Yüz küsur yıl önceki bir feryadın, genelde günümüz insanlığına, özelde ise Müslümanlara hitabı iç yakıcıdır. Her şeyin parayla alınıp satıldığı ve her değerin bir bedeli olduğu bir dünyada, “Müslümanım” denildiği halde, “iman etmenin” sınırları yok mudur? “İmanlıyım” demek, fakat aynı zamanda piyasa şartlarını ileri sürerek kapitalist pazarın bir figürü olmak ne anlama gelmektedir?
Yakup Döğer
Toplumların hayatında süreklilik gösteren bazı hususlar vardır. Bu hususlar iyiye güzele dair ise sevinç ve mutluluk duyulur. Fakat süreklilik arz eden hususlar buhran ve sıkıntılara dair ise, toplumda ortaya huzursuzluk çıkmaya başlar.
Bizim toplumumuzda da birçok olumsuzluk süreklilik gösterir bir durum almıştır. Pahalılık, karaborsacılık, serbest ticaret söylemi üzerinden kendi milletini soyan yasal yağmacılar, milletin kanını emmeyi süreklilik haline getirmiştir.
Yüz – yüz elli yıllık yakın tarihimizde yazılıp çizilenlerin, yazılıp çizildiği tarihler parmak ucuyla kapatılıp okunsa, sanki günümüzde yazıldığı ve günümüzde yaşananları anlattığı görülür. Bu sözümüze işaret eden kısa bir makale, 1919 yılında İtisam Mecmuasında Mehmed Hilmi Efendi tarafından yazılmıştır. Mehmed Hilmi Efendi makalesinde zamanının sürekli fiyat artışlarını, ticaret erbabının insafsızlığını, fırsatçılığı ele alıyor. Ve bu fırsatçılığın, “Ticaret serbesttir” düsturu ile nasıl meşrulaştırılmaya çalışıldığına değiniyor.
“Çarşılara gidiniz, sokakları geziniz, o ne büyük ihtiras! O ne yağmagirlik.
Aman Ya Rabbi! Dün sabah yüz kuruşa kendisine mal ettiği bir metaı bu sabah yüz elli iki yüz, üç yüze bağırıyor. Metaı müşteriye uzatırken, ‘iki gün sonra dört yüz elli, ah sattığıma bin kere pişmanım…’ diyor.” Sonra gerek avamın gerek havasın lisanında iki kelimeli fakat pek kuvvetli bir düstur, hayır düstur değil, vesile-i itizar. Öyle de değil, yağmacılığın dayanağı ve gasp. “Ticaret serbesttir”
Mehmed Hilmi Efendi zulmün tanımını da yapıyor. Zulüm, bir şeyi olması gerektiği yerden başka yere koymak, gerektiği yere sarf etmemektir. O yüzden ticaret serbesttir terkibi, zulümden, yağmagirlikten başka bir şey değildir. Bayi ile müşteri arasında vukuu bulan muamele bir alışveriş gibi görünür. Fakat inceleyip araştırıldığında, baştan sona insafsızlık ve merhametsizliktir.
Hilmi Efendi zamanının ticaret usulünün merhametsizlik ve insafsızlık üzerine kurulduğunu ifade eder. Böyle bir muamelede bulunanlar, bütün mevcudatın sahibi olan Malik el-Mülk’ün mahşer gününde kendilerinden hesap sorulacağını bildiği halde, fakir fukara ahaliye nasıl böyle insafsızca davranmaktadır?
Vicdan mı Din mi?
Batı dünyasının filozofları, din ile bağlarını koparınca, dinin yerine neyi ikame edeceklerini çok düşünmüşlerdi. Ve “Vicdan dinin yerine kaim olabilir” nazariyesini ileri sürmüştü. Fakat ilerleyen süreçte, vicdanın dinin yerini asla dolduramayacağı anlaşılmıştı. Mehmed Hilmi Efendi de bu nazariyeye atıf yaparak sorar:
“Hani ya! Felsefe-i garbın: “Vicdan din yerine kaim olabilir” nazariyesi nerede kaldı?
Her halde ticaret şeklindeki yağmakarlığa koşuşanların umumuna vicdandan yoksun diyemeyiz. Demek ki vicdan bu fukaranın imhası pahasına olan zulme, yağmaya mani olamıyor!”
Müellif, vicdanın dinin yerine geçemeyeceği, zulme, yağmaya ancak dinin ve imanın mani olabileceğini ifade eder.
“Olsa olsa buna din iman mani olabilecekti.”
Dinin ve imanın yerini hiçbir şey alamaz, alması da mümkün değildir. Zira dinin ve imanın sınırları, dur dediği yerler vardır. Fakat bütün bunların ötesinde başka bir şey daha gereklidir. Hilmi Efendi bu can alıcı noktaya değinir:
“Ha işte meselenin can alacak noktası: “Acaba imanları var mıdır?”
Müellif önemli bir hususa işaret ederek sorar: “Ticaret serbesttir” diyerek her türlü sahtekârlığı mubah görenler, halkı soyanlar, zulmedenler, ucuza aldığı malı fahiş fiyata satanlar, Müslümanım deseler bile, acaba imanları var mıdır? İmanlı iseler neden böyle yapmaktadırlar? Değilseler, neden imanlıyız demektedirler?
Yüz küsur yıl önceki bir feryadın, genelde günümüz insanlığına, özelde ise Müslümanlara hitabı iç yakıcıdır. Her şeyin parayla alınıp satıldığı ve her değerin bir bedeli olduğu bir dünyada, “Müslümanım” denildiği halde, “iman etmenin” sınırları yok mudur? “İmanlıyım” demek, fakat aynı zamanda piyasa şartlarını ileri sürerek kapitalist pazarın bir figürü olmak ne anlama gelmektedir?
İmanı olanlar, fahiş fiyatlarla mal satabilir mi? İşçisinin emeğini sömürebilir mi? Serbest Pazar Ekonomisinin aktif bir ferdi olabilir mi? Adaletsiz üretimin ve ahlaksız tüketimin sermayedarlığını yapabilir mi? Tüketime ve israfa yönelik girişimlerde sermayedarlık yapabilir mi?
“İmanlıyım” diyenlerin eğer imanları varsa!
Mehmed Hilmi Efendi bir de uyarıda bulunur:
“Böyle gayri meşru olarak edinilecek servetler, birdenbire ansızın gelecek bir kasırga ile heba-ı mensur olacağı yalnız rivayetler ile değil, akıl bilhassa tarih ile sabittir.
İnsaf ve iman sahipleri karşılarındaki fukara ahalinin aç, çıplak kalmasından, bunların başına geleceklerin kendi başlarına da gelebileceğinden titreyerek korkarlar ve müteessir olurlar.”
Müellif bir bakıma, “(Öyle) Bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz” (Enfal Suresi 25. ayet) ayetini hatırlatmaktadır.
Hilmi Efendinin bahsini ettiği ve şikâyette bulunduğu meselenin, yüz yılı aşkındır süregelmesi ve süreklilik göstermesi, bunca zamandır hiçbir şeyin değişmediğine işaret etmektedir. Kapitalist ideolojinin serbest pazar söylemiyle, zengin daha zengin olurken, alt tabaka her geçen gün yoksullaşmaktadır.
Yasal sömürü zemininde çarpık gelir dağılımı, insanlığın hayatta kalabileceği zaruri ihtiyaçlara bile erişmesine mani olmaktadır. Ne yazık ki iktidar ve parayla tanışan zengin kimi Müslümanlar da piyasa şartları bahanesiyle çalıştırdığı işçisini, mal sattığı müşterisini, hizmet aldığı müesseseleri alabildiğine ezmektedir.
Burada, Mehmed Hilmi Efendi’nin yüz küsur yıl önce sorduğu soruyu biz de günümüzün “Ticaret serbesttir” diyenlerine soralım: “Acaba imanınız var mı?”
Makale kaynağı: M. Hilmi, Acaba İmanları Var mı? İtisam, cilt I, sayı 18, tarih 27 Mart 1335 – 27 Mayıs 1919
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *