Şunu biliyoruz ki geçmişte, bugün ve gelecekte, yeryüzündeki insanların tamamı dinlerinden dönseler, Allah’ı bırakıp, ölmüş veya ölecek olan birtakım bedenlere secde ve rükû etseler, bu sapıklıkla hiç kimse Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez. Böyle bir irtidat İslam’ın değil, irtidat edenlerin payesi olur.
Mehmed Durmuş
Her çağın irtidatları, dönemin toplumsal ve siyasi koşullarına göre biçimsel farklılıklar arz etse de, içerik olarak ridde riddedir, irtidat irtidattır, geri dönüş geri dönüştür.
Günümüz ridde olaylarını en fazla ulusal şiarların kışkırtıcı baskısı tetiklemektedir. Sözünü ettiğimiz kışkırtıcılığa şüphesiz, Kur’an’dan okuduğu, Din’den edindiği, ‘iman’, ‘İslam’ vb. dediği şeyler, hançeresinden aşağıya inmemiş kişiler maruz kalmaktadırlar. Bu anlamıyla ‘maruz kalmak’ affedilmez bir zafiyettir. Zaten kışkırtıcı ulusal hisler de affetmedikleri için, zayıf kalpleri iflas ettirmektedirler. En küçük bir tehlike anında, en önce imanî ağırlıklarını gözden çıkaranların göğüslerinde imanın zaten ‘iliştirilmiş’ vaziyette duruyor olduğu bilgisine vakıf oluyoruz.
Günümüz ridde olayları ne hikmetse, bilhassa Kemalizm üzerinden cereyan etmektedir. Cereyana kapılanlar on yıllardır iman ettiklerini söyledikleri amentüyü Kemalizm’e kurban etmekte, adeta geçmişlerine tükürme yarışına girişmektedirler. Kalplerinin dönmüşlüğüne bin bir çeşit açıklama getirmeye çalışmaktadırlar.
Son yıllarda düzenin ulusal tapınma günlerinde Mustafa Kemal’i aklayıp-paklamalar, daha önce isnat ettikleri ya da isnat edildiğinde ses çıkarmadıkları günahlarından arındırıp, “bu ülkenin bir gerçeği” girizgahı ile başlayan, tanrılaştırmayla son bulan tevbe-i nasûh filigranlı ifadelerle saf değiştirmeler bir hayli artış göstermiştir. Böylece ökçeleri üzerinde fır dönen kişiler modern, ulusalcı, Kemalist mahalleye intisap etmektedirler. Kısacası yaşananlar, kalbi dönmüş kişilerin gerçek bir ridde olayından başka bir şey değildir.
Kemalizm’de bir ışıltı görüp de, ökçeleri üzerine dönüş yapan kimselerin tasvirini çok yüksek bir anlatım gücüyle Kur’an’da şu şekilde bulmaktayız:
“De ki: Allah’ı bırakıp da bize hiçbir fayda ya da hiçbir zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra şeytanların saptırıp, şaşkın vaziyette çöle düşürmek istedikleri, bazı dostlarının ise, ‘bize gel’ diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri (küfre) mi döndürüleceğiz? De ki, Allah’ın hidayeti hidayetin ta kendisidir. Bize emrolunan, alemlerin rabbi Allah’a teslim olmamızdır.”
(6/En’am, 71).
Aslında Kur’an bu gevşek insanların zilletini en belağatli şekilde anlatmayı, “Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku” diye başlayıp, bir köpek hareketi örneklemesiyle devam eden temsile saklamış gibidir. (7/A’raf, 175-176).
Bir insanın İslam gibi bir nuru yaşadıktan sonra Kemalizm gibi bir karanlığa saplanması, o insanın iyi ve kötü, hayır ve şer algılarının tamamen mefluç olmasıyla izah edilebilir. Kur’an ne kadar tesir edici açıklamaktadır: “İşte O sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Haktan sonra dalaletten başka ne var ki? O halde nasıl döndürülüyorsunuz?” (10/Yunus, 32).
Yunus suresinin bu ayetinden şu anlamı çıkarmamız mümkündür: İnsanın ‘keşfetmesi’ gereken İlah Allah’tır çünkü hak İlah O’dur. O’nun ötesinde, insanlar her kimi ilah edinirlerse, o dalaletten/sapıklıktan başka bir şey değildir. Amentülerini Kemalizm’le uyumlulaştıranlar ilk savunmayı, belirli bir şahsa tapmıyoruz diye yapacaklardır. Kendilerini buna inandırmak için bütün maharetlerini seferber etmektedirler. Yine Kur’an’dan istişhad edecek olursak, derin sapıklıklarının şuuruna erememekte, sefih olduklarını bilmemekte, hidayete karşılık dalaleti satın aldıklarını idrak edememektedirler. (2/Bakara, 9, 12,13, 16).
İman çift yönlü bir idrakle gerçekleşir; bir taraftan Allah beşeriyetin ve alemlerin yegâne ilahı olarak tasdik edilirken, öte yandan tağutun da aynı cevvaliyetle küfredilmesi gerekmektedir. Bu çağın bütün ideolojik kirlerini içinde taşıyan tozları yutmuş kitlelerin kurtarıcı, çığır açıcı, yol gösterici gibi sıfatlarla tazim ettikleri, varlıklarını bile kendisine bağlı olduklarını söyledikleri ölümlü bir beşerin tanrı olduğuna inanmaları istenmektedir. Yani Hak’tan sonra anca bir dalâl olabilecek bir varlık, bir zulüm fiili olarak hak yerine konulmak suretiyle tebcil edilmekte, “sizin aslında tanrınız budur ama unuttunuz” denilmektedir.
Allah’ın uluhiyetine razı olmayıp, elle tutup gözle görebildikleri, kendisine dokunabildikleri, mezarını ziyaret edebildikleri, çerçevelenmiş fotoğraflarına vuruldukları, beşerden mamul tanrılar edinenler gerçekten büyük bir dalalet içindedirler. Yaptıkları büyük bir ahlaksızlıktır, hak hırsızlığıdır. Halbuki bu insanlar mesela Kemalizm gibi karanlık bir siyasi ekolden herhangi bir hayır görmüş değillerdir. Hayır bütünüyle Allah’ın elindedir. Kemalizm ya da, isminin sonuna ‘izm’ eki getirilerek elde edilecek başka tapınma biçimlerinin tamamı, üzerine sinek konsa, sineği bile def edemeyecek kadar aciz, ölümlü varlıkların haddi aşan (tağutlaşan) söylem ve eylemlerinden ibarettir. Velev ki bir tağut kendi taraftarlarına geçici dünya menfaatlerinden bazı yararları dokundursa bile, kendisini mümin olarak adlandıran, şahsiyetini yitirmemiş, kişiliği bozulmamış hiçbir insan dünya menfaatlerine kalbini ve aklını satmaz. Değil mi ki, dünya menfaatleri bütünüyle Allah’ındır? Mülkü şu veya bu yolla gasp etmiş siyasi düzenler hiç yoktan nimet yaratan değil, Allah’ın nimetlerini kendi kural tanımaz yöntemlerine göre, bir nevi kula kulluk düzeni oluşturmak uğruna harcayan zorbalardır.
Geçmiş asırlarda daha doğrusu rasuller zamanında ya dinden çıkma ya da rasullerin çağrısına katılmamanın önemli bir gerekçesini fakirlik oluşturuyordu. Krallar rızkı veren ilah olarak görülüyordu. Bugün ise İslam’dan Kemalizm’e yelken açanların hemen her biri, en az eskinin kralları kadar varlıklıdırlar. Dünyevi nimetler arttıkça, bahse konu insanların din ve ilah değiştirme tutkuları da artmaktadır. Bu tutku da onların, Kemalizm kalesinden sabık dinlerine karşı savaş düzeni almalarını gerekli kılmaktadır.
Şunu biliyoruz ki geçmişte, bugün ve gelecekte, yeryüzündeki insanların tamamı dinlerinden dönseler, Allah’ı bırakıp, ölmüş veya ölecek olan birtakım bedenlere secde ve rükû etseler, bu sapıklıkla hiç kimse Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez. Böyle bir irtidat İslam’ın değil, irtidat edenlerin payesi olur. İnsanlar sadece ve sadece kendilerini aziz ya da zelil ederler. Bu arada ridde ehlinin Müslümanlara karşı ha bire hırçınlaşan dili, aslında vicdanındaki amansız çatışmanın dışa vurumu olsa gerektir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *