Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvi’nin Kur’an’a Göre Dört Terim kitabını eleştirmesi sırf eleştiri için yapılmış intibaı vermektedir. Mevdudî’nin dört terimle ilgili oldukça köklü, sağlam, ayağı yere basan tezini asla çürütmemiş, bilakis güçlendirmiştir. Bununla birlikte Nedvi’nin kitabın başından sonuna kadar Mevdudî’ye hitaben kullandığı dil son derece nezaketlidir. Bu yönüyle en-Nedvi ile Mevdudî’nin tenkid edebi Müslümanlara güzel bir örneklik teşkil etmiştir.
Mehmed Durmuş / Venhar
Hindistanlı alim Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî Hindistan’ın Leknev şehrine bağlı bir köyde doğmuş (1914), ilmi kariyerini, temeli 1892 yılında ‘Encümen-i Nedvetü’l-Ulema’ adıyla atılmış olan, Nedvetü’l-Ulemâ olarak Kanpur’da kurulmuş, sonra Leknev’e taşınmış olan meşhur eğitim kurumunda yapmıştır. Zamanla Nedve’nin başkanlığını ve Darul Ulum’un rektörlük görevlerini de üstlenmiştir. 1999 yılının son gününde (31 Aralık) vefat etmiştir.
Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî Mevdudî’nin, Seyyid Kutub’un düşünce dünyasını da derinden etkileyen meşhur eseri ‘Kur’an’a Göre Dört Terim’i eleştiren bir kitapçık yazmış, kitapçık Bedir yayınevi tarafından Hakan Özkan’a tercüme ettirilerek ‘İslam’ın Siyasî Yorumu’ başlığıyla yayınlanmıştır (İst. Mart-2020). Türkçe çevirisi yüz sayfa olan kitapçık yayınevinin bir ‘Açıklama’sı, emekli ilahiyat öğretim görevlisi Hamdi Arslan’ın Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvî’yi tanıtan yazısı, Salih Okur’un, Ebu’l-Hasan en-Nedvî’yi çok yakından tanıyan, çocuğu olmadığı için kendisini evladı yerine koyduğunu, “ben onun manevi evladıyım” sözleriyle ifade eden Yusuf Karaca ile Ebu’l-Hasan en-Nedvî hakkında yaptığı bir röportaj ve Ahmet Hamdi Yıldırım’ın en-Nedvi’nin ölümü üzerine kaleme aldığı, Altınoluk Dergisinde (02/2000) yayınlanmış bir yazının da eklenmesiyle yüz yirmi sekiz sayfaya ulaşmıştır.
Yayıncının ‘Bismihi Teala’ diye başladığı ‘açıklama’sında kurduğu şu cümle, en-Nedvi’nin bu küçük risalesinin Bedir Yayınevinin yayın politikasında nasıl bir konuma yerleştirildiğini ve kitabı yayınlamakla ne gibi amaçlar güttüklerini anlamamıza katkı yapmaktadır:
“Bunca büyük din alimi, müfessir, muhaddis, allâme, fukahâ, müceddid zikri geçen dört terimde şaşırmış ve sapıtmış da, doğruyu Mevdudî bulmuş… Fesubhanallah!…” Yayıncı, Mevdudî’nin “tasavvuf büyüklerine de pek sıcak bakmadığını” sözlerine iliştirmeyi ihmal etmemiştir.
Ebu’l-Hasan en-Nedvî’yi ilim, fikir ve hareket yönüyle tanıtan Hamdi Arslan’ın verdiği bilgilere göre en-Nedvî 170 civarında makale ve kitap yazmış, tebliğ amacıyla doğudan batıya çok sayıda seyahatte bulunmuş, sayısız konferanslar vermiş, İslam coğrafyasında çok iyi tanınmış bir alimdir. Osmanlıyı sevmeyi adeta ibadet bilen bir anlayışa sahip olan en-Nedvi ülkesinde ve dışarıda pek çok faaliyete katılmıştır. Hamdi Arslan’ın Kur’an ve sünneti çok iyi bildiğini belirttiği en-Nedvi’nin -Mevdudî’nin aksine- tasavvufa sıcak baktığı, hatta bir Nakşi şeyhine intisaplı olduğu anlaşılmaktadır.
Yusuf Karaca’nın tanıklığı ise daha da ilgi çekicidir. Diyor ki Karaca, en-Nedvî devlet idarecilerini hedef almaktansa, onlara yaklaşmayı, bunun mümkün olmadığı durumlarda da, idareciye yakın olanlara yaklaşmayı esas alan birisiydi. Bu sebeple en-Nedvî Hindistan’ın yöneticileriyle çok iyi ilişkiler kurmuştur. Dünyada hiçbir devlet idaresi ve idarecileriyle hiçbir yetkili siyasî ile çatışmamıştır. Müslüman devlet adamlarıyla görüşmelerinde onlarla samimi, babacan, iyi niyetli, merhametli, uyumlu bir siyaset izlemiştir. Bu sebeple herkes tarafından büyük kabul görmüştür.
Yusuf Karaca 1959 yılında Nedve’ye vardığında Mevdudî ile en-Nedvî arasındaki muhalefeti öğrendiğini ama üstadı en-Nedvi’nin Mevdudî’ye karşı oluşunu bir türlü hazmedemediğini belirtmekte, Mevdudî’nin Cemaat-i İslami’yi Nedvî ile birlikte kurduklarını da sözlerine eklemektedir. Bu satırlar, Mevdudî ile en-Nedvi’nin temelde iki yakın dost ve dava adamı olduklarını anlatmaktadır. Mekke (ya da Medine)de yapılmış bir toplantıda Mevdudî de bir sunum yapmıştır fakat Mevdudî Arapçayı iyi konuşamadığı için, konuşmasını en-Nedvi’nin Arapçaya tercüme etmesini istemiştir. En-Nedvi çok istemese de, Mevdudî’nin ısrarı üzerine -Mevdudî karşıtlarının hücumu pahasına- tercümeyi kabul etmiştir.
En-Nedvi kitapçığını Mevdudî henüz hayattayken bitirip yayınlamış (Aralık 1978), kendisine bir adet göndermiş, kitapla birlikte, “nezakette kusur yapmadığım” dediği bir mektup yollamayı da ihmal etmemiştir. Gerçekten de en-Nedvi’nin kitabın başından sonuna kadar Mevdudî’ye hitaben kullandığı dil son derece nezaketlidir. Kadim dostunu eleştirse de, asla saygıda kusur etmemiş, hatta onun ilmini, ahlakını ve mücadelesini yücelten sıfatlar kullanmıştır. Bu yönüyle en-Nedvi ile Mevdudî’nin tenkid edebi Müslümanlara güzel bir örneklik teşkil etmiştir. En-Nedvi, ‘Üstad’ ve ‘büyük İslam alimi’ gibi sıfatlarla andığı Mevdudî’nin, kendisine 23 Ocak 1979 tarihinde ulaşan cevabi mektubunu, “ilmi ve İslam davasındaki makamına layık” diye tanımlamaktadır. Ne var ki, en-Nedvi’nin, dostu Mevdudî’nin cevabını bu kitaba eklememesi bir eksiklik olmuştur. Bu tarihten dokuz ay sonra (22 Eylül 1979) en-Nedvi Delhi’de, Cemaat-i İslami’den bazı dostlarıyla bir toplantıda iken Mevdudî’nin vefat haberi kendisine ulaşmış ve hemen bütün Müslüman siyasî kuruluş temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda “büyük alimin ölümü ve anısına” bir konuşma yapmak görevi de kendisine tevdi edilmiştir.
En-Nedvi’nin ‘Kur’an’a Göre Dört Terim’i Tenkid Gerekçeleri
Nedvi’nin eleştirilerini bir tek cümlede özetleyecek olursak bu, Mevdudî’nin Kur’an terimlerini gereğinden fazla siyasallaştırdığı iddiasıdır. Ona göre Mevdudî dört terimi (ilah, rab, din, ibadet) İslam’ın üzerinde döndüğü eksenin temeli yapmıştır. Kur’an’a Göre Dört Terim kitabında “Allah’ın hükümdarlığı” ile “Rabbin saltanatı”nı esas almış, kul ile rab arasındaki ilişkiyi çok sınırlı tutmuştur. Kur’an’ın iniş sebebini ve İslam’ın davetini “İslami hüküm” ve “İlahi hükümdarlığın ikamesi” ile sınırlandırmıştır. Kısacası eserin siyasî yönü ağır basmaktadır!
Bu kitapla Mevdudî ümmetin salahiyeti, yönetici ve davetçi yönü hakkında şüpheler uyandırmaktadır. Aynı zamanda İslam tarihindeki gelmiş-geçmiş bütün yenileyici, reformcu ve müçtehitlerin ilmî ve amelî başarılarının değerini azımsamıştır. İslam tarihinin en uzun, en verimli ve cihat bakımından en zengin döneminde bile Kur’an anlaşılamamışsa, onun anlaşılırlığından ve ifade gücünden bile şüphe edilebilir. Kur’an hakkında şimdiye kadar ne söylendiyse ve gelecekte de ne söylenecekse bunları yetersiz ve tesirsiz kılabilir. Bu da Kur’an’ın zahir ve batın diye ayrıştırılmasına güç verebilir.
en-Nedvi’nin, “Kur’an’ın birçok hakikatlerinin uzun bir süre gizli kaldığı” düşüncesini reddetmek için, “Zikri biz indirdik, elbette onun koruyucusu da biziz” (Hicr, 9) ve “Onu açıklamak bize düşer” ((Kıyame, 19) gibi ayeti kerimeleri delil getirmesi de gerçekten ibret vericidir. Zira Mevdudî’nin temel tezi, Kur’an terimlerinin üzerinin bizzat Kur’an’ın müntesipleri tarafından küllendirildiğidir. Yani Kur’an’ın anlaşılmasıyla ilgilidir. Kur’an’ın kökenine ve sıhhatine dair bir itiraz bahis konusu değildir.
en-Nedvi Mevdudi’nin kitabından, ümmetin cahil kaldığı sonucuna varılabileceği, ümmetin büyük bir cehalet, ihmal ve açık bir dalaletle suçlanabileceği endişesine kapılmıştır. Halbuki diyor, Kur’an, Sünnet ve hadisler önceki dinlerin aksine, bu ümmetin hiçbir zaman her yeri saran genel bir hataya düşmeyeceğini ifade etmiştir. Ümmet yanlış yollara sapmış olsaydı marufu emretmeyen, münkeri nehyetmeyen bir duruma gelirdi! Oysa Nedvi’nin üzerine toz kondurmadığı ümmet, marufu emretmek münkerden nehyetmek şöyle dursun, marufa maruf, münkere münker deme ilim ve iktidarını bile yitirmiş bulunmaktadır. Aslında bu eleştirisi, tersinden kendi tezini çürütmektedir. Eğer Kitap, Sünnet ve hadisler ümmetin genel bir yanlışa düşmeyeceğini bildiriyorsa, Mevdudî o ümmetten biri neden olmasın?
en-Nedvi Mevdudî’nin isabetsizliğini göstermek için, hakkı savunanların her zaman var olacağına dair rivayetlere yer vermektedir; Tirmizi’nin (Kitabul Fiten, Şam babı), “Ümmetimden bir grup daima başarılı olacaktır…” mealindeki bir rivayeti bunlardan biridir. Nedvi’nin bu rivayete tutunması ciddi bir seviye kaybıdır. Muaviye’nin iktidar gücü adına irad edildiği intibaı veren böyle bir rivayetle Mevdudî’nin ‘Dört Terim’ kitabını cerh etmeye kalkışmak sadece gülünçtür.
En-Nedvi Hac suresinin 74. ayetindeki “Allah’ı hakkıyla takdir edemediler” sözünden Mevdudî’yi kinaye etmesi de fahiş bir hatadır. Çünkü Allah’ı hakkıyla takdir edemeyenler müşriklerdir ve Mevdudî de, İlah ve rab terimleri özelinde, Allah’ın hakkıyla takdir edilmesinin nasıl olacağını anlatmaya çalışmaktadır.
Mevdudî’nin, ilahlık insandan sadece mutlak itaat, sadakat ve samimiyet ister, insan ilahı ne sevmek ne de zikretmek zorundadır fikrinde olduğunu sanarak, bu doğrultuda tenkidler yapmanın bir tek izahı vardır, o da Dört Terim kitabını anlamamış olmaktır. en-Nedvi hakimiyet ve otorite gibi mefhumların dışında, Allah’a bolca ibadet, derin sevgi ve sonsuz aşk gibi temalarla yaklaşılması gerektiğini savunmaktadır. Mevdudî uluhiyetin merkezi anlamı olan hükümranlığa çok önem verdiği için, ibadetin anlamını zayıflatıyormuş. İbadetle fazla uğraşanları, dinin ruhunu bilmemekle suçluyor ve bunun çöküşün bir simgesi olduğunu ileri sürüyormuş. Halbuki ilim ve din bilgisine sahip ulema, insanları hep ruh terbiyesine, namazın, zikrin ve sair ibadetlerin hakiki ruhunu anlamaya davet etmişler, sözleri ile davranışları uyumlu olmayan, zahiri ile batını birbirini tutmayanları münafıklıkla vasıflandırmışlardır.
en-Nedvi şöyle devam ediyor: İnsanlar dini, uluhiyeti sadece egemenlik, rububiyeti hükümranlık olarak alan bu kitaptan öğrenirlerse, Allah’la bağlantıları dar, sınırlı, kuru, donuk, resmî ve içtenlikten yoksun olur. İnsanlar Allah’ın aşkıyla yanmaktan, iktidar, itibar, şan ve hükümranlık gibi sadece maddi kaygıların peşine düşerler! Mevdudî bu tür batıni özelliklere, iman ve ihsan ahlakına ihtiyaç duymamış, onun zenginliklerine değer vermemiş, bilgili ve tecrübeli din büyüklerinden, vasiyet ve nasihatlerinden faydalanmamıştır!
Gerçekte ise Mevdudî ibadetin üç unsurundan bahsetmekte (kulluk, itaat, sadakat) ve konuyu köle-efendi temsili üzerinden ikna edici bir şekilde açıklamaktadır. Şöyle diyor: Efendisinin kendisine verdiği vazifeyi yerine getirmeyen ama onun karşısında her daim el pençe divan duran, milyonlarca defa efendisinin ismini zikreden köle hakkında ne düşünürsünüz?
Değerlendirme
Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvi’nin Kur’an’a Göre Dört Terim kitabını eleştirmesi sırf eleştiri için yapılmış intibaı vermektedir. Mevdudî’nin dört terimle ilgili oldukça köklü, sağlam, ayağı yere basan tezini asla çürütmemiş, bilakis güçlendirmiştir. Mevdudî ilah, rab, din ve ibadet terimlerinin kökenindeki asli anlamı açığa çıkartıyor, yegâne ilah olarak Allah’ın kozmik alemdeki hakimiyetinin insan hayatında, sosyal hayatta da geçerli olması gerektiğini bu terimlere dayandırıyor. Nedvi ise daha çok namaz ve daha fazla Allah aşkı öneriyor. Mevdudî namaz gibi ibadetleri asla hafife almıyor ama dinin özünü göz göre göre elden çıkartıp, nafile ibadetlerle tatmin olunan bir ‘dindarlık’ anlayışını sorguluyor.
En-Nedvi böyle bir kitabın yazılması için değişik çevrelerden ısrarlı ricalar ve teşvikler geldiğini ama bunu senelerce ertelediğini belirtmektedir. Ayrıca Nedvi’nin kendi kitaplarından ve başka bazı Hint alimlerinden yaptığı alıntılar da belki farkında olmadan Mevdudî’nin tezini doğrulamakta, kendi eleştirilerini anlamsız hale getirmektedir. Mesela “Fakat bugünkü İslam Alemi bundan habersiz, zelil ve rezalet içinde yaşayıp hiçbir kıymeti ve heybeti kalmamıştır.” cümlesi Nedvi’ye aittir. Hakîmü’l-İslam Ahmed b. Abdurrahim Veliyyullah ed-Dehlevî’nin halifelik ve halifenin yetki ve görevlerine dair tespitleri; Seyyid Ahmed Şehid’in şeriat hükümlerinin birçoğunun, onları yönetiminin temeli yapan bir hükümet olmadığı sürece muallakta kalacağını, hatta tatbikinin tamamen imkânsız hale geleceğine dair görüşleri bu cümledendir. Seyyid Ahmed Şehid (İslami hükümetleri olmayan Müslümanları anlatırken) diyor ki, “O zaman Müslümanların elinden hayatlarını tayin edecek güç ve iradeleri alınmış olacaktır. Tıpkı mezbahaya götürülen savunmasız koyunlar gibi mescidleri tecavüze ve tahribe uğradığında, dinin düsturları çiğnenip yok edildiği zaman hiçbir şey ellerinden gelmeyecektir.” S. A. Şehid’in şu cümlelerini de Nedvi Mevdudî’yi tenkid sadedinde iktibas etmektedir: “İslami hüküm olmadığı sürece yönetimle ilgili dini hükümler hiçbir şekilde yürürlüğe sokulamaz. İslamî hüküm olmadan Müslümanlar bozguna uğramaya mahkumdurlar. Kafirlerin aşağılamalarına ve zulmüne karşı geldiklerinden dolayı yaşadıkları eziyetler, mukaddes düsturların ayaklar altına alınması ve mescidlerinin yerle bir edilmesi, bunların hepsi bilinen, görülmüş ve yaşanmış olaylardır.”
Sözün özü, dostu Nedvi’nin eleştirileri Mevdudî’nin Kur’an’a Göre Dört Terim kitabını daha da muhkem hale getirmiş, üstadın tezlerini teyid etmiştir. Mevdudî’nin dört Kur’an terimine ilişkin köklü açıklamaları Kur’an’ın indiği dönemdeki o ilk İslam cemaatinin cevvaliyetini bu çağda yeniden elde etmenin bir ön adımı olmaya inşallah layıktır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *