Esas Suçlu Kim?

Esas Suçlu Kim?

Şairin dediği gibi: ‘’Hamdolsun dönen tezgahlarını bilmiyoruz, kirli işleri bilmiyoruz. Biz tezgah çevirmiyoruz çünkü.’’ Evet, ben sadece olayların herkesçe görünen yüzlerini bir araya getirerek çıkarımlar yapmaya çalışıyorum. İsabetli ya da isabetsiz… 

Tarih bizi sarsıyor, aptallaştıran dogmaları yüzümüze çarpıyor (1)

Gülbahar Ay Satan

Aylardır okuyorum, lakin deneme yazmayı bırakın, yazmak istediğim konuda bir cümleyi bile tamamlayamıyorum. Çünkü bir kavram 100 yıl önce farklı bir şey ifade ediyorken şimdi başka bir anlamda kullanılıyor. Kendi camialarında hatırı sayılır yazarlar aynı kavram ya da olayları çok farklı şekilde anlatıyor. Okudukça, öğrendikçe çelişkilerim ve bilmediklerim artıyor. Çünkü konumuz tarih… Sonra diyorum ki ben olayların gerçek yüzünü tam olarak bilemem ki. Şairin dediği gibi: ‘’Hamdolsun dönen tezgahlarını bilmiyoruz, kirli işleri bilmiyoruz. Biz tezgah çevirmiyoruz çünkü.’’ Evet, ben sadece olayların herkesçe görünen yüzlerini bir araya getirerek çıkarımlar yapmaya çalışıyorum. İsabetli ya da isabetsiz… 

TARİHE DIŞARIDAN BAKABİLMEK

Başkalarının tarihlerini okurken, yani tarihe dışardan bakarken, olayları, dogmaları daha net görüyorum. Şiilerin 12 imamı, Tanrının oğlu, Yahudilerin kurtarıcısı vb. mevzuları elimin tersiyle itiyorum. Peki ya ben o kültürlerden birinin içine doğsaydım. Kendi yaşadığım topluma, Sünniliğe, tarihimize dışardan biri gibi bakabilir miyim? Yoksa biz ak süt gibi temiz miyiz? Bizi aptallaştıran dogmalarımız ne? Ben kimin dediklerini tekrarlıyorum? Ben kimin izinden gidiyorum. Kim esas suçlu? İşte bu yazıda suçlu kim onu arıyorum. Ama bulduğum her suç başka bir suçu işaret ediyor. 

GÜNÜMÜZ TOPLUMUNA KISA BİR BAKIŞ

Geçtiğimiz yıl ünlü bir tiyatrocu öldü. Son veda için cenazesini tiyatro sahnesine çıkardılar. Eşi dostu konuşma yaptı. Sahneye tiyatrocu olan arkadaşı çıktı ve nefretle “70 senedir bu ülkeyi din bağımlısı hükümetler yönetiyor. Ama ona rağmen 70 senedir inadına tiyatro yapıyoruz” dedi. Dinci dediği iktidarın bakanı da ön safta onlara taziye için bulunuyordu. Oysa ülke 70 yıldır seçimle yani demokrasiyle yönetiliyor! Demokrasi ve özgürlük diyen laiklerin kafası da çok karışıktı. Her fırsatta demokrasi demek ama sonucuna tahammül edememek. Sahnede vedalar devam etti. Bir arkadaşı ‘meyhanede görüşürüz’ dedi. Diğer arkadaşı, ‘şimdi meyhanede kafayı çekiyordur’ dedi. Öteki çıktı, ‘benim de meyhanede yerimi ayır’ dedi.

Tüm bunlar sosyal medyada gündem oldu. Asıl dikkatimi çeken şey paylaşımların altına yapılan tartışmalar oldu. Tartışan, laik yobazlar ile dinci yobazlara, tarihten dersler veren bir yazı yazmalıydım. Bu yazı tarafsız olmalıydı ben de dahil kimin eteğinde, heybesinde bir yobazlık varsa ortaya dökülmeliydi. Bu insanlar kendini laik olarak tanımladığı için ben de onları laik diye nitelendireceğim. Yobazlıktan kastım ise, baskı oluşturarak kendisinden başkasının düşüncesine tahammül edememek. Aynı mahallede, aynı apartmanda hatta aynı ailedeki insanlar nasıl bu kadar ayrışabiliyordu? Eleştiri kültürü yoktu. Tarihtekiler ya hain ya kahramandı. Kişiler ya yüceltiliyor ya da şeytanlaştırılıyordu. İşte bu da öfke ve kin doğuruyordu. Hiçbir insan öfkeliyken, kinle bakarken doğru düşünemez. Bir şeyi yok sayarak sorunları, krizleri tespit edemez. Empati yapamaz. Bazıları “Osmanlı torunuyuz ve hilafet geri gelecek” diyor. Öteki “Atamız laik bir ülke kurdu beğenmiyorsan git” diyor. Tarafların biri Atatürk’e mason imasında bulunuyor, diğeri imasız direkt Vahdettin’e vatan haini diyor. Birinin ak dediğine öbürü kara diyor. 

MELEZ SÖYLEMLER

Yaklaşık bir asır önce, 1. Meclis’te, daha inkılapların hiçbiri gerçekleşmemiş (yani hilafet ve saltanat yanlıları da var mecliste) içki yasağı kokusunda bir oylama yapılıyor. Evet ve hayır oyu verenler yarı yarıya… Biraz ileri sarıyoruz tarihi, 1950’de ilk (demokratik) çok partili seçim sonuçlarına bakıyoruz; CHP, günümüzdeki oyuna yakın (azımsanmayacak) bir oy alıyor. Üstelik seçime katılım oranı çok yüksek. Bazı kesimlerin dikta rejimi diye nitelendirdiği bir parti 20–30 yıl içinde nasıl bu kadar oy alabiliyor? İstiklal mahkemelerinden rahatsız olmamış bir kitle var ya da rahatsız olsa bile beğendiği başka politikalar var denilebilir. 

Niye veriyorum bu bilgileri birilerini meşru göstermek için mi? Hayır. Eli kalem tutan bazı İslamcıların da aynen o tiyatrocular gibi melez görüşleri olduğunu göstermek için. Örneğin bazı İslamcılar, halifeliğin kaldırılmasına duygusal olarak tepki veriyor. Oysa o dönemin İslam ülkelerinin işgal altında olduklarını, siyasi ve maddi gücünü biliyorlar. Bunu bildikleri halde ne demek istiyorlar? Mısır niye işgal altında? Hindistan (Müslümanların nüfusu bu kadar çok iken) niye İngiliz sömürüsü olmuş? Araplar niye ihanet ediyorlar? Şerif Hüseyin, ihanet ettiğini kabul edelim ve ona kimse itibar etmedi ve bir şekilde gitti. Ama ya Suud? Geçtiğimiz yıllarda Suud kralı, ülkesinin kuruluş tarihini değiştirerek 1931’den 1727’ye çekti. Bu tarih de nereden çıktı diye sorduğunuzda şu ayrıntı ortaya çıkıyor; Osmanlı’da Suud ailesi birkaç kez devlet kurma teşebbüsünde bulunuyor (hatta kuruyor). İsyanları bir şekilde bastırılmış. Bunları niye söylüyorum. Her şey gülistanmış gibi bakıp, halifelik niye kalktı demek, ne demek istediğini bilmemektir. Aynen demokrasi güzellemeleri yapanların, demokrasi sonucuna tepki göstermesi gibi… Acaba halifelik kaldırılmasaydı ve CHP zihniyeti aynen devam etseydi ve halifelik bir köşede papalık gibi kalsaydı iyi mi olurdu demeye çalışıyorlar? Yavuz’un, Abdülhamit’in halifeliğini eşleştirenler, İsmet İnönü’den ümmet bilincini ve halife birliğini kurmasını mı bekliyorlar? Müslümanlar tarihte halifelik makamının hakkını verdi mi? Müslümanlar en basitinden icma ve kıyas usulü diye diye o makamı da işlevsiz bırakmadı mı? Ha! bir de CHP zihniyeti, halifelik kurumunu ne hakla kaldırdı diyebilirsiniz. Onlar aradan çıksaydı diye düşünebilirsiniz. Ama onlar Kurtuluş Savaşının kazanılmasında da paylarının olduğunu iddia ediyorlar. Gözüken o ki payları da var, üstelik iktidara da talip olmak istiyorlar. Bu birkaç masonun işi deyip işin içinden çıkamazsınız. Bu İngiliz oyunu deyip de çıkamazsınız. İngiltere bir zaaf ve potansiyeli olmayan bir yerde ne yapabilir. Ve batılılar bu potansiyelleri, zaafları, Müslümanları, mezhepleri, meşrepleri o kadar iyi tanımış o kadar çok mesai harcamış ki (oryantalizm faaliyetler ile) her şeyi Müslümanlar yapıyor, onlar sadece seçenek sunuyor.

Evet, asırlar önce Osmanlı batının tahakkümünden kurtulmak için batılılaşmayı seçti ve bu durum iyi ya da kötü bir şekilde içselleştirildi. 2. Abdülhamit’ten tutun günümüzde bile siyasilerin eliyle bu devam ediyor kah açıktan kah gizli… Osmanlı’nın içinde azımsanmayacak batılı hayranı bir kesim oluştu. Ki bunun başını çekenler, çoğu insan kabul etmese de başta padişahlar, aydınlar ve askerler. Bunu kabul etmeden bir adım öteye gidemezsiniz. Evet Cumhuriyet döneminde CHP’ye büyük bir muhalefet de vardı ama o muhalefetten dolayı boşaltılan meclislerin sandalyeleri her defasında sistem yanlılarıyla doldu. Yapılan her inkılabın, Osmanlı yıkılmadan önce mutlaka bir fikir babası bir aydını vardı. 

100 yıl önceki İslam ümmetinin halini çözümlemeden, halifeliğin kaldırmasını iyi ya da kötü oldu diye konuşmamalıyız. Bu bir sonuçtur tıpkı saltanat gibi, bu kurum da bitmiş ki elinin ucuyla kaldırabiliyorsun. İslam ümmetinin elle tutulur bir kuruma ihtiyacı varmış. Bunu bir asır önce söyleyen alimler (bu alimler modernist olarak da nitelendirilse de) var. Ne diyor bu alimler; bağımsız kimseye (belli bir ırka, mezhebe, devlete, padişaha) ait olmayan bir toprak parçasında, (örneğin Musul’da) tüm Müslümanları temsil eden istişareye dayalı bir halifelik kurumu olsun diyorlar. Fıkhi görüş ayrılıklarını buna alet etmeyen tarafsız bir kurum. Zaten günümüzde Avrupa Birliği de böyle değil mi? Resmen devlet statüsünde kendine özel bir bayrağı bile var. Bunlar çok yakın tarihte 2. Dünya Savaşında birbirlerini kesiyorlardı. Belki de bu birlik fikrini bile bizim alimlerden almış olabilirler. Çünkü bu fikrin sahipleri çok aktif Müslümanlar, İngiliz hükümetine bile mektup yazıyorlar, halifelik kurumuna karışmayın diye. Çünkü o zamanlar İngiltere, halifelik Kureyş’in hakkı diyerek yeni bir fitne peşinde koşuyor. Evet, batılılar bir şekilde sınırları çizdi. Ama adamların kendileri de ulus devlet, sana duvardan çelikten aşılmaz sınırlar mı çizdi. Bu sınırları niye aşamıyorsun niye istişare edip konuşamıyorsun buna odaklanman lazım. Duygusal olarak, tek gayeleri İslam’ı parçalamaktı deyince gerçekleri göremiyoruz. Elbette amaçlarının içinde o da var. Ama eş zamanlı Almanya İmparatorluğu yıkıldı. Onlar yense İngiltere’yi yıkacaktı? Rusya’da Hristiyan olan bir imparatorluk yıkıldı ama bunu dinleri olmayan Bolşevikler yıktı. Hatta kundaktaki bebekleri bile kurşuna dizdiler.

Suçlu aramaya nereden devam edelim? Bence o duygusal İslamcıların sürekli öne sürdüğü masonluktan başlayalım… 

MASON NEDİR DEYİNCE 

Türkiye’de, mason deyince hemen Müslümanların aklına ‘’sabetayist, yahudi dolayısıyla siyonist gelir‘’. Sadece bu birkaç kelime bizi nasıl ikna edebilir ki? İngiltere kraliyetinden tutun da Osmanlı padişahına, Afgani’den tutun da İslamcıların köşe taşı gördüğü Said Halim Paşa’ya kadar herkesi siyonist mi sayacağız? Hele şu ikinci sınıf köşe yazarlarının şu mason, şu siyonist diye yazdıkları yazılar… Onlara göre her şey o kadar net ki benim için ise çok karışık. Tarihi anlatırken şahıs ismi vermemeye dikkat ediyorum ki tarafsız tarihi bir çerçeve çizelim.

Masonluğun kökeni yaklaşık 11 asır öncesine Tapınak Şövalyelerine (Kudüs’te Süleyman mabedindeki dindar, mistik eğilimli Hristiyan askerlerine) dayanıyor. 15. yüzyıla gelelim, mason’un kelime anlamı ‘’duvar ustası’’ demek. Katolik kilisesi o kadar katı baskılar uyguluyor ki meslek sırları var diye, sadece duvar ustalarının gizli toplantılarına izin veriyor. O meslek erbapları birbirini gözetiyor, kolluyor. Onlar bir nevi tasarımcılar. Çünkü mimarlık çok önemli. Tek rahat konuşulabilen bu toplantılar olduğu için buraya başka insanlar da girmeye başlıyor. Bu durum birkaç asır devam ediyor. Artık, papaları, monarkları, kralı, padişahı adı ne olursa olsun gücü elinde bulunduranları eleştirebileceğin bir yer oluyor. Artık bu localar şehri, binaları, kiliseleri tasarlayanlar değil fikirleriyle, dünyayı şekillendirmek ve yeni dünya düzeni kurmak isteyenlerin rahat konuşacağı bir yer oluyor. Localar bambaşka bir şekle dönüşüyor. Irk, din ayırt etmeden tüm dünyaya açıyor kapılarını. Yaklaşık yarım asır sonra Fransız ihtilali oluyor. Mason localarının tabelalarında kardeşlik, eşitlik, özgürlük yazıyor. Peki Yahudilerin alınmadığı mason locaları nasıl onlara açılıyor?

Yahudi tarihine kısaca bakalım, kitabın ortasından başlayalım. Kısaca, Hristiyanlar İsa’nın çarmıha gerilme olayından sonra Yahudilere düşman oluyor. Roma İmparatorluğu onları Kudüs’ten kovuyor. Yahudi düşmanlığı artık önü alınamaz şekilde içselleştiriliyor. (Yahudiler tarihte sadece Müslümanlar iktidar olduğunda Kudüs’e girebiliyorlar.) Kovulan Yahudiler kuzeye doğru göç ediyor. Sonraları Roma yıkılınca tekrar aşağıya, Avrupa’ya ve dünyanın değişik yerlerine göç ediyorlar. Yahudiler, tarih boyunca hep öteleniyor, küçük görülüyor. Gizlenmek ve dikkat çekmemek için köylere ve küçük yerlere değil, her zaman kalabalık büyük şehirlere yerleşiyorlar. Yahudiler bu yüzden ticarette (para konusunda) ve bilimde hep öndeler. Çünkü hep şehirliler, dolayısıyla bilgiye sahipler. Bilindiği gibi Osmanlı, Yeniçeri Ocağı’na çoğu zaman Hıristiyan köylü çocuklarını alır. Saf, köylü çocuklarını eğitmek kolaydır. Osmanlı da bile köylü Yahudiler olmadığı için devşirme Yahudi de yoktur. 

Aydınlanma çağında dinin baskısından sadece Hristiyanlar değil Yahudiler de kurtulup rahatladı ki Yahudiler (kendi din adamları tarafından) daha çok dini baskı altındaydı. Artık ‘’özgürlük’’ ve ‘’liberalizm“ ile birlikte sahneye çıkmaya başladılar. Mason localarında Katolik baskısından bıkan Hristiyanlar ile, hep zulme uğrayan, devletsizlikten hep içe dönük olan en önemlisi de parası olan Yahudiler buluştu. Bence mason locaların insanları değiştirmesinden çok, parası olanlar mason localarını istediği doğrultuda kullanıyor. Nihayetinde orası boş bir bina. Bence mason locaları siyonizm içinde değil de siyonizm mason localarının içinde yaşamaya imkan bulmuştur demek daha mantıklı gözüküyor.

Günümüzde çok güçlü görünen Yahudilerin asırlar boyu bir devleti, bayrağı olmamış. Devlet kurmak için 2. Abdülhamit’e gelip parasıyla toprak istiyorlar. Abdülhamit vermiyor ama zaten kendinden önceki padişahlar toprak satmayı serbest bıraktığı için Filistin’de tek tek satın almaya başlıyorlar. Günümüzdeki o meşhur mason, Yahudi zengin aileler var ya işte onlar para yönünden o kadar güçleniyor ki devletlere faizle borç veriyor. Para piyasasına hakim oluyorlar. Bu ailelerden biri de o zamanlar İngiltere’de yaşıyor. Üstelik, İngiltere’nin para birimiyle birçok devlete faizle borç dağıtıyor. Şimdi İngiltere’nin ‘’Filistin’de bir devlet kurulacak’’ fikrinin nedeni de ortaya çıkmış oluyor, para! Birçok şeyin arkasında Yahudi ve mason parmağı dedikleri biraz da paranın gücü…

Masonlukla ilgili bilgilerin çoğunluğu yine mason ve mason localarının açıkladığı kadarıyla bilmek mümkün oluyor. Mason locasına girebilmek için belli şartlar var. Kısaca oraya elit, zengin ve iyi eğitimliler, saygın kişiler giriyor. Teklif iki taraftan da olabiliyor. Zenginler söz sahibi olmak için, iyi eğitimliler makam ve mevkiye ulaşmak için bu localara ilgi gösteriyor. Çünkü anlatılanlardan yola çıkarsak, mason localarının kendi üyelerinden istediği en önemli şey, önemli bir makama bir kişi getirilecekse ve sen o makamda söz sahibiysen ne liyakatı, ne akrabanı, ne dindaşını düşünmeni istiyor, sadece o makama mason kardeşini seçmek zorunda bırakan bir sadakat istiyor. Aslında bu durum dünyayı şekillendiren, medya, politika, marka vb şeyleri hep kendi tekellerinde bulunduranların alt yapısını da açıklayabilir.

Çok ilginçtir ki localara ateistler alınmıyor. İllaki bir dine mensup olması gerekiyor. Çoğu ‘’aydın’’ görüşlü masonların, mason localarındaki ritüellerine baktığınızda eski dinlerden, kültürlerden ilkel ve mistik izler taşıyor. Bu bir strateji mi acaba? Tarihten günümüze, gücü eline geçirmek isteyenler, görünüşte tekkelerde münzevi hayat yaşayanları, etliye sütlüye karışmayan mistik tarikatları, cemaatları kullanıyor. İşin içine onları bir şekilde katıyor. 

Dünyada farklı ülkelerdeki mason locaları birbiriyle ilişkili mi yoksa bağımsız mı bunu tam olarak bilmiyoruz. Belki içindeki masonlar bile bilmiyordur. Çünkü onların da dereceleri varmış ve her derecede yeni şeyler öğreniyorlarmış. Bazı tarihçiler, mason localarının birbirinden bağımsız olduğunu söylüyor. Bir ülkede kurulan, örneğin Osmanlı’da İngiltere’nin kurduğu mason lacosı, İtalya’nın kurduğu mason locasını rakip olarak görebiliyormuş. 

Evet, localar Fransa’da açıldıktan kısa bir süre sonra, 18 yy’da Osmanlı’da da açılıyor. 

Bu aynı zamanda batıya açılan bir kapı da oluyor. İşin ilginç tarafı, daha Fransız devrimi olmamış ama Osmanlı’da batılılaşma başlamış. Localar dönem dönem açılıp kapanıyor. Sonraları Tanzimat Fermanı’nın kurucusu Reşit Paşa’nın mason olduğu ve Selanik de dahil birçok yere mason locası açtığı biliniyor. Ülkemizde yine tablo değişmiyor; Reşit Paşa için bazıları hain bazıları ise aydınlanmanın öncüsü diyor. Bu konuyu da araştırmalıydım. Tanzimat Fermanı niye ilan edildi? Osmanlı, yükselen milliyetçik yüzünden parçalanmasın diye mi yoksa Osmanlı’yı parçalamak için mi?

Osmanlı’nın yıkılış dönemine doğru, padişah 5. Murat da mason (tabi ki İttihat ve Terakkicilerin bağlantısıyla) oluyor. Kısa bir süre sonra, rahatsızlığı nedeniyle yerine 2. Abdülhamit tahta geçiyor. Abdülhamit başta localarla iyi ilişkiler kursa da sonra arası bozuluyor. İşte burada başlıyor asıl mesele, Abdülhamit’in aşırı baskısından dolayı tek siyaset konuşulabilen yerler burası oluyor. Buna bazı islamcılar da dahil. Sonunda Abdülhamit locaları kapatıyor.

Osmanlı‘da 2. Abdülhamit’i deviren İttihat ve Terakki, bir Türk mason locası açıyor. Bu görünüşte tuhaf gelebilir ama yerli ve milli bir loca, İngiltere, İtalya veya Fransa’nın açtığı localardan daha az ürkütücü geliyor. Her ülke, kendi değerlerine, dinine göre locada ritüelleri harmanlıyor. Türkiye’deki localarda da mistik eğilimli gruplar eksik olmuyor. Mevleviler, Bektaşiler… Özellikle bazı Bektaşilerin mason, bazı masonların da Bektaşi olduğu söyleniyor. Atatürk bütün tekke vb. yerleri kapattığında mason localarını da kapatıyor. Sadece dernek olarak faaliyet gösteriyor. İsmet İnönü yıllar sonra tekrar açıyor. Kim hangi amaçla kapatıyor ya da açıyor, birçok spekülasyonlar var. 

Osmanlı’nın yıkılış dönemlerinde ve Türkiye’de masonluk deyince karşınıza Sabetayistler yani dönmeler çıkıyor. Bunlar neden dönmüşler? Evet, Yahudilikten… Zaten Sabetayistliğin çıkış hikayesi (dönmelik) o kadar trajikomik ki. Olay Osmanlı’da geçiyor. Kendini mesih ilan eden Sabetay Sevi adlı şahıs, peşine binlerce insanı takıyor. Sonunda Osmanlı bu duruma el koyuyor ve adam Müslüman oluyor. O döndü, bir hikmet var diye küçük bir grup da dönüyor. Her neyse, bunlar Müslümanız diyorlar ama çoğu insan bunlara inanmıyor. Kendileri döndüklerine inanıyor mu onu da bilmiyoruz. Ama insan duyguları olan bir varlık, makine değil onun bilincindeyiz. Asırlar boyu bu hikayenin sürmesi olası gözükmüyor. Lakin sapmalar ve farklı amaçlarla belki yoluna devam edebilirler. Biraz araştırınca Yahudilerin de kendi içinde birbirleriyle çekişen mezhepleri var. Yahudilerin de içinde tek kaynak sadece Tevrat diyenler var. Bazı Yahudiler ise Tevratla beraber şahısların yazdığı bazı kitapları da kutsal sayıyor. Bazı Yahudiler ise mistik öğretilerden (kabalacılık) besleniyor. Bu kabalacılık biraz İslam dünyasındaki tasavvufa benziyor. İşte burası bizi ilgilendiriyor. Çünkü sabetayistliğin kurucusu Sabetay Sevi de kabalacılığı benimsiyor. Hatta kendini mesih ilan ediyor. İyi de tüm kabalacılığı benimseyen Yahudiler onu mesih olarak mı görüyor? Elbette hayır, onu küçük gören Yahudiler bile var. 

Yahudi kelimesini duyduğumuzda asla toptancı bakmamamız gerekmektedir. Günümüzde reformist Yahudiler, muhafazakar Yahudiler ne yapıyor? Hangi Yahudi neyi savunuyor? Kaldı ki Türkiye’deki sabetayist Yahudilerin bile birbirleriyle çekiştiği iddia edilmektedir. Bunlar Selanik sabetayistleri ile kökleri Hazar devletine dayanan ve Türkiye’ye gelen eski Türk Yahudiler. Hatta Türkiye’deki darbelerin kendi içlerindeki anlaşmazlıkla olduğunu tarihçiler (örneğin Mikail Bayram) dile getirmektedir. Tabi ki birbirlerini indirirken dış etkenlerin rolü ve isteği ne kadar, o da ayrı bir konu. Selanik, Misak-ı Milli dışında kalınca nüfus mübadelesinde Selanik’teki sabetayistler Türkiye’ye geliyor. Cumhuriyetin kuruluşunda bunların rolü olduğu söyleniyor. Onların çoğu bizzat kendi ağzından burasını vatan olarak gördüğünü söylüyor. Bazısı Müslümanım diyor, içlerini Allah bilir. Onlara göre dönme ve mason oldukları için değil, o zaman Osmanlı’da kendileri eğitimli ve donanımlı oldukları için yönetimde, bürokraside yer alıyor. Önemli detay, mübadelede kıstas dil ve ırk değil “din” idi… Bir milyondan fazla Hristiyan, Anadolu’dan Yunanistan’a göç ettirildi. 500 bin Müslüman da Anadolu’ya geldi.

Bilemeyiz ama masonluk son zamanlarda etkisini kaybetti deniliyor. Tabi ki neler oluyor bilmiyoruz. Ama genel bir kural var ki bir şey, beş on yıldır rahat konuşuluyorsa ya etkisini kaybetmiş ya da şekil değiştirmiştir. 

DARBELERİN KÖKLERİ

Biraz geriye Padişah 2. Mahmut dönemine gidelim (2. Abdülhamit’in düşmesine yaklaşık bir asır var.) 2. Mahmut ve ondan sonra gelen padişahların icraatları, Cumhuriyet politikalarından daha cesur adımlardı. 2. Mahmut’un kendisi öyle olmasa da adı gavur padişahtı. 2. Mahmut yurt dışına öğrenci gönderiyor ve süreç başlıyor. Bu öğrenciler Jön Türkler olarak geri dönüyor (yani batıdan etkilenmiş). Devamı olan nesil ise Genç Osmanlılar. Sonuç olarak artık batı hayranı aydınlarımız var. Askerler de batı tarzı eğitim alıyor, unutmayalım Osmanlı’dan geliyor ilk talep. Bu durum 2. Mahmut’tan bile öncesine dayanıyor. Osmanlı hep geriliyor, toprak kaybediyor, padişahlar haklı olarak bir eğitim, donanım, bilgi olacaksa en başta askeri alanda olmalı diyorlar. Bu yüzden ülkede en bilgili “görgülü” dünyadan haberi olan kişiler askerler olarak öne çıkıyor. Onlar da büyük oranda Batı’dan etkileniyor. Askerlerin içinden İttihat ve Terakki diye bir cemiyet oluşuyor. “Genç subaylar rahatsız” tanıdık geldi mi size bu ifade! Bu cemiyet bir partiye dönüşüyor. İşte Abdülhamit’i tahttan indiren İttihat ve Terakki Partisi, Batı tarzında eğitim alan subaylardan oluşuyor. Parti ama resmen eli silahlı paşalar var içinde. Parti 10 yıl içinde adeta evrim geçiriyor. Turancısı, Batılısı, İslamcısı yani içinde Said Halim paşa bile var. Parti, 2. Abdülhamit’in baskısından (ki baskısının da kendince haklı sebepleri var) dolayı konuşamayan herkesi adeta içine çekmiş. (Tek siyaset konuşulan yer de mason locaları olunca resim bizim açımızdan biraz netleşiyor.) Atatürk de bu partide kısa bir süre bulunuyor ama sonraları asker ile siyasetin bir arada olmasına karşı olduğu için ayrılıyor. Yani bu detayı resmi tarih söylüyor. İttihat ve Terakki partisi evrim geçirdikçe dönem dönem politikaları değişiyor 1. Dünya Savaşından sonra partinin dönemi bitiyor. Ama o ilk damar olan genç subaylar ruhu günümüzde bile kendini hissettiriyor. 

2. Mahmut, Yeniçerileri, padişahları tahtan indiriyor hatta istediklerini öldürüyorlar diye kaldırdı. Yeniçeriler artık halkın namusuna bile göz dikmişlerdi. Lakin Yeniçerilerden sonra, Osmanlı’daki askerlerin sadece silah güçleri değil bir dünya görüşleri de vardı ve ülkeyi yönetmeye çoktan gönüllüydüler. İttihat ve Terakki yönetimindeki (onların yönetimi diyoruz çünkü artık padişah sadece isim olarak boy gösteriyordu) Osmanlı’da, batıcılık sadece askeri alanı değil, kadın, aile, toplum her şeyi etkilemişti. Abdülhamit’in gitmesini isteyen çoğu İslamcı şimdi de önü alınamayan Batı hayranlığı yüzünden çaresizlikle öze dönüş söylemlerini başlatmıştı. Ama ok yaydan çoktan çıkmıştı. Bizdeki aydınlar, Yahudi halkı olsun, Hristiyan halkı olsun din adamlarının elinden kurtuldukça özgürleşerek ilerlediğini düşünüyordu. Osmanlı’nın geri kalmasını da ulemadan dolayısıyla dinden bilmeye başladılar. Maalesef bazı ulema (matbaada Kur’an basılmasına bile caiz değil diyerek ateşi körüklüyordu.) Artık ilerici-gerici muhabbeti dönüşü mümkün olmayacak şekilde başlamıştı. Saflar da ayrışmaya…

Tarihi biraz geri saralım, 2. Abdülhamit’i tahta çıkaranlar da aslında İttihat ve Terakki’deki paşalar idi. Onlar Abdülhamit’i meşrutiyet şartıyla getirdiler. Evet, meşrutiyet ilan edildi ama Abdülhamit bir yıl sonra savaşı sebep göstererek meclisi kapattı hem de tam 30 yıl. Ama mecliste Ermeni, Yahudi birçok milletten de milletvekilleri de vardı. Meclis kapanınca kendilerini iyice azınlık gibi hissettiler. Ermeni sorunu çıkmaya başladı. Oysa yıllar boyu Sadıkayı Millet diye biliniyordu. Onların tarafından bakınca her azınlık bağımsız oluyor Sırp, Yunan vb. kendileri Osmanlı yıkılınca resmen ortada kalacaklardı. Anlaşılan bunca zaman bir arada yaşayanları ulusçuluk herkesi birbirine düşürecekti. Tercihten ziyade Osmanlı ve Müslümanlar ulusçuluğa maruz kaldı. İttihat ve Terakki partisi son kulvarda Enver Paşa önderliğinde Osmanlıyı 1. Dünya Savaşına soktu. Almanya’ya hayranlık duyulduğu için artık askerlere Fransız değil, Alman subaylar eğitim vermeye başladı. Cumhuriyetten sonraki dönemlerde ise Amerikalı subaylar eğitim verdi. Niye mi çünkü NATO üyesi bir ülkeyiz. Darbeleri kim yapıyor, yaptırıyor nereden bilelim. Ama dedim ya tarihe içinden değil de dışındaymış gibi biraz daha bakalım. Belki daha net bir resim görebiliriz. 

HİKAYE HEP AYNI

Yıllar önce İslamcı usta bir yazar (Dilipak değil) şöyle dedi, aklımda kaldığı şekilde aktarıyorum:

“Bu ülkede kimse Amerika’nın izni olmadan parti kuramaz!” 

Karşısındaki spiker çok şaşırdı. Bir anda soğuk rüzgarlar esti. Yazar sözlerine şöyle devam etti: 

“Niye şaşırıyorsunuz! Bu çok doğal değil mi? Amerika müttefik ortağınız, üstelik NATO üyesi olan bir ülkesiniz. Amerika ülkedeki parti kuracak potansiyelleri görüyor, onlarla istişare ediyor, yardım ediyor, bunda iki tarafın da saklayacağı bir şey yok. Ülkene füze savunma sistemi kuruyor da parti kuranlarla konuşması niye tepkini çekiyor? Teklif götürdüğü partilerden elbette bir takım istekleri olacak.”

Evet, Askeri eğitimi bırakın, ekonomi, siyaset, eğitim birçok şeyle artık seni kuşatmış. Sahi kim soktu bizi NATO’ya? Tarihi biraz geri sarıyorum, Adnan Menderes dönemine gidiyoruz. Ama biraz daha geriye gitmemiz gerekiyor. Evet, İsmet İnönü döneminde zaten yüzümüz dönmüş o tarafa. Hatta ABD; Almanya ve İtalya gibi faşist yönetimler istemedikleri için Türkiye’nin çok partili döneme geçmesini rica ediyor. Türkiye de çok partili döneme geçiyor. Bence diktatörlükten korktuklarından ziyade, Türkiye’de değişik parti seçenekleri de görmek istiyorlar. Yani İslam’a yönelik bir kitle mi var o zaman İslami ılımlı partiler iş görür. Halk o partiyi, parti de biraz halkın, biraz da Amerika’nın gönlünü ederse ne ala… Sahi İsmet İnönü niye yüzünü ABD’ye döndü. Meğer Rusya yine bizim topraklara göz dikmiş. Dönüp dolaşıp Rusya’ya geldik sanırım. Ama suçlu kim araştırmaya devam edeceğim inşallah.

DEVAM EDECEK…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *