Laik kesime ve cumhuriyetin kurucularına göre, artık ‘buhran’ sona ermiş, din tedrisatı ilim tedrisatının ezici ispat kuvveti karşısında akıl ve muhakeme alemindeki yerini bırakarak gerilemiştir. Din gerilediğine göre, Türk mektepleri nasıl bir maarif uygulaması yapmalıdır?
Yakup Döğer
Malum olduğu üzere Osmanlı’nın dağılması sonucunda Cumhuriyet rejimini kuran kadro, hem İslam Dinine hem de Müslümanlara karşı amansız bir baskı ve sindirme politikası izledi. İslam’ın ve Müslümanların sesinin kısılması hatta ortadan kalkması için devlet gücüyle ne yapılması gerekiyorsa yapılmaya çalışıldı. Ezanlarımız Türkçeleşti, Kitabımızın okunması ve öğrenilmesi yasaklandı, yasaklara uymayanlar ağır cezalara çarptırıldı. Fakat mazlum, mustazaf, cefakâr Müslüman halk, her şeyi göze alarak, saman damlarında, hayvan ahırlarında, gece karanlıklarında dinini ve kitabını öğrenmek için mücadele etti. Ne dininden ne de kitabından vaz geçti.
Yeni kurulan cumhuriyet rejiminin aktörleri, gâvurlukta gavurları aratmayacak performans sergilemekteydi. Tabii bu aktörlere akıl veren yerli gâvurlar da eksik değildi. Cumhuriyetin din ile ve dini tedrisatla ilişkisinin nasıl olması gerektiği hususunda sürekli fikir üretmekte ve aktörlere akıl vermekteydi. Laik kesim basın yayın yoluyla yeni fikirleri duyurmaya, rejim sahiplerini bilgilendirmeye çabalamaktaydı. Dönem itibarıyla bu hususta birçok neşriyat yapılmış, cumhuriyetle dini tedrisat hakkında fikirler yürütülmüştür. Laik kesim, cumhuriyet rejiminde dini tedrisatın olamayacağını, dini tedrisatın cumhuriyette yeri olmadığına dair uzunca izahlarda bulunmuştur.
Dini tedrisatın cumhuriyet rejiminde olmaması gerektiğini sürekli dile getiren neşriyatların başında Abdullah Cevdet’in İçtihad Gazetesi gelmekte, gazete sütunları la-dini tedrisat üzerine üretilen fikirlerin harman yeri olarak işlev görmektedir. Laik kesimin düşüncesinde, cumhuriyet binasının atılacak temellerinden biri “La-dini” bir tedrisat olacaktır.
Cumhuriyet rejimini savunan ve yeni mefkûreyi dinsizlik üzerine kurmaya çalışan laik kesim, yeni düzende geçmişe dair hiçbir şey görmek istememektedir. Laik kesimin görüşüne göre, geçmişte mektepler buhran içindedir. Dini tedrisat yapılırken akıl ile nakil çarpışır fakat bir türlü birleşemezdi. Yaşanan bu çarpışma ilim ehlinin kafasında olmaz, genç ruhların hariminde gerçekleşirdi.
Aklı ve pozitif bilimleri merkeze alan laik kesim ve cumhuriyet elitleri, tedrisatta naklin tahakkümünün sürdüğünü sıklıkla dile getirir. Onlara göre, dünkü mektepte sadece tahakküm vardı. Bir yanda aklın ve ilmin tahakkümü, bir yandan naklin ve hissin tahakkümü. Dünkü mektepte selamet yoktu. O ya ilim hususunda geriye sürükler yahut din hususunda taassuba saplanırdı. Dünkü mektepte Allah’ı pota içinde bulamadığı için inkâr edenler görülür fakat aynı zamanda “Şakk-ı Kameri” ilmen ispata kalkışanlar da vardı.*
Laik kesime ve cumhuriyetin kurucularına göre, artık bu buhran sona ermiş, din tedrisatı ilim tedrisatının ezici ispat kuvveti karşısında akıl ve muhakeme alemindeki yerini bırakarak gerilemiştir. Din gerilediğine göre, Türk mektepleri nasıl bir maarif uygulaması yapmalıdır? Cumhuriyet rejimine akıl verenler bu soruya da bir cevap bulmaya çalışırlar. Cumhuriyet umumi hayatın selameti namına iki şıktan birini tercih etmelidir. Ya din tedrisatı bütün ilim harsını ve zekâ kuvvetini birden kavrayacak bir felsefe tedrisatına inkılap etmelidir yahut bugünkü şekliyle okutulmaktan ise devlet programlarından büsbütün kaldırılmalıdır.
Yeni rejimin kurucu kadrosunun ve akıl hocalarının İslam’a ve Müslümana hiç tahammülleri yoktur. Onlara göre Müslümanlık bir ders değildir. Mektepte tahsil edilemez ve mektepte Müslümanlık tahsil etmekle insan Müslüman olmaz. Geçmiş dönemlere de atıf yapan laikler, din tedrisatının olumlu tesirinden ziyade olumsuz sonuçları olduğunu ileri sürer. Eğer mektepte din tedrisatı yapılacaksa, bunların muhtevası ruhi, içtimai ve metafizik alanlarında olmalıdır. Laikler dini, siyasi ve hukuki alandan dışlar, dinin vicdan meselesi olarak anlaşılması gerektiğini savunurlar.
Laik kesim, ruhi, içtimai ve metafizik alanlarındaki derslerin de din hocaları tarafından verilmemesini isterler. Eğer bu alanlarda din eğitimi verilecekse, ilim adamları tarafından verilmelidir. Yani bu dersleri verecek olanların da, din ile alakası olmamalıdır.
Laik kesim dine karşı bunca müsamahasız yaklaşmasına rağmen, cumhuriyetin din düşmanı olarak anlaşılmasını da istemezler. Bu hususa açıklık getirmeye çalışırlar. Bu kanaati bertaraf etmek için, cumhuriyetin prensipleri olarak ifade ettikleri eşitlik ve hürriyeti savunma hatlarının merkezine koyarlar. Hürriyet namına aklın, muhakemenin kabul etmediği hiçbir fikir, münakaşa mevzuu olan herhangi fikir resmen mektep çocuklarının kafasına yerleştirilemez. İtikat bahsi serbest olduğundan çocuk itikadını serbestçe anasından babasından yahut cemiyetinden ve mabetlerinden alabilir.
Laik kesimin bu ifadeleri -onların dine ve Müslümana olan düşmanlıklarını bir an görmezden gelirsek- makul bir düşünce olarak değerlendirilebilir. Fakat bilmedikleri bir şey, bu memlekette din, hiçbir şekilde devlet kontrolünden çıkmamalıdır. Devlet aklı böyle çalışmaktadır. Devletin rejiminin cumhuriyet olması, laik-seküler kapitalist, Kemalist olması, devletin dini kontrol altında tutmasına mani değildir. Bilakis tam aksi, devlet dini kendi kontrolünde tutmak için devasa bütçeleri olan kurumlara sahiptir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında laikler, cumhuriyet mekteplerinde eğitimin ne dinci ne de gayri-dinci olmaması gerektiğini tavsiye ederler. Eğitim la-dini olmalıdır. Aslında la-dini de, dinsizlik demektir. Kanaatimizce dinsizlik tabiri laikleri korkutmakta, la-dini tabirini kullanmaya zorlamaktadır.
Laiklerin kısır bir döngü içinde oldukları gözlerden kaçmamaktadır. Onlara göre cumhuriyet rejiminin mektepleri la-dinci fakat ahlaki, bedii ve insani bir harsın muhiti olmalıdır. Laikler ahlakı ve insaniliği dinden soyutlamaya çabalarken, dinden de vaz geçemezler. Her şey ilimden ibaret kalırsa, vicdan hazinesi boşalır. Zira demokrasi ilim müessesi olmakla beraber, vicdanların birleşmesinden kuvvet alan bir hayat tarzıdır. Laikler cumhuriyet rejiminin asli vazifesini, dar ve karanlık zihniyetlerle mücadele olarak tanımlar. Bu sebepten fikirlerin büyümesi için aydınlığa koşmalıdır. Yarı dini, yarı gayri-dini olarak iki tarz tedrisattan kaçınılmalıdır. Dar ve karanlık zihniyetlerden kasıt ise, şüphesiz ki dindir, din olarak ise İslam’dır.
Cumhuriyet rejimi kurucu kadrolarının İslam’a ve Müslümanlara olan hasımlığı, ilk kuruluş yıllarından günümüze kadar hiçbir zaman eksilmeyen bir süreklilik göstermektedir. Dini vicdan meselesi babında ele alan kurucu zihniyet, toplumu birleştiren manevi güç olarak değerlendirmekte ve kendi kontrolü altında tutmaya gayret göstermektedir.
* İsmail Hakkı, La-Dini Yani Sadece Ahlaki, Bedii ve İnsani Bir Terbiye Temeli, İctihad, Cilt 21, sayı 202, tarih 15 Nisan 1926
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *