BÜYÜK ŞEYTAN ABD, İSLAM BELDELERİNDE YENİ BİR OYUN KURMAKTADIR

BÜYÜK ŞEYTAN ABD, İSLAM BELDELERİNDE  YENİ BİR OYUN KURMAKTADIR

Körfez İş Birliği Konseyi (KİK) toplantısının uzun bir aradan sonra bölgede yapılan en önemli zirve olduğu belirtilmektedir. Biden zirve vesilesiyle Cidde’ye gelen Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Katar ve Kuveyt gibi Körfez ülkelerinin yöneticileriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Ayrıca KİK tarafından davet edilen Mısır, Irak ve Ürdün yöneticileriyle de toplantılar yaptı.

ABD’nin yaşlı Başkanı Joe Biden, kullandıkları isim dedelerinin uydurması (Ortadoğu) olan, İslam beldelerine ‘ABD Başkanı’ sıfatıyla ilk kez gitti. 13-16 Temmuz 2022 tarihleri arasında gerçekleştirdiği gezide çantası şeytani planlarla doluydu.

ABD Başkanının gezisinin ilk durağı, Siyonist-haçlı uygarlığının göz bebeği olan İsrail’di. Göz bebeği dediysek de bu, İslam coğrafyasının en mübarek ikinci beldesi olan Filistin’e çöreklenmiş bir engerek yılanının gözleri kabilindendir. Seksenlik Başkanın, bütünüyle haçlı ruhunun üflediği emelleri için ilk uğrak yeri İsrail oldu. Önce Siyonist liderlerle görüşmesi gerekiyordu. İsrail başbakanı Lapid’le görüştükten sonra ‘Kudüs Bildirisi’ başlıklı bir bildiri yayınladılar. Programda bundan sonra Biden’ın, işgal altındaki Batı Şeria’da ‘Filistin Başkanı’ sıfatını esirgemedikleri Mahmut Abbas’la görüşeceği, ardından da Filistinli sivil toplum kuruluşlarıyla (STK) bir araya geleceği not edilmişti. Biden Filistin’de işini bitirdikten sonra gezisinin ikinci ana durağı olan Suudi Arabistan’a uçacak, burada (Cidde’de) düzenlenecek olan Körfez İş Birliği Konseyi (KİK) toplantısına katılacaktı. KİK toplantısının uzun bir aradan sonra bölgede yapılan en önemli zirve olduğu belirtilmektedir. Biden zirve vesilesiyle Cidde’ye gelen Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Katar ve Kuveyt gibi Körfez ülkelerinin yöneticileriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Ayrıca KİK tarafından davet edilen Mısır, Irak ve Ürdün yöneticileriyle de toplantılar yaptı.

HER ŞEY İSRAİL’İN GÜVENLİĞİ, İSRAİL DE ABD İÇİN

Geziye çıkmadan önce The Washington Post gazetesinde “Suudi Arabistan’a Neden Gidiyorum” başlıklı bir makale yayınlayan Biden gezisinin Siyonist amaçlarını sere serpe açıklamakta, “neden?” sorusunu “Çünkü Suudi Arabistan olduğu için” diye cevaplamaktaydı. “Suudi Arabistan olduğu için” cevabı, İslam beldeleri üzerinde Siyonizmin tam bir abluka sağlayabilmesi için en iyi başlangıç noktasının Suudi Arabistan olduğu gerçeğini işaret etmektedir. Biden diyor ki, “daha güvenli bir Ortadoğu ABD çıkarları için daha uygun”dur.

Biden ‘Ortadoğu’da yeni bir düzen kurmak istemektedir. Bu yeni düzen için en başta Siyonist İsrail rejiminin güvenliğini sağlamlaştırmak, İsrail’e yönelik olası tehditleri bertaraf etmek gerekmektedir. Siyonist Biden’la Siyonist Lapid yayınladıkları Kudüs Bildirisi’nde İsrail’in güvenliğini güçlü bir şekilde vurgulamışlardır. Filistin-İsrail konusunu yakından takip eden bazı yazarlar İsrail’in de içinde yer alacağı ve bir nevi ‘Ortadoğu NATO’su’ denebilecek bir askeri ittifak girişimine dikkat çekmektedirler. Böyle bir ittifakın gerçekleşebilmesi için ise öncelikle ‘Arap-İslam ülkeleri’ne, İsrail’in bölgenin bir parçası olduğu fikrinin iyice benimsetilmesi gerekmektedir.

Biden’ın İsrail’de Siyonist liderlerle görüşmesi ABD ve İsrail geleneklerine uygun tarzda cereyan etmiştir. Biden onuncu kez geldiği İsrail’de bulunuyor olmanın hazzını “Dostlarımla yeniden bir arada olmak ve bağımsız Yahudi devleti İsrail’i ziyaret etmek benim için bir onurdur” sözleriyle ifade etmiştir. Biden yıllar önce İsrail’e yaptığı bir ziyarette kendisinin Siyonist olduğunu söylemişmiş; o zaman söylediği gibi, şimdi yine söylüyormuş: Siyonist olmak için Yahudi olmaya gerek yokmuş. Biden’ın bu yaklaşımına karşılık olarak terör devletinin Başbakanı Yair Lapid de kendisini “büyük bir Siyonist” olarak nitelendirmiştir. Biden, ABD ile İsrail arasındaki ilişkinin şimdilerde çok daha derin ve çok daha güçlü olduğunu söyleme gereği duymuştur. Biden’ın ‘derin’ dediği ilişkinin bir ayağı olan İsrail’in geçmişi, kendi yaşı kadar bile değildir. ABD’nin ömrü ise iki buçuk asrı ancak doldurmuş bulunmaktadır. Suudiler ve İslam beldelerinin diğer ithal ikame yöneticileri bundan bir ders alırlar mı, pek mümkün görünmemektedir. ABD (ve batı)nın İslam coğrafyasının merkezine zehirli bir atık olarak yerleştirdikleri İsrail’in geleceğinden duydukları korku, bu ‘derin ilişki’ metaforunu söyletiyor olmalıdır. Korkunun ecele faydası olmadığı ise herkesçe malumdur.

Biden bu ziyaretiyle İsrail’le olan bağlantılarını daha da güçlendirmekten dem vurmakta; dünyanın en gelişmiş savunma sistemleri üzerinde İsrail’le ortak çalışma yaptıklarını ve ABD’nin İsrail’in güvenliğine olan sarsılmaz bağlılığını dile getirmektedir. ABD Başkanı, İsrail’in ‘Demir Kubbe’ ve ‘Demir Işın’ olarak adlandırılan hava savunma sistemlerine olan desteklerinin süreceğini, füze ve roket savunma gücü konusunda bilgi alacağını belirtmiştir.

Lapid’in başbakan olmasından sadece iki hafta sonra Biden’ın İsrail’i ziyaret etmesi de dikkat çeken bir nokta. 30 Haziran’da Yair Lapid başbakanlık görevini törenle teslim alırken 2021’den bu yana başkan olan Biden’ın da ziyaret tarihi belli oldu. Önceki başbakan Bennett, Biden tarafından bir kez Beyaz Saray’da kabul edilirken, o görüşmeye de Biden’ın uyukladığı anlar damga vurmuştu. Bennett’in Biden’ı İsrail’e davetine ise olumlu yanıt verilmemişti. Buna karşılık Bennett, Rusya’nın Ukrayna saldırısının başlamasından sadece iki hafta sonra Moskova’yı ziyaret ederek Putin’le 3 saatlik bir görüşme gerçekleştirmişti. ABD’yi ise ziyaretinin hemen öncesinde sadece bilgilendirmekle yetinmişti.

İSRAİL VE YENİ KONSEPT

Siyonist Başkan Joe Biden Ortadoğu’da, İsrail eksenli yeni bir konseptten bahsetmektedir. ‘Yeni konsept’ o ki, İsrail’in bölgede kabul derecesi artmalı, bölge ülkeleri Siyonist terör devletiyle ilişkilerini normalleştirmede hem sayısal hem de nitelik olarak mesafe almalıdırlar. İsrail’le normalleşme kervanına katılan ülkelerle yeni askeri birlikler kurulmalıdır; Siyonist hedef budur. ABD Başkanı BAE, Bahreyn, Mısır ve Ürdün yanında, Irak, Katar, Kuveyt gibi ülkelerin liderlerini de normalleşme konseptine katmayı hedeflemektedir.

Hatırlanacağı üzere 2017 Mayıs’ında Riyad’da düzenlenen Amerikan-Arap ve İslam Ülkeleri Zirvesi başlıklı toplantıda ABD Başkanı Donald Trump bir taraftan Suudi Arabistan’a 110 milyar dolarlık silah satışı yaparken, diğer taraftan da 55 Arap-İslam ülkesi rejimleri liderlerine İsrail’le olan ilişkilerini artık alenileştirmeleri talimatını vermişti. Sadece bu kadar da değildi; bir de ‘İtidal’ adı altında ‘Uluslararası Radikal Düşünceyle Mücadele Merkezi’ ihdas edilmiş, açılışını Suudi Kral Selman’la Mısır’ın emanetçi Başkanı Sisi birlikte yapmışlardı. ABD başkanı, Suudi kralı ve Mısır’ın başkanının ışıklı bir pano başında verdikleri görüntü tüm dünyada hayli ilgi çekmişti. Bir sene sonrasında Abdurrahman Sudeys adındaki, Kabe’nin sözde imamına “elhamdu lillah bugün Suudi Arabistan ve ABD, birlikte dünyayı yönetiyoruz” dedirten, Suudi yönetiminin ABD ve İsrail’le giriştiği bu ‘derin’ ilişkilerdi. Sudeys bir Cuma hutbesinde de İsrail’i onaylayıcı sözler söylemişti.

Söz konusu tarihte yayınlanan Riyad deklarasyonunda terörle mücadeleden dem vurulmuş ve “Stratejik Ortadoğu İttifakı” ve “Teröre Karşı İslam İttifakı” gibi ittifakların kurulması karara bağlanmıştı. Acaba İsrail ekseninde, İslam beldelerinin tüm kiralık yöneticilerinin iş birliğiyle kurulan bu ittifaklar hangi teröre karşı kurulmuştu? Bu soruya cevap aradığımızda, başta Filistinli Müslümanların meşru haklarını savunma adına giriştikleri çabalar olmak üzere, dünyanın her yerinde Siyonizm ve haçlı ruhuna karşı oluşturulan her türlü bilinçlenme çabasının terör olarak işaretlenmesinden başka bir sonuç çıkmamaktadır. Aslında ABD, AB ve İsrail’in öncülüğündeki batı ittifakının terör tanımıyla kastedilen İslam’dan başka bir şey değildir. Batı uygarlığıyla ilgili her şey iyi, İslam’la ilgili her şey terördür!

ABD-İsrail’in yeni konseptinde Filistin’de ‘iki devletli bir çözüm’ önerisi de yer almaktadır. Joe Biden ABD’nin İsrail ve Filistin için iki devletli çözümü desteklediğini belirtmekten geri durmamaktadır. Çünkü ABD iki devletli çözümün İsrail’e güçlü bir demokratik statü garantisi vereceğini hesaplamaktadır. Biden’ın sözlerine bakılırsa, İsrail’in bağımsız, demokratik ve Yahudi bir devlet olarak kalmasının en iyi yolu, her iki halkın yan yana barış(!) ve güvenlik(!) içinde yaşayacağı iki devletli bir çözümden geçmektedir. ABD Başkanına göre bu ‘çözüm’ İsrail’in bölgeye entegrasyonunu derinleştirecektir. Bu durumda Filistin halkına ‘maddi destek’ adı altında bir ‘sus payı’ verileceği de telaffuz edilmektedir.

İRAN 

Biden’ın ziyaretinin ikinci hedefi, birincinin bir devamı olarak, bölgede ‘İran tehdidini’ etkisiz kılacak bir ittifak oluşturma girişimiydi. İsrail Başbakanı Yair Lapid Biden’a bütün çıfıtlığıyla hitap ederek, İran’ın nükleer faaliyetlerine karşı diplomasinin hiçbir faydasının olmayacağını söylüyor, Biden’ın, ağlama duvarı gibi gördüğü suratına bakarak şöyle kışkırtıyordu: “Dünyadaki tek Yahudi devletini yok etmek istiyorlar buna asla izin vermeyeceğiz; onları durdurmanın tek yolu masaya güçlü bir tehdit koymaktır.” Lapid, “izin vermeyeceğiz” derken sadece kendilerini (İsrail’i) kastetmemişti; Siyonist terör devletinin safında yer alarak kendi halklarına ve üzerine çöktükleri değerlere en büyük hıyaneti yapan Arap-İslam ülkelerinin Siyonistleşmiş liderlerini de kendilerinden sayıyordu. Nitekim sözlerinin devamında, “Orta Doğu’da artık bir alternatifimiz var. Büyüyor ve güç kazanıyoruz. Barışa inanan ılımlı ülkelerle ittifaklar oluşturuyoruz” derken, Müslüman isimleri taşıyan işbirlikçi ortaklarını kastettiği açıkça anlaşılmaktadır.

ABD Başkanı ise İsrail Başbakanının kışkırtmasına gerekli tepkiyi vererek, nükleer teknoloji konusunda 2015 anlaşmasına dönmesi için İran’a baskı yapılacağını söylemiştir. ABD Başkanı İran’ı tehdit etmeye şu sözlerle devam etmektedir: “İran’ın nükleer güç olmasına asla izin vermeyeceğiz. Diplomasinin, bu sonuca ulaşmanın en iyi yolu olduğuna inanmaya devam ediyorum. Ve bölgede, teröre destek veren balistik füze programı ve Hizbullah gibi teröristlere, uzantılarına silah aktarılması gibi İran’dan gelen tehditlere karşı koymak için İsrail’le birlikte çalışmaya devam edeceğiz.” Biden bir İsrail tv kanalına verdiği beyanatta da, İran’ın nükleer silah sahibi olmaya hiç olmadığı kadar yakın olduğunun altını çizerek, gerekirse İran’a karşı güç kullanabileceklerini belirtmiştir.

Kuşkusuz ‘Ortadoğu’ ülkelerinin iliştirilmiş liderlerini satın almak suretiyle bir Siyonist ittifak gerçekleştirmek için iyi bir ‘tehdit’ unsurunun bulunması gerekiyordu, bu ‘tehdit’ de en iyi İran olabilirdi. Bu ‘tehdit’ sayesinde ABD yönetimi İran’ın nükleer silah sahibi olmasına asla müsaade etmeyeceğini her fırsatta vurgulamaktadır.

ABD Başkanının Tel Aviv-Cidde ziyaretinin amaçları arasında Ortadoğu’da Çin ve Rusya’nın dolduracağı bir boşluk bırakmamacasına Rusya’yı frenlemek, Çin’e fırsat tanımamak ve Ortadoğu coğrafyasının istikrara(!) kavuşması, 5G için yeni teknolojilerde Çin ile rekabet etmek, Irak’ı KİK’in elektrik şebekesine Arabistan ya da Kuveyt üzerinden bağlamak, Suudilerle petrol üretiminin görüşülmesi, Yemen’deki savaşı sona erdirmek, gıda, enerji güvenliği ve temiz enerji gibi konularda Suudi yönetimiyle işbirliği yapmak da bulunuyordu.

SUUDİ ARABİSTAN’IN MİSYONU

Siyonist Başkan İsrail’den direkt uçarak geldiği Cidde’de önce kral Selman’la, ardından Veliaht Muhammed’le baş başa görüşmeler yaptı. ABD yönetimi 2018’de Cemal Kaşıkçı’nın Türkiye’de öldürülmesi üzerine veliaht Muhammed’i doğrudan suçlu bulmuş ve Riyad yönetimine -sözüm ona- ‘parya’ muamelesi yapacağını söylemişti. Biden’ın ziyaretiyle ABD’nin ‘parya’ muamelesinin meğer bir hiç olduğu, tamamen lafta ve dünya kamuoyuna yönelik bir saptırma amacı taşıdığı net olarak anlaşılmıştır. Biden Suudilerle seksen yıllık derin ilişkilerden bahsettiğine göre, ilişkilerde bir ‘parya kesintisi’ hiç yaşanmamıştır. ABD’nin her olayı sadece kendi çıkarları için kullanacağı, menfaati dışında hiçbir cinayetin vb. gündemine girmeyeceği bir kez daha görülmüştür. Biden yönetimi Kaşıkçı cinayetini Türkiye ile Suudi krallığı arasında bir ‘mesele’ yapmamıştır. Esasen bu durum, Türkiye’nin dosyayı kapatıp Suudilere iade etmesinden, cinayetten bizzat sorumlu olduğu söylenen Prensle el sıkışılmasından da anlaşılmaktaydı. Aslan payı ABD’ne ait olmak üzere bu ittifaktan hem Türkiye hem de Suudiler gerekli ölçüde nemalanmışlar, Kaşıkçı’nın ‘kan bedelini’ paylaşmışlardır. Hoş demokrasilerde seçim döneminde yapılan vaatler mutlaka yerine getirilir diye bir kural da yok ya.

Siyonist Başkanın Kral ve Prensle (baba-oğul) kapalı kapılar ardında neler konuştukları, ne gibi belgelere imzalar attıkları meçhulümüzdür. Ama malum olan şudur ki, ABD hep isteyen ve alan, Suudi yönetimi ise hep veren durumundadır. Suudiler Joe Biden’ın yakasına, İsrail’den Arabistan’a direkt uçan ilk Başkan diye küçük bir rozet de iliştirmişlerdir. Çünkü Suudi yönetimi, ABD Başkanı henüz İsrail’deyken, hava sahasını, İsrail’i de kapsayacak şekilde tüm sivil uçuşlara açma kararı almıştır. (Haber basında “özellikle İsrail için” değil de, “İsrail’i de kapsayacak şekilde” diye sunulmuştur). ABD Başkanı meğer Suudilerin bu kararını memnuniyetle karşılamışmış. Peki Biden’ın bu direkt uçuşu neden önemliydi? Çünkü Suudi liderleriyle görüştüğünde tüm bölgeye ve hatta tüm dünyaya barış ve daha istikrarlı olağanüstü fırsatlar sunacak bir mesaj götürecekmiş, üstelik bu uçuş İsrail’le tüm Arap dünyası arasındaki ilişkinin düzeltilmesinin de sembolü olacakmış.

ABD Başkanı Biden, Suudi hanedanı vasıtasıyla İslam’ın doğduğu topraklardan, istediği rantı almaktan hasıl olan genirti eşliğinde, “En başından beri benim amacım 80 yılık stratejik ortağımız olan bir ülke (Suudi Arabistan) ile ilişkilere yeniden yön vermekti, bu ilişkileri koparmak değildi” demektedir. Siyonist Başkanın seksen yıllık stratejik ortak vurgusu mesnetsiz değildir. Çünkü ABD için Suudi Arabistan ılımlılık politikalarının sembol isimlerindendir. Suudi Arabistan’da Prens Muhammed’in taşeronluğunda siyasî, ekonomik ve toplumsal alanda baş döndürücü bir dönüşüm yaşanmaktadır. Aslında şu anda Prensin misyonu, Türkiye’de bir yönüyle AKP bir yönüyle F. Gülen ve bileşenlerinin misyonuna benzemektedir. Fakat ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında ve devlet otoritesiyle yapılanlar ‘reform-değişim-dönüşüm’ olurken, bu kerteye gelememiş hareketlere vatan hainliği payesi düşmektedir. Prens Muhammed b. Selman’a yaptırılan dönüşüm, bölgenin istikrarı ve refahı için ideal bir model, ‘yaşam modeli’ olarak gösterilmekte, söz konusu Suudi modelinin bölgenin reformu ve istikrarı için lider özellikleri olduğu ileri sürülmektedir. Ne tesadüftür ki, bize de aynı masallar on yıllardır anlatılmaktadır. Demek ki Suudilerle beraber yürümekteyiz aynı yollarda, birlikte ıslanmaktayız yağan yağmurlarda. Arabistan yaklaşık 80 senedir ABD’nin stratejik müttefikiymiş; biz kaç yıllık müttefikiz acaba?

ABD Başkanının ziyareti Suudi krallığı ve bilhassa, İsrail’i potansiyel müttefik olarak tanımlayan Muhammed b. Selman için büyük bir siyasî zafer anlamına geliyormuş. Bundan kim kuşku duyar ki? Müstemleke yönetimlerinin siyasî zaferleri ancak bu kadar olur. Kendi değerlerinizi ne kadar satar, ülkenizi Siyonizm’e ne kadar açık tutarsanız, o kadar siyasî zafer sahibi olursunuz. İslam beldelerinin eğreti başkanları ülkelerine, toplumlarına ve İslam’a ne kadar hıyanetlik ederlerse, batılı efendilerden o kadar aferinler alacaklardır.

Bu bahsi bitirirken Cidde’de KİK zirvesi öncesinde Suudilerin Biden’ın huzurunda Kur’an (Hucurat suresinin 13. ayeti) okutmalarına da kısaca değinmek gerekmektedir. Okudukları ayeti kerimenin anlamı şöyledir:

“Ey insanlar! Muhakkak ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizleri şubelere ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız. Şüphe yok ki, sizin Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Muhakkak ki Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat, 13).

İşte Suudiler bu ayeti kerimeyi ABD’nin Siyonist başkanı, İslam’ın katıksız düşmanı Joe Biden’ın huzurunda okumuşlardır. ABD Başkanının huzurunda Kur’an okumak için neden bu ayetin seçildiğini anlamak müşkildir. Herhalde bu ayeti okumakla Biden’a, aramızda bir fark yok, siz ve biz aynıyız. Biz sizden daha üstün değiliz, bizim efendimiz olarak siz de Allah katında en takvalı kategorisine girebilir, en takvalımız, dolayısıyla Allah katında en üstün olanımız sayılabilirsiniz, yani öylesiniz mesajı verilmiştir. Aslında illa Hucurat suresinden bir ayet seçilecekse, “müminler kardeştirler” mealindeki onuncu ayeti okusalar, daha isabetli olurmuş. Çünkü böylece ABD, İsrail ve tüm kukla rejimlerin kardeşliği konseptine uygun düşermiş. Bize kalırsa, “Biz sizinle beraberiz, biz Müslümanlarla alay ediyoruz” (Bakara, 14) ayetini okumaları daha isabetli olurdu.

SONUÇ

İsrail adı verilen terör şebekesi devlet-mevlet değil, mübarek Filistin topraklarında batılı ülkelerin icat ettiği siyasî bir tümördür. Fakat her tümörün olduğu gibi onun da bir eceli vardır. Dünyanın jandarması olan ABD, İsrail’in akıbetinden ciddi şekilde kaygı duymaktadır. ABD Başkanının Temmuz ayında yaptığı ziyaret, bu kaygının bir eseridir. ABD, diğer batılı ülkeler eşliğinde ‘Ortadoğu’ dedikleri İslam beldelerinde İsrail’in can güvenliği ve kendi menfaatleri için yeni düzenler kurmak peşindedir. ABD ve İsrail açısından bundan daha doğal bir girişim de olamaz. Yeryüzünde Filistin’in tek sahibi olan İslam ümmeti ise işlerini bütünüyle batı işbirlikçisi yöneticilerine havale etmiş, sadece zuhurata tabi olmayı marifet bilmekle ömrünü tüketmektedir. Müslümanlar olarak “onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır” ilkesini mırıldanmamız, akleden her mümini kahretmektedir. Çünkü Allah’ın hesabı bellidir, O hesabını vahiy yoluyla ezelden bildirmiştir. Ama o hesabı aktif hale getirecek iki el bir baş gerekmektedir. Bu, Müslümanın başıdır. İslam ümmeti uzak sürgününden dönüp de bâtılın üzerine cesur adımlarla gitmediği sürece Allah’ın hesabı işler hale gelmeyecektir. 

Son söz olarak diyoruz ki, Müslümanlar olarak Kudüs’ü kurtarmanın birinci hedefimiz olmadığını, kurtarmamız gereken ilk mukaddes emanetin nefsimiz, ikincisi de Harameyn (Mekke-Medine) olduğunu artık kabul etmeliyiz. Üçüncü olarak Kudüs’e sıra gelecektir.

İKTİBAS (Ağustos ayı yorumu)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *