir vermeyi bilirdim diyor. Top seslerinden kulakları duymadığı için genellikle sessiz kalıyor. Ne konuşulmuşsa Türkiye’ye telgraf çekiyor, onlar telgrafları okuyor. Bazı telgraflar gitmiyor. İsmet İnönü sıkıştırılınca çoğu zaman da ben savaşmayı bilirim isterseniz tekrar savaşırız diyor. Lozan’da emir verir gibi konuşması basına yansıyor, bazıları aşağılıyor, bazıları ilginç bularak bunun bir şark diplomasisi olduğunu düşünüyor. Lozan görüşmeleri bir türlü sonuçlanmıyor. Masadakiler İnönü’ye giderken ülkene ne diyeceksin diye soruyor, İnönü, İngiltere’nin sulh istemediğini ve yeniden savaşacağımızı söyleyeceğim diyor. Bu onları kızdırıyor. Sahiden de bazı tarihçilere göre savaş için her an teyakkuz halinde Türkiye. O günlerde yapabildikleri şey savaşmak. Bir yılın sonunda birkaç görüşme neticesinde Lozan imzalanıyor. Bana göre o kurtlar sofrasından bir toprak parçası kazanarak gelmek bir mucize gibi. 

Batı’nın İslam ülkelerine bir asırdır yaptığı taktik hep aynı. Küçük düşürmek. İtibarını zedelemek. Bunu kişisel olarak liderlere yapıyorlar ama özünde Müslümanların, inandıkları dinin itibarını zedeliyorlar. Onların hatalarını savunduğum için değil, sadece batının stratejisini göstermek için örnek veriyorum. Hatırlayalım, Saddam nasıl bir şekilde yakalandı ve nasıl öldürüldü? Bu tüm dünyaya nasıl servis edildi. Kaddafi’nin ölüm şeklini hatırlayınız, o yerde sürüklenen sadece Kaddafi miydi? Usame Bin Ladin’den bir görüntü veremediler ama denize attık dediler. Sigara izmariti gibi. Müslüman ülkelerine aşağılık muamelesi yaptılar. Bu ezilmişlik nesillerin zihnine empoze edildi. 

Batı senin ne istediğine çok takılmıyor. Halifeliği mi istiyorsun, cumhuriyet mi onlar yeni duruma göre bir plan yapıyor. Ulusalcılığı mı seçtin o zaman, ülkendeki azınlıklara çeviriyor yönünü. Mondros’tan beri bir Kürt devleti kurulmasını istiyor. İngilizler, Vahdettin yardım istediğinde niye gemiyle kaçmasına yardım ediyor. Hayrına mı? Sinekten yağ çıkarıyor, hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Vahdettin’in halifelik imtiyazından yararlanarak diğer ülkelerdeki Müslümanları yönlendirme ihtimalini düşünüyor. Tabi Türkiye hızlı davranıp yerine bir halife ilan ediyor. Halife Abdülmecid, papalık gibi köşede durmayınca, devletin başı gibi davranınca birkaç yıl sonra kökten kaldırılıyor. TC’yi kuranların ümmet diye bir derdi yok, ne sınır dışındakilerin işlerine karışmak ne de kimse içeri karışsın istiyorlar. Atatürk’ün hayalinde pozitivizmden beslenen modern bir ülke modeli var. Birçok düşünürden etkileniyor. Aklındakileri topluma ve devlete uyguluyor aşamalı olarak. Ünlü sözü: En büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti. Ve bu eserin önüne kim çıkarsa ona karşı koyuyor.

Bazı dinciler, Kazım Karabekir’i halife yanlısı olduğu için Atatürk ile arası bozuk olduğunu söylüyor. Hayır, Karabekir de laikliği savunuyor, araştırıyorsun soyu Karamanoğulları’na dayanıyor. İstiklal marş yarışmasında o da şiir yazıyor ama kazanamıyor. O, Atatürk’e tek adam gibi davranacaksan neden saltanatı kaldırdık diyor. Arası kişisel nedenlerle açılıyor. Muhalefeti ilerletince birçok sebepten dolayı hem askerlikle hem siyasetle ilişkisi kesiliyor. İstiklal Mahkemeleri sistem oturana kadar hep bir köşede bekliyor. Atatürk ölünce, İsmet İnönü çocukluk arkadaşını ikna ediyor ve Karabekir meclise dönerek TBMM Başkanı oluyor. Bunlar insan, Atatürk ölünce İsmet İnönü’nün ilk işinin duvara kendi resimlerini astırmak, paralara kendi resmini bastırmak olduğunu unutmayalım. 

İsmet İnönü, ben hem milli şef hem de halifeyim dese ne olurdu? İslam’ı temsil etmediklerini ilan etmeleri daha mı makbul tartışılır. Evet İslam aleminde halifelik kalkınca siyasal bir hareketlenme oluyor. Örneğin Mısır’da Müslüman Kardeşler, Hasan El Benna çıkıyor. O sıralarda Türkiye’de neler oluyor? O sıralar ibadetini yapabilmek bir devrim. 

BİRİNCİ AĞIZDAN İNCİLER

En güvenilir kaynak tarihi şahsiyetlerin verdiği demeçlerin video kayıtları. Bu yüzden çok eskiden izlediğim, sürgüne gönderilen Osmanlı hanedanlarını anlatan belgeseli yeniden izlemeye karar veriyorum. Çok zorluk çektikleri halde Osmanlı torunları, cumhuriyeti savunuyor. Çektiği yokluklar, laikliğe karşı sempatilerini yok etmiyor. Duruşları, kıyafetleri İngiliz kraliyet ailesinden ayırt edilemiyor. İki dedeleri de halife olan sultan hanımların görünüşlerinde geleneksel olarak bile bir örtüye, bir ize rastlanmıyor. Üstelik asimile oldukları için değil, eski resimlerde de öyleler. Bunları asla yargılamak için söylemiyorum. Sadece durum tespiti yapıyorum.

Belgeselde Hümeyra Sultan çocukluğundan bir kesit anlatıyor, kalfanın yönlendirmesiyle kahrol M. Kemal paşa diye şarkı söylüyor, bunu duyan dedesi Vahdettin tarafından azarlanıyor. Vahdettin çocuklara: ‘’Kimse benim paşama, bir türk askerine böyle hitapta bulunamaz’’ diyor. 

Bir örnek daha vermek istiyorum; iki dedesi de (Vahdettin ve Abdülmecid) halife olan Neslişah Sultan’ın çok eski Fransızca yapılmış bir röportajı. Spiker, Neslişah Sultan’a, Atatürk hakkında ne düşündüğü soruyor. Neslişah Sultan, Atatürk için şöyle diyor: ‘O büyük bir askerdi zaten büyükbabamın yaveriydi. Onun fikirleri yenilikçiydi, zaten büyükbabam fikirlerine değer vermeze onu Samsun’a göndermezdi. (Demek ki hanedan üyeleri yıllar öncesinden biliyor 19 Mayıs planını). Neslişah Sultan sözlerine şöyle devam ediyor: ‘Atatürk, Osmanlı hanedanının yapmak istediği birçok reformu gerçekleştirdi. Genç Osman ve 3. Selim reform yapmaya çalıştı ama öldürüldüler. 2. Mahmut reform yaptı ama daha yapılması gereken çok şey vardı. Evet Atatürk bunları tamamladı.’

BURAYA KADAR NE DEMEK İSTEDİK? 

Ayrıntıları bir araya getirerek yaptığım çıkarımlar, ileride çıkabilecek başka belgelerle, anılarla, itiraflarla çürütülse ben hiçbir şey kaybetmem ahlaki anlamda. Çünkü kimseye iftira atmıyorum. Kimseyi şeytanlaştırıp ya da ilahlaştırmıyorum. Kimseyi temize çıkarmaya çalışmıyorum. Kişileri değil, zihniyetleri eleştiriyorum. Onları eleştirel düşünmeye davet ediyorum. Bir partiye ya da ideolojiye davet etmiyorum. Müslüman olarak doğru sözlü olmazsam, kinden inatlaşıp gerçeği örtersem, diğer doğru söylediklerime kim kulak kabartır, ben kime tebliğ yapacağım? Hem gerçek sorunları tespit etmezsek, taşları yerli yerine koymazsak sorunları, krizleri nasıl tespit edebiliriz? 

Şimdi, tarihi iki bakış açısı verelim; Müslümanların ikiyüz yıllık batıyı içselleştirme problemi mi var yoksa sadece vatanını satan ajanlar mı var? Bu ikisi arasında çok fark var. İkinci bakış açısını seçenler sorunu sadece şahıslardan ibaret görür ve Osmancılık yaparak ancak bir kum torbasını döver durur. İşte bu tür insanlar, eğer birşey İslam soslu ise onu korur, koruduğu şey batıdan neşet etse bile anlamaz. Çünkü bu kişilerde yüzeysellik bir davranış halini almıştır. Az bilir ama çok inanır. İlk bakış açısını seçen, sorunları derinlemesine inceler.

Benim kaleme aldığım bu yazıyı şimdi yazmak bir marifet değil, aynı ahlaka sahip olarak 30 yıl önce yaşasaydım; bu belgeseller, bu devlet arşivleri, günümüzde derlenen hatıralar, resimler olmasa, üstelik eşarbıma taktığım bir iğne, ya da inandığım birkaç kelamı söylemekten dolayı hapis köşelerine düşsem, o günlerde görünen tabloya bakarak ‘batının uşakları’ diye feryat etsem kendimi pek de haksız saymazdım herhalde. Hatta çıkarımlarım, yazılarım bile bu minvalde olabilirdi. Daha da geriye gidelim; bazılarının kelam etmesini bırakın, hiçbir şey söylemese bile, sadece görünüşten, kılık kıyafetten dolayı (örneğin şapka takmadı diye) ne olduğunu idrak edemeden ‘’sen sisteme muhalifsin’’ diye mahkum olmasını düşünelim. Bu adamın ve yakınlarının nasıl düşünmesini nasıl bir çıkarımı yapmasını beklerdik? Köyünde kahvesini içerek Modernizm eleştirisini yapmasını mı? Bu adamı kendi döneminde konuştursan çıkarımı ancak; muameleyi yapanların ‘’Yunan’’ olabileceğinden şüphelenmek olur. Bu adamın ne yaşadığını bilmeden nasıl yobaz diyebilirsin?

Bu yazıda bazılarına ‘’Yobaz’’ yakıştırması yapıyor olmak gerçeği araştırmakla ilgisi olmayan, gerçeği bilse bile görmezden gelen kişiler için geçerlidir. 

Her dönemin şartları kendine has bir özellik taşır. Şimdi şapka takmayı protesto etmenin nasıl bir anlamı yoksa, yeni bilgilere ulaştıkça 30 yıl öncesinin çıkarımlarını tekrar etmeye de gerek yok. Derinlemesine incelemekten ve doğruları söylemek taviz vermek anlamına gelmez. Ben bu yazılarda modernizm eleştirisi yapmak için geçtiğim aşamaları anlatıyorum.Yıllardır modernizm, modernite üzerine kitap okuyanlar var ama çoğu niye okuduğunu bilmiyor. Eğer kendi sorularımız yoksa binlerce kitap okusak da bir cevap bulamayız. Tarihle zihinsel anlamda hesaplaşmadan da soru soramayız. Eğer dogmalarımız ve çıkarlarımız varsa tarihle de zihinsel anlamda hesaplaşamayız. 

Evet, modernizm Türkiye’yi değil, tüm dünyayı kasıp kavurdu. Zihinler nasıl bu kadar dönüşmüştü. Her şey Avrupa merkezli. Tarih, çağlar ataları olan Yunanla başlıyor, kendileriyle devam ediyordu. Hint, Mısır, Pers, Arap medeniyetleri neden çıkmıyordu karşımıza. Sadece Avrupa mı düşünmüştü? Felsefede, psikolojide, eğitimde, siyasette hep onların paradigması (modeli) vardı. Bir ideolojiyi beğenmedin mi karşıt fikir yine Avrupa’da çıkmıştı. Moda, eşyalar, ihtiyaçlar hep onların bakış açısıyla kuşatılmış. Gençlerin sosyal medyada geyik muhabbeti; İngiliz mandası olsak en azından İngilizce bilirdik. Vatanla, toprakla ilgisi olmayan gençler. Sosyal medya’ya çöplük deyip geçiştirmek bizi temize çıkarır mı?

Modernizmi araştırmaya karar vermiştim. Dünya ülkeleri, zihinler de dahil nasıl sömürge haline getirilmişti. Peki nereden başlamalıydım? Örneğin, Avrupa’nın ünlü okulları! Kim kurmuş bu okulları? Bunlar ne yer ne içer. İngilizlerin ünlü Oxford Üniversitesi kuruluş tarihi 1096, yaklaşık bin yıl önce. Oxford’un uzantısı Cambridge Üniversitesi 1209, Paris Üniversitesi 1150 yılında kurulmuş. İlk üniversite İtalya’da Bologna 1088’de kurulmuş. Bu nasıl oluyordu? Hepsi, karanlık denilen Ortaçağ’da kurulmuştu. Oxford’un ambleminde ”Tanrı ışığımdır” yazıyordu. Karma eğitime ise çok yakın tarihte geçmişlerdi. Şimdiden zihnimdekiler alt üst olmuştu.

DEVAM EDECEK…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *