“Namık Kemal de Batının ruhsuz, merhametsiz mekanik medeniyetinin ihtişamı karşısında ezilen Osmanlı aydınlarındandır. Batının gözünde Osmanlı ‘Hasta Adam’dır. Fakat sadece Batının değil, Namık Kemal’in gözünde de Hasta Adamdır.”
Yakup Döğer
Müslümanların modernleşme döneminde yaşadıkları travma, tartışmadan uzak, gözlerden kaçmayacak kadar barizdir. Avrupa’nın baskın bir konuma gelip her alanda ilerlemesi ve psikolojik üstünlüğü ele geçirmesi sonucunda, Müslüman dünya yönünü Avrupa’ya çevirmekten başka çaresinin olmadığını düşünmeye başlamıştır. Müslümanların siyasi, iktisadi, hukuki ve içtimai sahalarda değişim ve dönüşümü kendi özüne doğru olmayıp, Batının üretilmiş değerlerinde doğru seyir izlemiş, bu tercihte telafisi imkânsız olan olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
Batı dünyasının üstünlüğü elde etmesinin sonucunda, dinlerine ve devletlerine itimadını kaybederek büyük özgüven kaybı yaşayan, ezik ruh haliyle çözüm arayan Müslümanlar, gavurların ağzıyla konuşmaktan ve onların değirmenine su taşımaktan kurtulamamıştır.
İlk İslamcılardan kabul edilen Namık Kemal de Batının ruhsuz, merhametsiz mekanik medeniyetinin ihtişamı karşısında ezilen Osmanlı aydınlarındandır. Batının gözünde Osmanlı “Hasta Adam”dır. Fakat sadece Batının değil, Namık Kemal’in gözünde de Hasta Adamdır. Batının tanımlamasına Namık Kemal’de eşlik eder.
“Hasta Adam tabiri, Fransızlar tarafından öyle kabul görmüş ki, başı Avrupa denen medeni dünyanın en güzel noktasına yaslanmış genç dinç güzel, dünya durdukça yaşamaya kararlı bir koç yiğit iken, şimdi can çekişip yatıyor. Ve biçarenin namı ise Devlet-i Aliye.”
Namık Kemal için medeni dünyanın en güzel yeri Avrupa’dır. Osmanlı ise Avrupa’nın gözünde Hasta Adamdır. Bu hasta adamın ise namı Devlet-i Aliye’dir. Devlet-i Aliye ise müzmin illetlere duçar olmuştur.
Namık Kemal’e göre devlet bir şahıstır, fakat “Şahsi Manevidir.” Devletlerin öyle İbni Haldun’un dediği gibi tabii bir ömrü de yoktur. Eğer hasta adam tabii şartlara göre hareket etse, hem sıhhat bulacak, hem kuvvetlenecek hem de dünya durdukça ömür sürecektir. Namık Kemal, devletin baskıcı idaresinden, istibdattan şikâyetçidir. Altı asırlık koskoca devlet göz göre göre yıkılmaya mahkûm olmuştu.
Peki neden? Namık Kemal buraya da dikkat çeker. Dikkat çektiği üç husus vardır. Birincisi hastalığın hakikatinin ne olduğu, diğeri bu hastalığı niçin başından savamadığı ve ne yaparsa başından bu hastalığı savabileceği? Bu üç sualin cevabı doğru bir şekilde bulunursa, hasta adam kurtulabilir. Namık Kemal bu suallere kendince cevaplar bulur.
“Hastalığın hakikati adam kıtlığı, mal kıtlığı, asker kıtlığı, velhasıl kıtlık, kıtlık, kıtlık, her şeyde kıtlıktır. Onun kaynağı ise baskıcı idaredir.”
Müellif, bütün hastalıkların, yoklukların, sıkıntıların kaynağını, devlet idaresindeki baskıcı politikalarla ilişkilendirir. Devleti yönetenler, milletine karşı baskı uygular ve hürriyet ortamı ortadan kalkarsa, devleti batıracak illetler de zuhur etmeye başlar. Devlet ricali, kendi iktidar hırsı için, liyakatten ziyade sadakate, adam kayırmacılığına, ehliyetsiz insanları sadece kendilerine sadık oldukları için iş başına getirirse, devlette işler yolunda gitmeyeceği gibi, millette içinde de sıkıntılar baş gösterecektir.
Modernleşme döneminde, devletin idari usulünün Müslümanların tarafından talep edilen tek seçeneği Batı tipi parlamenter sistem olan meşrutiyettir. Namık Kemal’de parlamenter sistem meşrutiyet fanatiğidir. İstibdad ile meşrutiyet arasında bir seçim yapmak zorunda kaldıklarını hissettiklerinden, akıllarına başka bir siyasi usul gelmemektedir. Zaten Osmanlı da, zahiren her ne kadar saltanat olarak görünse de, hakikatte ferdi hürriyetin yaşandığı bir hükümeti meşrutadır.
Müellif bunun nasıl olduğunu da izaha gayret eder. Osmanlı’da ulema hüküm verir, padişah vezirler icra eder, ahali de bu icraya karşı boyun eğerdi. Namık Kemal ileri sürdüğü bu iddiasına tarihten bazı örneklerde verir.
Molla Gürani merhum teftişi evkaf memuriyetiyle Bursa’da bulunduğu zaman Fatih Sultan Mehmed oraya bir ferman gönderir. Makam-ı hükümette okunur. Hoca efendi hemen fermanı mübaşirin elinden alır, “bunun hükmü hilaf-ı şeriattır, padişah şeriata muhalif ferman gönderemez, biz nehyi anil münkere memuruz” diyerek fermanı paralar. O hiddetle kalkar Mısır’a ihtiyar-ı garabet eder. Fatih merhumun müessir-i celadetinden ziyade, şan-ı saltanatını ila edecek olaydandır ki, gördüğü hakaret üzerine üstadının hakkını teslim ve şanına bir kat daha tazim ederek akçeler bukçeler ricalar niyazlarla Mısır’dan celbine ihtimam eyler.”
Namık Kemal geçmişte devlette esas söz sahibi kimlerin olduğuna dikkat çekmeye çalışır. Fatih Sultan Mehmed dahi, bir ulemanın muhalefetinden çekinmiş, halkın nazarında meşruiyetinin kaybolmasından korkmuştur. Müellif böyle birkaç örnek daha verir. Vaktiyle küçük bir aşiretten büyük bir hilafet teşkil eden ve varlığıyla dünyayı titreten Devlet-i Aliye, böyle zamanlarda güçlenmiştir.
Son zamanlarda yaşanan istibdad döneminde ise her şey değişmiştir. Hükümet kanun yapmakta, hükümet hüküm vermekte ve hükümet icra etmektedir. Her şey memleketi idare eden ricalin iki dudağı arasındadır. Ahali denince ise hiçbir şey anlaşılmamaktadır.
Namık Kemal yaşadığı dönemde fikir hürriyetinin olmadığını da ifade eder.
“Ulemadan bir zat İstanbul’a gelip vaaz eder, nasihat yazar, daha taharetini bilmez bir takım devlet-i müstebidan tuttukları gibi Anadolu’ya sürgün ederler. Padişahın kendi hanedanına zulüm etmekten başka iktidarı yok. Ahalinin hali ne-üzubillah biri kahveye çıkıp da acaba bugün ne var ne yok dese mahpusta çürümek mukarrer. İşte Devlet-i Aliye’nin “hasta adam” namını kazanarak kendine nispet bir ufak fare hükmünde bulunan Karadağ’dan bile tir tir titrediği zamanlarda bu zamanlardır.”
Namık Kemal’in ifadelerinden, ciddi bir baskının olduğu anlaşılmaktadır. İktidar aleyhine konuşmak, yazmak, kişinin başına önemli sıkıntılar açmaktadır. İşte bu baskıcı yönetim de devleti zayıflatmakta, kendi gücünü tüketmekte, tebaasının da buhran içinde yaşamasına neden olmaktadır.
Buhran döneminden kurtulmanın çaresi ise, ahalinin eski hürriyetine kavuşması ve devletin eski müsamahakâr idareye dönmesidir. İşte o vakit hasta adam sıhhat bulacaktır. Mahkeme denilince kanun anlaşılmalı, memur denince hizmetkâr, ahali denilince de meşru hükümet anlaşılmalıdır.
Dönemin devlet aklında, ahalinin hürriyetine karşı başka bir savunma iddiası vardır. Bu iddiaya göre, ahaliye hürriyet verilecekse, zamanın iktizasına göre derece derece verilmelidir. Namık Kemal bu iddiaya da itiraz eder. Zira O’na göre hürriyetin zamanın iktizasıyla ilişkisi olamaz. Bu düşüncelerin sahipleri elinde vatan inlemektedir. Oysa bu vatan umumun müşterek validesidir. Menfaat hırsı ile yanıp tutuşanlar, yakalandıkları hastalığı ayak terinden müstefit olmaya çalışmaktadır.
Namık Kemal, Devlet-i Aliye’nin “Hasta Adam” olarak anılmasına sebep olan illetlerin başında, baskıcı idarenin varlığını ve ferdi hürriyetin yokluğunu görür. Millet düşündüğünü söyleyememekte, iktidarın politikalarını eleştirenler ise olmadık zulümler görmektedir. Ehliyet ve liyakatten ziyade, iktidara sadakat ön plana çıkmaktadır. Bu usul ise devlet işlerinde sıkıntılara yol açmakta, her geçen gün sorunlar büyümektedir.
Namık Kemal’in yüz elli yıl önceden yazdığı bu satırlar, günümüz devlet ricali için de önemli tavsiyeler içermektedir. Kıllet-i rical, kıllet-i mal, kıllet-i para, kıllet-i liyakat, kıllet-i ahlak, kıllet-i edep, kıllet-i haya, kıllet, kıllet, kıllet…
Namık Kemal, Hasta Adam, Hürriyet, sayı 24, tarih 07 Aralık 1868
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *