Tekzib – Yalanlama

Tekzib – Yalanlama

İnsanın, hele müslümanın bilhassa Allah’ı yalanlamaktan korkması korkuların başında bulunmalıdır. Öylesine bu korku ona hâkim olmalıdır ki yalandan, yalanlamadan kendisinde bir iz bile kalmamalıdır. Rabb’ine karşı yalanlama bir kişilik bozukluğudur. Bu bozukluk kendisinde bulunanı herkese karşı bozuk yapacak ve gösterecektir.

Ercümend Özkan

Yalan ve yalan söyleme anlamına gelen ‘Kizb’ kelimesi ve türevleri Kur’an’da 282 defa geçmekte ve doğru, gerçek, doğrulama, doğru olma anlamına gelen ‘Sıdk’ kelimesinin zıddı olarak kullanılmaktadır. Tekzîb ise, başlıkta da görüldüğü gibi Yalanlama anlamına kullanılmaktadır. Örtme ve gizleme manasına gelen ‘Küfr’ kelimesi ise anlam bakımından Tekzib kelimesi ile akrabadır. Zira yalanlayan, doğruyu örten, gizleyendir. Görülmesine engel olmaya çalışan, gerçeğin bilinmesini istemeyendir. İhtiyarî bir tavırdır örtmek de, yalanlamak da. Dolayısıyla kasdı içinde bulundurur.

Küfr, İslâmî bir ıstılah haline gelmiş ve özellikle Allah ve Allah’a ait şeylerin görülüp bilinmesinin önüne geçilmesi için ilâhi gerçekleri örtmek, gizlemek, insanlardan saklamak manasına kullanılmıştır. Ortada olduğu, göründüğü, bilindiği halde bir gerçeği anca üzerini örtmek suretiyle gizleyebilirsiniz. Ortada olan bir gerçeğin, gerçek sanılmasını ancak o gerçeği yalanlamakla onun gerçekliğine kuşku düşürebilir, eğriyi doğru gibi güvenle söyleyerek eğrinin doğruluğuna, tabii olarak da doğrunun üzerinin örtülmesine sebeb olabilirsiniz. Nitekim insanlar doğruları yalanlayarak, onların yanlış olduğu yolunda düşünceye diğerlerini sevk etmişler ve böylece doğrunun üzerinde durulmasının önüne geçip, onun (yalanlamalarının sonucu) üzerini örtebilmişler ve insanların doğru üzerinde durmasının, karar kılmasının önüne geçegelmişlerdir.

Örnek olarak Allah’ın Kur’an’da verdiği misâle bakalım: Kureyşlilerin Hz. Muhammed (s.a.)’e ‘Bunlar bana Allah’ın vahyettikleridir’ diye söyledikleri için ‘Muhammed onu uydurdu’ diyorlardı. Bununla ilgili âyette Allah: “Senin için ‘Onu uydurdu’ mu diyorlar? De ki onun sûrelerine benzer bir sûre getirin, iddianızda samimi iseniz, Allah’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın”(1) buyuruyor. Olayı biraz incelersek şunu görürüz: Allah, Kureyşlilerin peygamberimize söyledikleri için “uydurdu” demeleri karşısında onların hareket noktasından hareketle uydurulan bir şeyin, insan olduğundan, benzerinin uydurulması da mümkün olmalıdır. Bu sebeble de madem ki kendileri gibi bir insan olan Muhammed söylediklerini uydurmaktadır, o takdirde onun gibi insan olan Kureyşliler de onun yaptığı gibi yapıp Muhammed’in uydurduklarına benzer şeyler uydurabilirler. Zira insanın yaptığını, insanlar içinden yapabilen yine çıkacaktır. Öyle ise Muhammed’in yaptığını (uydurduğunu) da uyduran çıkabilecektir. O takdirde bunu yapsınlar, hem de Allah’tan başka yardıma çağırabileceklerinin hepsini de yardıma çağırarak elbirliği ile bu ‘uydurma’nın benzerini uydursunlar diye meydan okumaktadır Allah, elçisi Muhammed’e böyle söyleyenlere..

Eğer bir şey yalan ise, benzeri hattâ fazlası da söylenebilir. Elbette ki bir insandan sâdır olan şeyin benzerini diğer insanların da becerebilmesi mümkündür. Zira insan bir tek değildir. Benzerleriyle yeryüzü doludur. İnsanlardan sâdır olabilen bir işin benzeri veya fazlasının yine insanlar tarafından yapılabilmesi mümkündür. İşte bu gerçekten hareketle Allah, Kureyşlilerin söylediklerinin gerçek olmadığını, Kendine ait gerçekle meydan okuyarak ortaya koymaktadır.

Yalanlama ancak gerçek ile olur. Gerçektir, yalanı eritme gücüne sahip olan. Bu itibarla da Allah, yalanlara ve yalanlamalara karşı, Kendine ait gerçekleri ortaya koymakta ve insanlar doğruyu (gerçeği) seçebilmelerine imkân tanımaktadır. Bu sebeble de Kur’an’da doğruların yanında yalan ve yalanlamalar da anlatılmakta, bizim şahidi olmadığımız nice olaylar her şeyi bilen Allah tarafından örnek olarak bizlere bildirilmektedir. Nitekim Musâ (a.s.)’ya Fir’avn’ın ve ileri gelen yakınlarının söyledikleri yalanlamaları, İbrahim (a.s.)’e, kavmi ve kavminin hükümdarının söyledikleri yalan ve İbrahim’i yalanlamalarını ve Allah’ın diğer elçilerine karşı ileri sürülen yalan ve yalanlamalardan Allah bahsettiği için bilgi sahibiyizdir.

İnsanı düşündürmek, yalan karşısından gerçeği seçebilmesini sağlamak, Kendinden gelenlere karşı kullanılan yalanlamalara karşı Kendi gerçeğini insanların önüne koymak suretiyle mümkün kılmak istemektedir. Kur’an bunun çokça örnekleriyle doludur.

Küfür, yalandır. Yalanlama da küfrün gerekçesini oluşturur. Allah Kur’an’da kimlerin kâfir olduğunu söylemişse onların tümünün yalancılar ve yalanlayıcılar olduğunu da bildirmiştir. Nitekim Peygamberlerin gönderildikleri kavimler ve ileri gelenleri tarafından yalanladıklarının örnekleri verilmektedir, Kur’an’da. Allah ise bu yalanlamalara Kendine ait gerçeklerle karşı koyabilmesi için peygamberine gerçekten deliller getirmekte ve peygamberler bunları insanlara duyurarak onların düşünüp, doğruyu, yalan karşısında seçebilmelerine imkân sağlamaktadır.

Yalanlamak, eğer Allah’a karşı ise bunun adının İslâm’da küfür olduğunu söylemiştik. Allah’ı yalanlamak, O’nun, söylediği herhangi bir şeyin gerçek olmadığını söylemek, ya da yine O’nun bildirdiği bir gerçeğe karşı bir başka şeyi gerçekmiş gibi ortaya koymaktır. Nasıl O, ben Varım ve Birim, eşim, oğlum (çocuğum) yok demesine rağmen bazı insanlar İsa O’nun oğludur demek suretiyle, diğer bazıları Üzeyr O’nun oğludur demeleri yüzünden kâfir oldu iseler ve küfürlerinin sebebi ALLAH’I YALANLAMAK ise, yine Allah’ın bildirdiği bir başka gerçeğin karşısına bir başka şeyi gerçekmiş gibi çıkarmak da yine yalanlama’dır. Allah’la ilgili her yalanlama gibi küfürdür.

Küfür yalnız Allah’a oğul isnâd etmek değildir. O’na eş isnâd etmek de küfürdür. O’nun var dediğine yok demek O’nu yalanlamak olduğu gibi, O’nun yok dediğine var demek de yine O’nu yalanlamaktır.

Allah, zâtı itibarıyla öyle bir Varlıktır ki O’nun kendisi gerçektir, doğrudur. İşleri yaptıkları (tasarrufları) doğrudur. Elbette ki sözleri de doğrudur, gerçektir. Yalan değildir ve olamaz, zira bizzat gerçek olandan sâdır olan sözlerdir. O’nun kesin delile dayandırılmasını istediği bir hususta zanna uymak da fiilî yalanlamadır. İtikadla ilgili olarak zannın güzeli de çirkini de birdir ve gerçek olmayan, kesin bulunmayan, kuşkulu, şüpheli şey demektir zann. Bu sebebledir ki Allah katında zanna uyulmasının sonucu fiilî yalanlama ortaya çıkmakta ve yalanlayanları ise Allah şiddetli azabla korkutmaktadır.

Yalanlama ya bilmezlikten, bilmemekten kaynaklanır ya da doğru bilindiği, en azından duyulduğunda doğruluğu kavrandığı halde, terkedilmesinden endişe edilen bir takım menfaatların (ki maddî olsun veya başka türden bulunsun) terkine tahammülsüzlükten kaynaklanır. Birincisinin sürekli olması için neden yoktur. Bilmeyenlere bildirince gerçek yalanın yerine kaim olur ve orada kalır. Alışkanlıkların terkedilmesi, toplumda sahib olunmuş (iktisab edilmiş) mevkilerin, servetlerin ve bunları kazanma yollarının terki çoğu kez insanların doğruları kendilerindeki yanlışlarla değiştirmelerine engel olmaktadır. İnsanlar için tehlikeli olan yalanlama ikinci sebebten kaynaklanan yalanlamadır. O yüzden de Allah ‘Doğru sözü işitip de kulak verenler yok mu, onlar için güzel bir yer hazırlamışızdır’ buyurmaktadır.

Kur’an’ın bize verdiği tarihî bilgilerden de rahatlıkla gördüğümüz gibi gerçek bilindiği, bildirildiği halde onu yalanlama, o gerçeğe karşı çıkma daha çok tezahür etmiş ve bunu yapanlar için kaçınılmaz olmuştur. Zira bu sonu böyle davrananlar kendileri istemiş ve isteklerinin sonucu olarak o noktaya varmışlardır.

İslâm itikadında şüphenin yeri olamaz, Şüphe, kesinliğin bulunmadığı yerde bulunur ve kesinleşmemişliğin boşluğunu doldurur. İtikadda ise boşluğa yer olmamalıdır. Zira itikad boşluğu affetmez ve boşluk, şüphe (zann) ile dolar ve yanındaki gerçeğin çürümesi ve günbegün zayıflaması sonucunu doğurur. İlelebed değil, belli bir zaman dahi şüphenin kesinlikle birlikte bulunması ve kesinliğin şüphenin yerini alma mücadelesi vermemesi kesinliğin aleyhine tezahür eder.

O sebebtendir ki Allah’a inanılması gerektiği (Allah’ın bizden inanmamızı istediği gibi) inanmamız elzemdir. Neyin varlığından söz etmişse onların varlığına inanmalı, nelerin yokluğundan söz etmişse onların yokluğuna inanmalı ve istikrarlı bir şekilde olması gerekeni korumaya bakmalıdır Müslümanım diyen insan. Şüphe, kesinliğe dönüşme ve yerini kesinliğe bırakma sürecinde bir olumlu anlam taşır. Tıpkı ‘boşluk alma’ tabirinin ifade ettiği manada olduğu gibi. Boşluk bırakılmadıkça oturma, kesinleşme mümkündür. Özellikle itikadî açıdan zorunluluk söz konusudur dinlerden İslâm söz konusu olduğunda.

Öldükten sonra dirilme yoktur demekle, Allah yoktur demek arasında fark yoktur. İçki helâldir demekle, namaz farz değildir demek arasında fark yoktur. İsa Allah’ın oğlu demekle gaybı Allah’tan başkası da bilir demek arasında fark yoktur. Hüküm Sahibi olan Allah değildir demekle, biz hüküm koyarız demek arasında fark yoktur. Ve bütün bunlar yalanlamadır. Söz konusu olan da Allah’ı yalanlamak olunca küfür’dür, bütün bunlar. Müslümanım diyenin de demeyenin de rahatlıkla kendini içinde bulabileceği bilmezlikten olsun, bilerek olsun düşebileceği bir çukurdur. Ki onun adı küfürdür, Allah’ı yalanlamadır.

Allah’ın en çok gazaplandığı şeyin yalan ve yalancılık, yalanlama olduğunu, yalanlama ile ilgili âyetlerinde görüyoruz. Her şeyin gerçeğin üzerine kurulduğu bir dinde elbette ki yalan, yalancılık ve yalanlama en çok karşısında bulunulması gereken şey olmalı idi. Zira yalan gerçeğin tam zıddı olandır. Zira Allah gerçektir ve gerçeği görmemek, göstermemek elbette ki gerçeğe karşı çıkmak ve gerçeği yalanlamaktır. O yüzden de yalancılar için “O gün yalanlamış olanların vay haline!.. ”(2), “Varlık sahibi olup da seni yalanlayanları bana bırak!.”(3) ve “Allah’a karşı yalan uydurandan veya âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kimdir?”(4) buyurarak en büyük zulmün yalanlama olduğunu, yalanlamanın da Allah’ı yalanlama olanının daha büyüğünün olamayacağına işaret edilmektedir.

Bizim üzerinde durmak istediğimiz husus şudur ki ‘küfür’ yalanlamadan doğan sonuçtur. Yalan ve yalanlama bütün gerçekleri katıp karıştıran, hiçbir baz bırakmayan, sahipleri için de içinden çıkılmaz durumlar doğuran ve hüsrana uğramalarıyla sonuçlanan yolun başıdır, ki girildiğinde çıkılmaz olmaktadır.

İnsanlar arasında da gerçek ve yalan birbirlerine karşı ilişkilerinin temelini teşkil ediyor değil midir? Yalan (gerçek dışı) düşüncelerine dayalı kanunlarıyla yönetip yönlendirenlerin de yalana, yalanlamaya tahammülleri bulunmadığını görmekteyiz. Doğru, gerçek o denli hayat vericidir ki ona eğrilerin dahi ihtiyâcı bulunmuştur. Hırsızlık doğru değildir. Lâkin kimi hırsızlar da doğruya muhtaçtırlar. Nitekim hırsızın biri diğer arkadaşının kendisine yalan söylemesini, çaldığını saklamasını istemez, yaptığını yalanlamasına razı olmaz. Hattâ kimi zaman bunun sonucunu birbirlerine pahalıya bile ödettikleri olmaktadır.

İnsanlar arasında yalan ve yalanlamanın sonuçları ortada iken, elbette Allah ile kulları arasındaki yalanlamanın sonucu daha şedid olacaktır. Kulunun, kendini Yaratanı yalanlaması yalanlamaların en büyüğüdür.

İnsanın, hele müslümanın bilhassa Allah’ı yalanlamaktan korkması korkuların başında bulunmalıdır. Öylesine bu korku ona hâkim olmalıdır ki yalandan, yalanlamadan kendisinde bir iz bile kalmamalıdır. Rabb’ine karşı yalanlama bir kişilik bozukluğudur. Bu bozukluk kendisinde bulunanı herkese karşı bozuk yapacak ve gösterecektir. Bütün düşünce ve davranışlarında kendini gösteren temel bir unsur olarak kendisinden sâdır olan her şeyi bozucu, kokuşturucu sonuçlar doğuracaktır. Konuyu müşahhas olarak değerlendirmek isterseniz çevrenizde Rabb’ine karşı yalancılardan olanlara bakınız. Onlarda görecekleriniz yalanlamanın gerçekten kötü sonuçları ile sizi karşı karşıya getirecektir. Seçimini gerçekten yana yapanlar, elbette kazananlardan olacaktır.

Küfrün sebebi, Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Allah’ı yalanlamaktır. Geleneksel kültürün bizlere getirdiği bilgilere göre ise küfür, yalanlamalardan meşhur olmuş birkaç örneği ile (örneğin İsâ Allah’ın oğludur ve bazı benzerleri gibi) bilinmekte ve bunların dışında küfür olmayacağı veya olamayacağı zannı uyandırmaktadır. Allah ve O’nunla ilgili herhangi bir gerçeğin yalanlanmasının hangi çeşidi olursa olsun küfürdür ve müslümanım diyenlerin yalanlamaların hepsinden kaçınması gereklidir. Yalanlamadan kaçınmakla, küfürden kaçınılmış olunacaktır sonuç olarak.

Doğrulardan olması gereken insan, öncelikle Allah’ı ve Allah’ın bildirdiklerini doğrulayan olmak durumundadır. Doğrulayan (tasdik eden, sıdk sahibi, sıddîk) olmak Allah’ı ve O’nun bildirdiklerini doğrulamakla başlar. Böyle başlayan doğrulayıcılık ise tabiatının gerektirdiği gibi her doğruyu doğrulayan ve yalanlamayanlardan olarak yaşar. Hayatın anlamı ise böyle yaşamaktır.

Tasdik edicilerden olmak için delile ihtiyâcımız olduğu gibi, yalanlayanlardan olmak için de delile (tealluk ettiği şeyin varlığını ya da yokluğunu gösteren şey) ihtiyacımız vardır. Ezelî gerçek olduğu halde, gerçekliğine delil getirme gereğini yarattığı kuluna karşı duyan Allah Kur’an’da devamlı olarak insanın bakışını eşyaya çevirmekte ve varlık ve birliğinin delili olarak sunmaktadır. Eşyanın varlığı O’nun varlığının delili iken, eşyadaki düzen de yine O’nun Birliği’nin delilidir. Yine Kendisi Kur’an’da “Allah iki olsa idi, bu düzeni (düzen birliğini) bulabilir mi idiniz?” diye bizi düşündürmektedir.

“Müessir yok” denilmekle eserin varlığı yalanlanmış olacağından insan, yalnız görünmeyeni değil, görüp, dokunduğunu da yalanlamış olacağından kendini de yalanlamış duruma girmektedir. İnsanın kendisinin de yalan olması halinde doğru olarak ne kalacaktır ortada diye düşünülürse, yalanlamanın, Allah’ı yalanlamanın ne anlama geldiği ve bu anlamın da küfr olduğu açıkça görülecektir.

(1) Yunus 10/38
(2) Mürselat 77/40-45-47-49
(3) Müzzemmil 73/11
(4) A’raf 7/37, Yunus 10/17

Kaynak: İktibas, Sayı 122, Kavram

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *