Yolcunun işini kim bilir?

Yolcunun işini kim bilir?

Meseleyi tarifimizdeki zorluk ve çözüm yollarımızdaki kısırlık, yolculuk halimizin duraksadığına işarettir. Bir yerde sabit kalmışızdır. Yolculuğumuzda bizi etkileyen ve duraksatan bir güzellikte duraksamış, onu yolculuğun nihayeti kabul etmenin yanılgısına düşmüş ve orada donuklaşmışızdır…

Kendimizi Aramaklar Yolculuğu-16
(Fotoğraflar, yazı ve şiir: Mehmet Akif Coşkun)

Her yolculuk kendi sürprizlerini barındırır içinde. Yolculuğun türlü hallerinde bu vaki olsa da pek de önemsenmez aslında. Bizi yolculuğa iten sebep her ne olursa olsun, planlı programlı, üzerinde titizlikle hazırlanarak çıkılan yolculuktan tutun da spontane gelişen, hiçbir hazırlık yapmadan çıkılan yolculuğa ve hatta daha önce defaatle aynı yolda yapılan yolculuğa kadar hepsinde daha önce farketmediğimiz, yaşamadığımız sürprizleri serer önümüze. Her defasında kendimizi ilk defa buluyormuş hissine kapılırız. Her defasında yol yeniden yaratılır. Güneşin parlaklığı, bulutların devinimi, rüzgarın esintisi her defasında yeniden kodlanır. Yeniden kodlanan sadece yolculuğun temel unsurları değildir. Yolcu da her defasında yeniden yaratılır adeta. Her yolculukta yeni bir bakışa sahip olur. Yeni bir ruh haline bürünür ve o halinin bakışlarına damıttığı keskinlikle yolculukta karşılaşacağı her ayrıntıya dikkat kesilir ve ondan bereketini değirmenin yollarını arar. Bu öylesine hayret verici bir şeydir ki yolculuk sonunda kendini bir sonrakine amade kılar. Sanki lezzeti her defasında tatlanan bir hali yaşar insan. İnsanın yaratılış vasıflarından biri olduğuna ve hatta en temel vasfı olduğuna inanırım bu yüzden. Kısa bir sokak yürüyüşünde bile bu halin nüvelerini tadıyorsak, bu hikmetli hali hafife almamak gerektir. Bilhassa kendimizi kendi irademizle kendi zindanlarımıza mahkum ettiğimiz, tarifinde ve çözümünde zorlandığımız bir çağı ciğerlerimize soluklarken bu gerçeğin üzerini bir kez daha çizmemiz gerektir.

Her yeni yolculukta yaşadığımız yeni sürprizler bizim anlam dünyamıza bir şeyler fısıldar. Birbirinden bağımsız halde olan şeyler öyle bir anda, tam da siz oradan geçerken bir bütün oluştururlar ki, onların birbirinden bağımsız olduğu düşüncesinden ötürü utanmaya başlarsınız. Gökyüzünde kendi kurallarını koyan bulutlar, onun altında dünyamıza renk veren kuşlar, ihtişamıyla yeryüzünde bir denge oluşturan dağlar vesair tüm bunlar birbirinden ayrı mıdır? Hangisinin gerçeklerine tutunacağız peki? Yukarıdaki fotoğrafı inceleyiniz. Hazırlık yapılmadan spontane gelişen bir niyetle çıkılan yolculukta tam da o güzergahtan geçerken karşılaştığımız bu manzara karşısında adeta yolculuğumuzu kısa bir süreliğine dondurmuş, göçmen kuşların masmavi gökyüzünde ve sanki usta bir ressamın elinden etrafa şeffaf bir şekilde fırçalanmış bulutların altında, arkasında ihtişamıyla göz kırpan dağı fonlayarak süzülüşüne dikkat kesilmiştik. O kuşlar sürü halinde kirlenmiş ve bulanıklaşmış gözlerimizden içeriye göç ediyordu sanki. Şimdi soralım kendimize tekrar? Hangisinin gerçeklerine tutunacağız? Kuşların mı? Gökyüzü ve bulutların mı? Dağların mı? Tüm bunları ayrı ayrı hikmetlendirebiliriz elbette. Tüm bunlardan kendimize anlamlar devşirebiliriz. Fakat yukarıdaki fotoğrafta oluşturduğu manzaranın bakışlarımıza haykırdığı kadar olur mu? Peki bize ne haykırmaktadır bu?

Hepimiz birbirimizden farklıyız. Farlı renklere sahibiz. Farklı dillerden konuşuruz. Farklı gerçeklerimiz vardır. Farklı ruh ve duygu dünyasıyla yol alırız. Vazgeçemediğimiz zaaflara sahibiz. Bizi biz yapan vasıflara ve tecrübelere sahibiz. Her birimizin gölgesi bile farklı uzunluklardadır. Böylesine farklılıkları üzerimizde taşımamıza rağmen aynı yolda bizi yoldaş kılan şey nedir? Bizler bir araya gelerek, birlik hassasiyetini temel alarak bir bütün oluşturabiliyorsak eğer, bu, teklik halimizde bizi birlik olmaktan alıkoyabilecek fazlalıklarımızdan kurtulabildiğimiz içindir. Gerçeklerimizin bir önemi yoktur. Yolculuk halinin ve bu yolculuk halindeki yorgunluğumuza tahammülümüzün bir önemi vardır. Tahammül yoldaşları bir arada tutan bağdır. Her birimizin taşımakta zorlandığı yükümüz vardır. Bu yüklerimizi de hamledecek yoldaşa ihtiyacımız vardır. Yoldaş yükümüze hamal olur. Biz taşıyamadığımız o yükten kurtulmanın hafifliğini yaşarken aynı zamanda yoldaşımızın da taşımakta zorlandığı yükü haml ederiz kendimize. Onun taşımakta zorlandığı yükün hamallığını yapacak güce her zaman sahibizdir. Ve bu gücü sadece bu minvalde kullanabiliriz. Birbirimize tahammül edemiyorsak birbirimizin yoldaşı da değilizdir. O nedenle birbirimizi yakından tanımanın en iyi koşullarından biridir birlikte yolculuğa çıkmak.

Her yeni yolculukta yoldaşlarımızla aramızdaki bağı kuvvetlendirme imkanı bulurken aynı zamanda karşılaştığımız yeni sürprizlerle düşünce ufkumuzu da berraklaştırma imkanı bulur ve bu minvalde bakışlarımızdaki keskinliği de artırmış oluruz. Karşılaştığımız her neyse onunla bir bütün olmanın, o şeyin beklenilen eksik parçasının da biz olduğumuzun idrakini yaşarız. Sıradan bir kayanın üzerine oturmakla, yadımızda dağın sıcaklığına sarılarak sırtımızda biriken yüklerimizin gittikçe hafiflediğini hissederiz. Yükümüz hafifledikçe nefes almaya başlarız. Kendimizi aramaklar yolculuğunun bilinci alevlenir yeniden. Yükümüzü hafifleten nedir? Üzerine oturduğumuz o sıradan kaya, eteklerine yaslandığımız dağ, renkleriyle ve tüm canlılığıyla önümüze bir halı gibi serilen, bize hizmetini ilan eden vadi tüm bunlar sorumlu gördükleri yüklerimizi paylaşırlar aralarında. Yükümüzü hafifletip sırtımızı sıvazlayıp yolculuğumuzun daha bitmediğini hatırlatarak uğurlar bizi. Orası sadece bir durak yeridir. Orada durmaya ısrar etmek oraya haps olmak demektir. Kendi ellerimizle inşa ettiğimiz zindanımıza hapsolmak demektir. Yolculukta devam asıldır. Devam etmeliyiz.

Yolculuğumuz devam ettikçe zamanın farklı evrelerine de yolculuk yaparız. Üzerinde yolculuk ettiğimiz yolun yeni olmadığını görürüz. Bu yolun ilk yolcusu olmadığımızı görürüz. Kimler yolculuk etti bu yollarda. Kimlerle yoldaş oldular? Neyin yolcusuydular? Hangi istikametin yolcusuydular? Tüm bunların kalıntıları tökezletir bizi. Yolumuzda irili ufaklı bu kalıntılar ayağımıza takıldıkça hızımız düşer. Acele etme ey yolcu. Yürüyüşüne bulaşmış kibrini silkele üzerinden. Adımlarını ağırlaştır, yürüyüşünü vakurlaştır ki bakışlarına merhamet gelsin. Ayağına takılan bu kalıntılar geçmiş yolculukların hikayesidir. Okumasını iyi bil ey yolcu. Okumasını bilen kendini de iyi okutacaktır kendisinden sonra gelen yolculara.

Yaptığımız her yeni yolculukta tüm bunları düşünerek ilerlerken aslında yazımın başında da vurguladığım o asıl meselenin, o kendi irademizle kendi zindanımıza kendimizi hapsetmenin farkındalığına sahip oluruz. Meseleyi tarifimizdeki zorluk ve çözüm yollarımızdaki kısırlık, yolculuk halimizin duraksadığına işarettir. Bir yerde sabit kalmışızdır. Yolculuğumuzda bizi etkileyen ve duraksatan bir güzellikte duraksamış (Örn. 2. fotoğraf), onu yolculuğun nihayeti kabul etmenin yanılgısına düşmüş ve orada donuklaşmışızdır. Kendimizi kendi zindanımıza haps etmişizdir. Oysa yolculuk devam etmektedir. O donuklaştığımız yerde duraksayan, dinlenen, orayla bütünleşip bereketini çıkararak yoluna devam eden yolcuların ilerde yaşayacakları  ve birikmiş o dayanılmaz acı veren yüklerinden habersiz olacağımız gibi onlara tahammül dahi edemeyeceğiz. Böylesine bir çağı ciğerlerimize çekerken derdimizin tarifinde ve çözümünde yaşadığımız zorluk ancak yolculuğun devamıyla aşılacaktır. Kendimizi aramaklar yolculuğu nefes aldığımız sürece devam edegelen bir yolculuktur. Bu yolculuğun ne zaman biteceğini bilemeyiz. Ancak nerede biteceğini her gün şahidi olduğumuz ehli kuburdan ve her gün kulaklarımıza okunan selalardan aşinayız.  

Bilincinde miyiz? Değil miyiz? O halde yeni bir yolculuğa çıkmanın tam vaktidir. Öyle uzunca ve etraflıca hazırlanmamıza lüzum yoktur.

Kervanımız ne de olsa yolda düzülecektir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *