İktidarlarla İlişki Bağlamında Müslümanların Yaşadığı Genel Sorunlar

İktidarlarla İlişki Bağlamında Müslümanların Yaşadığı Genel Sorunlar

Müslümanlık tarih boyunca peygamberlerin yapıp ettiklerinin bir özeti ve doğru anlayış ve yaşayışıdır. Kur’ân’da bize bildirilen kavimlerin/ bizden önceki Müslümanların başına gelenlerden ibret almak sadece bireysel hayatla sınırlı tutulamaz. Bunun idare ediş biçimiyle de alakası vardır.

Kazım Sağlam / Medeniyet Düşünce ve Kültür Bülteni (Sayı 61)

İslâmlık ile insanilik birbirinden ayrılmaz. Bir kişi ne kadar insani değerler taşıyorsa o kadar İslâm’a uygun bir yaşam sürdürüyor demektir. Bu yönüyle bakıldığında dosya konumuzu “Müslümanların iktidarlarla imtihanı” değil de “insanların iktidarlarla imtihanı” şeklinde genişletirsek sanırım daha kuşatıcı ve daha isabetli olacaktır.

Erk/iktidar, insan fıtratını korumak ve geliştirmekle mükelleftir. İktidarın doğru işleyip işlemediğini fıtratı koruyup koruyamadığına, geliştirip geliştiremediğine bakarak anlayabiliriz.

Fıtratı korumak sadece insanın özünü korumakla sınırlı değildir. Kâinatın fıtratını da önce anlamak sonra da muhafaza etmekle mümkündür. Tekil olarak insan ele alırsak insanın özünü de tam kavrayamayız. İnsanın ilişkide olduğu bir dünya var, bu dünyayı anlamadan insanı anlamak da zordur.

Kâinatın işleyişinden bihaber, insanı anlamak ne denli doğru olur? Erk/iktidar yukarıdan aşağıya/kâinattan insana doğru bir bakış açısıyla olay ve eşyaya bakarsa insanı daha iyi anlar ve idareyi daha doğru yapabilir. Tarih boyunca din adına erk sahiplerin yapıp ettiklerini göz önünde bulundurmadan erkin doğru işleyip işlemediğini de anlayamayız. İlk insan aynı zamanda ilk peygamberdir. Dolayısıyla idare ile din arasında kopmaz bir bağ vardır. Bize bu dünya hayatının ne olduğunu ve nasıl yaşanması lazım geldiğini ilahi buyruklar belirler. İnançsızların iktidar adına söyledikleri ve yaptıkları ya ilahi buyruğu saptırmak veya bu buyruklara zıt hareket etmekle oluşmuştur. Bu yönüyle inançsızların / tanrı tanımazların orijinal bir idare biçimi oluşturdukları söylenemez.

Zaaflar Hep Olacaktır

Tüm idari biçimler ya ilahi olanla doğru irtibatlıdır/fıtrata uygundur veya ilahi olanla savaş hâlindedir/fıtrat bozucudur. Erki işletmek bu iki ana eksen etrafında döner dolaşır. Aralarında farklılıklar vardır ama anlayış, düşünüş ve yaşayış açısından bu iki ana idare biçiminden birine dâhil olurlar. Müslümanlar açısından erk/idare/iktidar ile alaka kurmak biçimi bu iki ana eksen hesaba katılarak ele alınmalıdır. İdare biçimi olan iktidar bu ana eksende nerede duruyor, ilahi buyruklara açıkça aykırı mı davranıyor, yoksa o doğrultuda mı idareyi sürdürüyor? Ana yol olarak sırat-ı müstakim dediğimiz gidiş istikametinde giden iktidarın hataları ve yanlışları elbette olabilir, olur çünkü erki işletenler insandır ve insani zafiyetler taşır. Müslümanlar da insandır ve insanî zaaf taşırlar. Müslümanların kurduğu devletler de zaaf taşırlar, bunu göz ardı edemeyiz.

İstikamet Üzere Olmak

Asıl üzerinde durulması lazım gelen husus ana istikamettir. Ana istikamet üzere yürüyen erki işletme/iktidar, bu istikamet üzere yürürken yaptığı yanlışlar, eksiklikler, bozgunculuklar, adam kayırmacılık vb. hususları da düzeltme yoluna gidilmesi ve bu konuda gereken ikazın yapılması da elzemdir. Bu ikazlar ve nasihatler yapılırken kullanılan dil ve üsluba da ayrıca dikkat edilmelidir. Burada İslâmi literatür kullanılarak tarih boyunca -Hz. Adem’den bugüne- Müslümanların iktidarlarında nelerle karşılaştığı ve nasıl bir yol izlendiği de göz önünde bulundurulmalıdır. Tarihin akışı düz bir çizgi üzerinde ilerleyerek gelmemiş ve öyle de gitmeyecek. İnişli çıkışlı bir hâl üzere gelmiş ve gene iniş çıkışlı bir hâl üzere akıp gidecektir. Dolayısıyla her bir iktidar döneminin kendi özel şartları ve karşı karşıya kaldığı özel problemleri vardır. Bunları tek tek ele alıp değerlendirmek İslâmi erk sahipleri için vazgeçilmez bir ödev olmalıdır. Çünkü bugünün Müslüman’ı bütün insanlığın mirasçısıdır.

Müslümanlık tarih boyunca peygamberlerin yapıp ettiklerinin bir özeti ve doğru anlayış ve yaşayışıdır. Kur’ân’da bize bildirilen kavimlerin/ bizden önceki Müslümanların başına gelenlerden ibret almak sadece bireysel hayatla sınırlı tutulamaz. Bunun idare ediş biçimiyle de alakası vardır. Bilhassa İslâm adına iktidarı icra edenler bunları detaylı bir şekil sahih kaynaklardan öğrenmeli ve dersler çıkarmalıdırlar. Hassaten Hz. Peygamber’in uygulamaları ve arkasından gelen idari biçimleri; Emevi, Abbasi, Endülüs Emevileri, Tavaif-i Mülûk dönemleri, Osmanlı Devleti’nin tecrübesi, son zamanlarda oluşan ulus-devlet dönemindeki şibh-i İslâm uygulamaları vb. dahi dikkate alınmalıdır.

İdeal ile Realite Çatışması

Tarih boyunca iktidar ile ideal sahibi Müslümanlar arasında daima sürtüşmeler olmuştur, bu durum devam edecektir. İktidar olmadan önce insanların söyledikleriyle iktidar olduktan sonraki söylemleri ve icraatları arasında farklar olur çünkü sırtında yumurta küfesi olmayan rahat konuşur ve mesuliyeti olmadığı için de en ideal idare tarzını savunur. Bu da Müslümanlar olarak vazifelerimiz arasında olmalıdır. İdeali önümüze koyacağız, ona doğru yol almaya çalışacağız ama bileceğiz ki bizim yapıp ettiklerimizde de nakısalar, sapmalar olacak. İdeale aykırı olanlara da bakacağız, bu aykırılıklar eğer mezkûr iki ana işleyişten ilahi olana zıt değilse onu ıslaha çalışacağız. Eğer ilahi olanın dışında ise onun yerine ilahi olana doğru nasıl evrilir, onun yolunu bulmaya çalışacağız.

Mesuliyet sahibi olmayan ve erkin işleyişinden de bihaber olan birileri, ideali reel gibi sunarak bir değerlendirme ve işleyiş önümüze sürerse bunun karşılığının olmadığını bilmeliyiz. Pratik hayatla irtibatı olmayan düşünce ve teoriler, gerçek hayatla, vakıayla karşılaşınca pratik hayat daima baskın çıkar ve ideali yumuşatır. İnsani ve ameli zaaf taşıyan iktidar ile din dışı işleyiş üzere icra olunana aynı gözle bakmamak gerekir. Zaaflar telafi edilebilir ama ilhad üzere bina edilen işleyişin telafisi mümkün değildir. Türkiye sathında yaşanan iktidar/ erk işlemesinde bir garabet vardır. Cumhuriyetin ilanıyla “Batı medeniyet” dairesine giren devlet, siyaseten erkin işleyişini İslâm dışı bir düşünce üzerine bina etmiş; İslâm anlayış, düşünüş, yaşayış ve idari işleyiş biçimini Batı normlarına göre tanzim etmiştir. Bu da dinin fıtratına aykırıdır.

Türkiyeli Müslümanların Sorunu

Kâinatın fıtratı bozulunca nasıl tabiat kendini yeniliyorsa dinine bağlı olanlar da Müslümanca yaşamak için kendilerine bir alan açmaya çalışıyorlar. İktidar bu hususta bocalıyor, bir taraftan Müslüman halk var, diğer taraftan erkin dayandığı mevzuat var. İdare ve meri hukuk diyor ki dini yok say, Müslüman’ın itikadı da diyor ki itikadını ve amelini muhafaza eyle. Halk kendine göre çareler arıyor, aradığı ve bulduğu çareler kimi zaman İslâm’ın genel hükümlerine uygunluk arz ediyor, kimi zaman da uygunluk arz etmiyor. Tali ve başka yollara başvuruyor. İdare tamamen “Batı standartlarına uygun bir meri hukuk istiyor.” Bu hâl elan Türkiyeli Müslümanların en önemli sorunudur.

Vakıanın gerçek adını koyarak önerilerde bulunmanın önünde koca bir mevzuat var, barikatlar, yasal engeller var. Adını doğru koyarak mesele orta yere konulursa yafta hazır: “irtica”. Dolaylı anlatımla, ödünç kavramlarla koskoca İslâmi anlayış ve medeniyeti izah etmek de zor. Bir zorluk da tarihte uygulanan erkin işleyiş biçiminin bugüne nasıl aktarılacağıdır. Tarihin herhangi bir zaman diliminde -buna önceki peygamberler dönemi de dâhil- bir uygulamayı bugüne aynen aktarmanın ve hayata geçirmenin doğuracağı sıkıntılar var.

Ruhunu kavrayıp bugünün şartlarına uygun idare etme biçiminin de getireceği sıkıntılar var. İmparatorluk çağının olduğu demlerde Hilafet idare biçimi o günkü çağa uygundu ama çağ kapandı, coğrafyalar değişti, İslâm ümmeti ulus-devletlere bölündü, yeni yeni idare biçimleri oluştu. Bizim dışımızdaki dünyada, böyle bir dünyada, “Hilafet” nasıl tesis edilir veya tesisi mümkün mü? Ulus-devletlerin değeri, etkisi, Asr-ı Saadet’teki bir kabile kadar bile değildir. Ulus-devletleri kutsamak aslında küresel güçlerin ekmeğine yağ sürmek demektir. Her bir ulus-devlet, kendini korumak için büyük bir devlete sığınma ihtiyacı duyar. Hâl böyle olunca tek tek ulus devletler, büyük devletlerin, çok uluslu şirketlerin payandası olmaktan öteye geçemezler.

Gerçek İktidarın Farkına Varmak

Bugünkü Müslüman’ın imtihanı gerçek iktidarın kim veya ne olduğunu bilememektir. Görünmeyen bir iktidar var. Aslında her an bizi kontrol eden ve fakat kendini göstermeyen bir iktidara karşı Müslüman kimliğini muhafaza etmek çok güçleşmiştir. Bu çağın gerçek muktedirlerini bilmeden geçmiş iktidarları suçlayarak işin içinden çıkmaya kalkışmak; örtük muktedirlerin oyuncağı olmaya amade olmak anlamına gelir. Suçu geçmişe yükleyerek işin içinden çıkmak en ucuz yoldur, daha doğrusu gerçek problemlerden kaçıştır.

Bugün Müslüman halk ile kendilerini idare edenler arasında bir kopukluk, hatta bir düşmanlık vardır. Erki elinde tutanlar kıblesini değiştirmiş, yönünü Batı’ya çevirmiştir, Müslüman halk ise kıblesine yönelerek istikamet üzere yürümek istemektedir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *