Önemsiz şeyleri dikkate değer bir hale eviren bu ruh halimizi sürekli belli bir dengede tutabilmeyi büyüklerimiz aslında bize söylemişti ama biz kendi doğrularımızdan ruhunu sıyırdığımız için algılayamadık, özümseyemedik, içselleştiremedik. Kimdi bu büyüklerimiz? Bize neler söylemişti? Hatırlayanımız var mı? Hala hayattalar mı? Sorsak mı?
Kendimizi Aramaklar Yolculuğu-13
(Fotoğraflar, yazı ve şiir: Mehmet Akif Coşkun)
Bazen küçük, çok önemsiz bir şeye bile dikkat edersiniz. Dikkatiniz onun öneminden ileri gelmez. Sizin o andaki durumunuz ona dikkat edecek bir haldedir.
(Rasim Özdenören-Gül Yetiştiren Adam )
Her şeyin gittikçe önemsizleştiği bir zamanda mı yaşıyoruz, yahut yaşımızın ilerlemesiyle bizim artık eskide kalmış ve kendisine önem atfettiğimiz şeylerin silinmesine bir yaşlılık psikolojisiyle verdiğimiz tepki mi bilemiyorum. Her bir soru üzerinde derinleşmeye kalksam her birine de kendimce haklı gerekçeler bulabilirim aslında. Üzerinde saatlerce konuşabilirim. Her kuşak kendi dehrinin değerleriyle ayakta kalır, gibi iddialı bir laf ile kelime cambazlığı yapabilirim. İhtiyarlar yeni kuşağın değerleri içinde ölür, gibi yuvarlak cümlelerle edebiyat yapma ucuzluğuna girebilirim. Ne de olsa söylediklerimin mahiyetinden çok kim olarak söylediğim ehemmiyet arz ediyor. Dolayısıyla rahat olabilirim. İtibar ve nam sahibi bir kimse isem, yazdıklarımın mahiyeti çok da önemli olmayabilir. Önemli olan ismimdir. Yazdıklarım özü itibarıyla ciddi bir eleştiri hak ediyor olsa bile ismimin gölgesinde kalır. Namım yürüdüğü sürece rahat olabilirim. İtibar ve nam sahibi bir kimse değilsem de rahat olabilirim. Zira üzerinde ciddi bir eleştiri zahmetine girilecek bir ismim olmaması dolayısıyla yazdıklarımın okuyucusu da hatırı sayılır bir seviyede değildir. O yüzden her iki durumda da rahat olabilirim, diyebilirim. Fakat diyemiyorum. Diyemiyor olmamın bir sebebi var, her ne kadar açımlamaya mahir olamasam da (ya da bu bahanenin ardına sığınsam da) bir sebebi illaki var. Yazar okunmayı murad eder ve fakat okunmak için yazmaz, gibi bir aforizmayla dilimin ucuna işaret etmekle yetinebilirim.
Bir fotoğrafçı olarak da aynı düşüncelere sahip olduğumu söyleyebilirim. Aynı düşünce üzerinde defaatle düşünmemin ya da bu düşünceyi sürekli canlı tutmamın başlıca sebebi budur. Her bir fotoğrafı çekerken zihnimde sürekli sorduğum tek bir soru var; ben bu fotoğrafı neden çektim? Birilerine gösterip ismimi parlatmak için mi? Böyle bir gayem yoksa ve bu gayenin olmaması benim bir sanatçı olduğuma işaret ediyorsa o halde ben bu fotoğrafı neden çektim? Dahası, birçoklarının üzerinde önem atfederek mutabık olduğu fotoğraflar dışında belki de pek kimsenin önemsemediği ama sadece fotoğrafçının -o an hangi sebeple fotoğrafladıysa artık- gözüne ilişen şeyler/anlar da vardır. Ben bu fotoğrafı neden çektim? sorusu böylesi fotoğraflarda daha da bir derinlik kazanıyor. Sadece fotoğraf özelinde konuşarak konunun ehemmiyetini daraltmayalım. Ben bu yazıyı neden yazdım? Ben bu sözü neden söyledim? Ben bu heykeli neden tıraşladım? şeklinde genişletebiliriz. Her birinden alacağımız cevap bizi aynı kapıya götürecektir. Burada sizinle paylaştığım fotoğrafları çekerken kendime sorduğum gibi şu anda bu yazıyı kaleme alırken de soruyorum, ben bu yazıyı neden yazıyorum?
Ben bu yazıyı neden yazıyorum? Beni bu yazıya iten sebep neydi? (Açıkçası belki de uzun zamandır zihnimde ve notlarımda müsvedde halinde duran bu konunun derli toplu bir yazıya dönüşmesi, geçtiğimiz günlerde edebiyat camiamızın kıymetli kalemi Rasim Özdenören’in vefatı dolayısıyla yıllar evvelinden okuduğum kitaplarını tekrar karıştırırken altını çizdiğim bir sözü, bu müsveddelerin toparlanmasına vesile oldu. Fakat bu neden yine de bu yazının asıl sebebi olamaz. Sadece, çoktandır yazılması gereken bu yazının etkeni olabilir ki bundan dolayı da Rasim ağabeye tekrar rahmet diliyorum.)
Yazımın başında da alıntıladığım gibi, bazen ve belki de genelde bazen pek çok kimsenin önemsemediği şeylere dikkat kesiliriz. Rasim ağabey, sözünde de ifade ettiği şekliyle onun aslında öneminden değil de bizim o andaki durumumuzun ona dikkat edecek bir halde olduğundan ileri geldiğini söyler.
Gerçekten de bazen -özellikle fotoğraf çekerken bunu daha da yakından tetkik etme imkanım oldu- böylesi durumlar yaşadığımız olmuştur. Hiçbir ehemmiyeti olmayan bir şeye öylesine dikkat kesiliriz ki, etrafımızda olan bitenin hiçbir ehemmiyeti kalmaz. Sanki o anda o dikkat kesildiğimiz şey dışındaki her şey bir anda önemsiz hale dönüşmüş gibi. O anki ruh halimizde dikkat kesildiğimiz şey bir anda hayatımızın en önemli şeyi haline gelir. Peki gerçekten öyle midir? Gerçekten o önemsiz şeyin dikkate değer bir hale dönüşmesi bizim o anki ruh halimizden mi ileri gelir? Yoksa zaten önemli olan o şeyin o anki ruh halimizle yolları kesişince mi önemli bir şey olduğunun farkına vardık? O şeyin herkes tarafından önemsiz atfedildiği için mi bizim nazarımızda da önemsiz bir hale geldi? Bir şeyin önemli yahut önemsiz olmasının kıstası nedir?
Bir fotoğraf çekimi gezisinde ormanda yalnız başına gezinirken bir ağaç oldukça dikkatimi çekmişti. Ağacın gövdesini sarmalayan bir sarmaşığın kimi yerleri güneşten kurumuş iken hemen yanında gölgede kalan kısmı hala yeşilliğini koruyordu. Makinemi ağacın gövdesine yaklaştırarak yaprakların birbirine sarmalanmış kuru ve yeşil yerlerini aynı kareye sığdırabilmek için uygun bir açı arıyordum. Tam bu sırada ormanda yürüyüş yapan yaşlı bir çift benim bu çabamı farketmiş ve anlamsız bakışlarla ne yapmak istediğimi anlamaya çalışıyordu. Makinemin odak aralığı agacın gövdesiyle neredeyse sıfır haldeydi. Yaşlı çift yanıma yaklaştı ve kibarca ne yaptığımı sorarken bir yandan da ağaca bakıyorlardı. Kısa bir müsade isteyip fotoğrafı çektikten sonra kendilerine gösterdim çektiğim fotoğrafı. Şaşkın ve hayretler içinde baktılar. Affedersiniz, dedi yaşlı adam, hiç bu şekilde bakmamıştım. Her gün bu ağacın yanından geçiyoruz ama bu güzel manzara hiç dikkatimizi çekmemişti, dedi. Nasıl ve ne zaman baktığınıza göre değişir, dedim.
Şimdi, sarmaşık çiçeğinin bu hali önemsiz bir şey iken benim o anki ruh halimin durumuna göre mi önem kazanmış oldu? Yoksa her zaman önemliydi de biz mi farkedemiyorduk? Hayatımızda yolumuzla kesişen her şeye aslında önemli olma ihtimalini göz önünde bulundurarak yaklaşabilirsek gerçekten önem arz eden hayati değerlerimizi de korumuş oluruz. Üzerinden kaç kuşak geçerse geçsin bunun hiçbir önemi yoktur. Özünde kötü ve değersiz olan şeylerin de insanlığımızı kemale erdirebilmek için bir önemi olduğunu bilmeliyiz. Kimisinden ders alırız, kimisine ders veririz. Fakat yine de bizi bu uykudan uyandıran şeyin, yani çoğu zaman ve çoğumuzca önemsiz görünen şeylere dikkat vermemiz o anki ruh halimizin durumu dolayısıyladır. O anki ruh halimizin bizi bu uykudan uyandırması, kir ve pasak içinde olan şuurumuzun derinlerde hala nefes alıyor olmasına işarettir.
Her şeyin gittikçe önemsizleştiği bir zamanda yaşayıp yaşamadığımızı anlayabilmek için önce kendimizin neyi önemseyip önemsemediğine bakmamız önemlidir. Çevremizde kendi egomuz/kibrimiz yüzünden önemsizleştirdiklerimizin farkında mıyız? Kendi saplantılı doğrularımız yüzünden aslında özünde çok önem arzeden şeyleri hayatımızdan uzaklaştırarak yeni kuşaklara tutunacak hiçbir şey bırakmadığımızın farkında mıyız? Yeni kuşağın önem atfettikleri, bizim önem atfettiklerimizle en azından bir yerde kesişiyor mu? Kesişmiyorsa bunun sorumlusunun kendimiz olduğunun ne kadar farkındayız?
Önemsiz şeyleri dikkate değer bir hale eviren bu ruh halimizi sürekli belli bir dengede tutabilmeyi büyüklerimiz aslında bize söylemişti ama biz kendi doğrularımızdan ruhunu sıyırdığımız için algılayamadık, özümseyemedik, içselleştiremedik.
Kimdi bu büyüklerimiz? Bize neler söylemişti? Hatırlayanımız var mı? Hala hayattalar mı? Sorsak mı?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *