Sabah Ezanı’ndan Tarih-i Kadim’e Tevfik Fikret

Sabah Ezanı’ndan Tarih-i Kadim’e Tevfik Fikret

Sabah Ezanı’ndan Tarih-i Kadim’e yürüyen Tevfik Fikret ile, İslamcılıktan Kemalizm’e, laikliğe ve dahi koşar adım dünyevileşmeye yürüyenlerin, Tevfik Fikret’le arasına bir ayraç koyabilecek kadar mesafe kalmış mıdır?

Yakup Döğer

Yaşadığımız zaman ve mekân diliminde en çok konuşulan meselelerden birisi, bir dönem farklı bir boyutta ve fikirde olan bazı şahısların, ilerleyen süreçte aksi istikamete doğru yönelmesidir. Sıklıkla şahit olduğumuz bu değişim ve dönüşüm, izah edilmesi zor ruh hallerinden biridir. İnsan halinde yaşanan bu değişim ve dönüşümün, sadece zamanımıza has olmadığı, tarihi vesikalara kısaca göz gezdirildiğinde görülecektir. İşte olumsuza doğru yaşanan bu değişim ve dönüşümün tarihi şahsiyetlerinden birisi de Tevfik Fikret’tir.

Tevfik Fikret’in ilk yazdığı şiirlerinden olan “Sabah Ezanında” yaptığı vurgular, samimi bir tevid ehli olarak duygularını yansıtmakta, Allah’ın “En Büyük” olduğunu defalarca şiirinde anmaktadır. Gizli aşikâr, ışıklı karanlık bütün alemler sürekli olarak Allah’ı zikretmektedir. “Allah en büyüktür.” Bütün Alem titreyerek büyük bir suskunluk içinde sürekli olarak Allah’ı anmakta, ibadet etmektedir. Bütün tabiat sessizlik içinde Allah’a yönelmiştir. (1)

Tevfik Fikret bu şiirinde, bütün duygu ve düşünceleriyle Allah’a yönelmiş, Allah’ın büyüklüğüne iliklerine kadar iman etmiş birisi olarak görünür. “İnanmak İhtiyacı” adlı şiirinde de, inanmak bir ihtiyaçtır, her şey ve her yer bir boşluktan ibarettir ve bir yere tutunmak ister. Bu sebepten inanmak bir ihtiyaçtır. (2)

Tevfik Fikret ilk dönemlerinde geleneksel eğitimin etkisindedir ve henüz Avrupa edebiyatını tanımamıştır. Servet-i Fünun – Edebiyat-ı Cedide– çevresiyle tanışınca, Batı edebiyatına yönelir. Düşünceleri, fikirleri de değişmeye başlar. Yıllar geçer, Fikret aradığını bulamamıştır. Gerçi ne aradığını da kendisi pek bilmez. Abdülhamid’in tek adam idaresine, istibdada karşıdır ve İttihatçıdır.

Zamanla kutsala dair fikirleri değişir. Gençlik yıllarında “En Büyük” olarak tanıdığı ve tanımladığı Allah’a isyan etmeye başlar. Beslendiği yeni kaynaklar, Batı dünyasının dinden ve kutsaldan uzak gıdasıdır. Din artık değişen dünyanın sorunlarına cevap verememektedir.

Bu dönemde Osmanlı aydını iki kısma ayrılır. Birisi dini çağa göre yeniden yorumlamak gerektiğine inananlar, diğeri de dinden tamamen kopmak gerektiğine. Dönemin İslamcı cenahı ilk zikredilenlerden olarak, dini yeniden yorumlayarak, genelde değişen dünyaya özelde ise Avrupa yaşam tarzına göre uyarlamaya çalışanlardır. İkinci cenah ise, dinden tamamen kopmanın gerektiğine kanaat getirmiştir.

Bir zamanlar “İnanmak İhtiyacı” ve “Sabah Ezanında” gibi şiirler yazan Tevfik Fikret de ikincilerdendir. Dinden ve kutsaldan kopar, geçmişinden utanır. Yaşadığı dinin mazisi karanlık ve kanla doludur. Fikret daha önce inandığı ve savunduğu bütün değerleri unutur. Unuttuğu gibi dine ve kutsala ağır ithamlarda bulunur. Tarih, baştan sona maval okuyarak ninnilerle uyutmuştur insanlığı. Tarih geçmişi zifiri karanlık bir hayat olarak gösterir.

Tevfik Fikret’in Tarih-i Kadim’inde, insanın en zorlu düşmanı, onu ulu katında boğmak isteyen tanrıdır. İnsanlık ise tanrıyı çok iyi tanımaktadır. Tanrı bir yılandır ve bir vakitler o yılanın zehrinden kendisi de bir tadımlık almıştır. (3)

Tevfik Fikret, Tarih-i Kadim’ini 1905 yılında yazar. Şiir okunmaya başladığında etraftan büyük tepki çeker. Hem dine, hem bütün kutsallara hakarete varan ifadeler vardır. Tarih-i Kadim uzun bir süre basılmadan okunur ve bu sürede tepki çekmeye devam eder. Batılılaşmanın, modernleşmenin iktidar eliyle sürdüğü dönemde, materyalist düşünceler gençler arasında yayılmaya başlar. Gençler Tevfik Fikret’in şiirinden olumsuz yönde etkilenmektedir.

Özellikle gençlerin bu şiirden olumsuz etkilenmesi muhafazakâr çevreleri rahatsız etmiştir. Bu sebeple Mehmed Ali (Ayni) (1869-1945) Efendi’den, Tevfik Fikret’e bir reddiye yazması istenir. Mehmed Ali Efendi, Tevfik Fikret’in 16 sayfalık şiirine 87 sayfa nesir olarak reddiye yazar. (4)

Tevfik Fikret’e yazdığı reddiyenin girişini Mehmed Ali Efendi’den dinleyelim:

Bu reddiyeyi bir rica üzerine yazıyorum. Tevfik Fikret’in Tarihi kadimini okuyan gençler ruhen zehirleniyorlarmış. Bu sebeple o tarihin mahiyetini ayrıntılı şekilde izah etmek, gençliğin selamet ve ismet-i fikriyesini muhafaza için elzem imiş. Vakıa bu manzumeyi, neşir edildiği vakit bende görmüştüm. Fakat ona böyle bir reddiye yazmak hatırıma gelmemişti. Çünkü öyle isyankarane tecavüzlere Tevfik Fikret’ten çok evvel cüret edenler gelip geçmişti. Eskilere nispetle daha dün denilecek bir zamanda Nietzsche, Hıristiyanlık aleyhinde Volter ile Feuerbach’ı fersah fersah geçmişti. O güne kadar işitilmemiş derecede şenii küfür ve tecavüzleri muhtevi olan cüretini deccal dahi yazmamış idi. Allah, onun nazarında fenalığın vücut bulmuş hali, İsa ise “salibin zehirli ağacına asılmış mütereddi bir Yahudi” değil miydi? İncil, dünyayı içi hastalar ve hasta bakıcılarla dolmuş geniş bir hastaneye çevirmişti. Ancak pek şiddetli olan bu çirkin hücumlara itibar olunsa insaniyet için felaket ve musibetlerden başka ne netice hasıl olurdu? Bununla beraber, o dalalet peşinde koşanların hepsi eserleriyle birlikte zulümat ve hüsranla, boğucu bir şüphe kuyusuna düşerek isyan içinde mahvolmamışlar mıydı? Hele Niçe, cinnet-i hezeyan ve nöbetleri içinde çırpınarak can vermemiş mi idi?

Bütün teessüflerimize rağmen Tevfik Fikret’te şimdi o kafile-i hasirine iltihak edecekmiş. Ne yapalım? Niçe’nin çabası, yüz milyonlarca Hıristiyan’dan kaç tanesini İncili okumaktan ve dinlemekten mani etmişti. “Tarih-i Kadim”inde bize ne tesiri olabilir demiştim. Böyle düşünmekle beraber, ona pek acımıştım. Daha garibi, bu manzumeyi ona nispet etmek istememiştim. Bu olamaz diyordum. Nasıl? Bu Tarih-i Kadim, “Sabah Ezanı” nazmı olan mümtaz şairin midir?

Acaba şimdi onu böyle inkâr ederek haykırtan bazı hadiseler mi olmuştu? Fakat her ne olursa olsun Tevfik Fikret kendisiyle bu kadar bariz bir tenakuza düşmemeliydi. (5)

Mehmed Ali Efendi, Tarih-i Kadim’in bütün dizelerine uzunca reddiyeler yazar. Doyurucu cevaplar verir. Konumuz reddiyeyi kritik etmekten öte, insana bu kadar keskin bir değişim ve dönüşümü gerektirecek sebepler nelerdir? Bir insan samimi bir Müslüman olarak yaşarken, nasıl böyle küfürde zirveye çıkabilir? Dün bütün benliğiyle iman ettiği değerleri, kısa bir zaman sonra nasıl yine bütün benliğiyle inkâr edebilir?

Mehmed Ali Efendi, Tevfik Fikret’teki bu değişimin nedenlerine de değinir. Değindiği nedenler dikkate değer niteliktedir. Bu nedenleri yine Mehmed Ali Efendi’den dinleyelim:

İnsanlar, Allah’ı arşı azametinden indirdikleri ve inkâr ettikleri halde, ne burçlar yıkılıyor, ne yıldırımlar düşüyor, ne kasırgalar esiyor ne cehennemler kaynıyor. Kimsenin aldırdığı yok. Bilakis her tarafta bu manzaraya karşı kah kah gülüyorlar.

Tevfik Fikret’in meali bundan ibaret olan beyitleriyle kızıl bir “la ilahilik” gösterdiğini yukarıda söylemiştim. Fakat onun şu tuğyan-ı senasında nasıl bir hisse tabii olduğunu sahihen bilmek isterdim. O hiç şüphesiz insanlara dargındı. Çünkü onun nazarında insanların hepsi ahmak, hepsi hilekâr, hepsi bencil ve belki hepsi kirli idi.

Kaç alın vardır çıkacak pak ve aydınlık”

Diye soran şairimiz kadrinin bilinmemesinden şikâyetçi idi. Öyle ya, parlak bir deha-yı şairaneye malik olduğu halde kıymetini bilmemişlerdi. Galatasaray müdüriyetinden bile çıkarmışlardı. Takdirsizlik yetmiyormuş gibi, başına birde diyabet arız olmuştu. Haydı o cahil insanlar onun kıymetini takdir edemiyorlar, Allah olsun onu maraz-ı haileden muhafaza edebilirdi ya! Fakat Allah’ta aldırmamış. Çünkü acizdir. Hem baksanıza onu yüzlerce asır oturduğu arş-ı azametinden kaldırıp yere çaldıkları halde hiçbir şey oynamadı. Ne olur insanların başına birkaç yıldırım düşseydi? Bir iki kasırga kopsaydı? Hayır hayır, tabiatta bir inilti bile yok. Bilakis her tarafta bu sükûta kah kah gülüyorlar. Şu halde şairimiz artık bütün öç ve intikam almışlığıyla sevinçli ve ferahtır.

Vakıa dünyada doğru yalnız şairimiz, samimi yalnız o, akıl yalnız Tevfik Fikret’te değil miydi? Vah zavallı bedbin hasta! Fakat ona sorsak arş-ı azametinden yere atılan hangi Allah imiş ve bunu yapanlar hangi insanlar imiş?” (6)

Tevfik Fikret’te görülen bu keskin değişim ve dönüşüm, günümüzde bize de bir şeyler hatırlatır mı? Bir vakitler bütün benliği ve samimiyetiyle iman ettiklerine, kısa bir süre sonra sırt dönenler, aksini savunanlar, nasıl bir ruh hali içindedirler? Ya da böyle keskin değişim ve dönüşümü yaşayanlar zaten böyle idiler de, esas benliklerine dönmek için önlerine çıkacak fırsatları mı kolluyordu? Ve ilk fırsatta da aslına mı döndüler?

Günümüzde “Dar-ül harp”ten “Bizim Devlet”e ulaşanların zihinsel kodları, Tevfik Fikret’ten farklı mıdır? Tevfik Fikret’in söyledikleriyle, modern ulus devleti kutsayanlar ve Allah’ı hiçbir işine müdahil kılmayanların amelleri, Tevfik Fikret’in ifade ettikleriyle aynilik göstermiyor mu?

Sabah Ezanı‘ndan Tarih-i Kadim’e yürüyen Tevfik Fikret ile, İslamcılıktan Kemalizm’e, laikliğe ve dahi koşar adım dünyevileşmeye yürüyenlerin, Tevfik Fikret’le arasına bir ayraç koyabilecek kadar mesafe kalmış mıdır?

Dipnotlar

1- Tevfik Fikret, Rübab-ı Şikeste, sayfa 220, İstanbul Tanin Matbaası, 1327 – 1911
2- Rübab-ı Şikeste, sayfa 218
3- Tevfik Fikret, Tarih-i Kadim, İstanbul, 1321
4- Mehmed Ali, Reybilik, bedbinlik, lailahilik nedir: Tevfik Fikret’in tarih-i kadimine bir cevap, İstanbul, Kitabhane-i Sudi, 1927
5- Mehmed Ali, aynı eser, sayfa 4
6- Mehmed Ali, aynı eser, sayfa 6

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *