İslami Bilincin Kalbine Ulaşmak

İslami Bilincin Kalbine Ulaşmak

Müslümanların ya da muhafazakârların, ahlaki ve ilkesel tercihleri imkânsız tercihler olarak değerlendirmeleri, buradan hareketle, ölümcül teslimiyetçiliği, ölümcül edilgenliği ve konformizmi seçmeleri sebebiyle, bugün, İslam ve Müslümanlar “terör”le özdeşleştirilebiliyor, tarihin kurbanı evrensel yabancılar muamelesi görüyor.

Atasoy Müftüoğlu

Çözümlenmesi mümkün olmayan sorunlarla malûl, çok tehlikeli bir dünyada, ahlaksız bir dünyada yaşadığımız için, jeostrateji adına ülkeler işgal ediliyor, yıkıma uğratılıyor, kültür ve medeniyet varlıkları imha ediliyor, halklar mülksüzleştirilerek muhacerete ve belirsizliğe mahkûm ediliyor; nüfuz bölgeleri savaşları her dönemde büyük barbarlıklara neden oluyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, bütün bir insanlık, büyük bir teknoloji zehirlenmesine maruz kalıyor; gerçek ve sanal dünyalar, dijital varoluşlar ve hayatlar sebebiyle, gerçeklik algılarımızı dönüştürüyor, belirsiz hale getiriyor. Teknoloji putperestliği aracılığıyla, insanlık, yapay gerçekliklerin ve dijital ütopyaların mevcut olmayan dünyasına doğru yönlendiriliyor.

Günümüzde hemen her ülkede, İslam ülkelerinde de, çıkarcı/kaba hesaplara dayalı siyaset, eşsiz ve benzersiz ilkesizliklerle, oportünizmlerle, yalanlarla sürdürülüyor. İlkesizlikler ve oportünizmler, bütün ahlaki kimlikleri, ahlaki tüm tasavvurları yok ediyor. Günümüz İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, politik oportünizm adına, hakkaniyet ahlakı bütünüyle işlevsiz kılınabiliyor. Toplumlarımızda politik popülizmler, oportünizmler ve konformizmler her tür cehaleti içselleştiriyor, normalleştiriyor, toplumsallaştırıyor. Bu nedenledir ki, toplumlarımız hamaset dili ve kültüründen, bilinçli bir varoluşa geçemiyor. Bilinçli bir varoluşa geçemeyen bireyler ya da toplumlar, bir başkasının aklına/zihnine tabi olmaktan kurtulamıyor.

Hakkaniyet ahlakının terkedilmesi, her toplumda çok derin çok yıkıcı toplumsal/ideolojik karşıtlıklara neden olurken, ortak bağlılık ve aidiyet duygularını da telafi edilemez bir şekilde tahribata uğratıyor. Bedenen mevcut olan, ancak, kültürel anlamda, estetik anlamda mevcut olmayan Müslüman halklar, kültürel olarak mevcut olmadıkları için, hiç bir şekilde bir araya gelemiyor. Bu nedenledir ki; darmadağın, bir İslam algısı ve tecrübesi ile karşı karşıya bulunuyor, ahlaki savrulmaların, zihinsel savrulmaların önüne geçemiyoruz. Taşralı politik kadrolar, iktidar ihtirasları adına, bütün kutsal değerleri/alanları/çevreleri haraç mezat satışa çıkardıkları için, İslami bilincin kalbine ulaşamıyoruz. Maddi mülahazalar, çıkar mülahazaları, ahlaki-manevi mülahazalara geçit vermiyor. Entelektüel-kültürel anlamda mevcut olmayan toplumlarımızda, halkların zihin ve bilinç dünyası, evliyaperestliklerle, şeyhperestliklerle, liderperestliklerle mumyalanıyor. Geleneğin otorite ve meşruiyetinin, İslami otorite ve meşruiyetin yerine geçmesiyle birlikte, İslam, dünya sahnesinden çekildi, dünya din’i olma işlevini yitirerek, yerli-milli bir muhafazakârlığa, bir köylü muhafazakârlığına dönüştürüldü. Bu nedenle de, dünyevi/siyasal işlevlerini kaybeden aziz İslam, bir ahiret dinine dönüştü. İçe ve geçmişe kapandıkları günden itibaren İslam-Müslümanlar, dünyaya ve insanlığa varoluşsal meselelerle ilgili olarak etkili-anlamlı nitelikli şeyler söyleyemediler.

İslam toplumlarında kitleler duygularıyla düşündükleri, duygularıyla hareket ettikleri, duygularıyla karar verdikleri ve tercihte bulundukları için, adalet duygusu temelinde, ahlaki-ilkesel hassasiyetler temelinde, düşünemiyor, hareket edemiyor, doğru tercihlerde bulunamıyor. Liderperestlikle malûl bulunan toplumlarda lidere rağmen, halklar, aydınlar da, ahlaki-ilkesel-eleştirel karar verme iradesine sahip değiller. İslam toplumlarında, evliyaperestliklerin, şeyhperestliklerin, liderperestliklerin ve kabileperestliklerin neden olduğu ahlaki ve zihinsel tahribat nedeniyle, İslami anlamda, küresel-evrensel etkisi-işlevi olan değerler-anlamlar ve ilişkiler üretilemiyor. Günümüzde bir yanda bu ahlaki-zihinsel tahribat devam ederken, bir diğer yanda da dijital sömürgecilik bütün özgün kimlikleri ve nitelikleri belirsizleştiriyor, kültürel tekdüzeleştirmeyi yaygın hale getiriyor. Yeni teknolojiler aracılığıyla gerçekleştirilen teknoloji sömürgeciliği de, insanlığın iyiliği için değil, otoriter yönetimlerin çıkarları doğrultusunda kullanılıyor. Bu durum faşizme hayat veren yeni bir kültürel iklim oluşturuyor. Bugünün tarihi faşizm yönünde ilerliyor, faşizm doğrultusunda devam ediyor. Otoriter popülizmler, toplumları temel insanlık sorunlarına yabancılaştırıyor. Amerikan kültürünün ve kültür emperyalizminin hizmetinde olan Twitter, Instagram, Google vb. gibi küresel şirketler bütün toplumlarda, toplumsal eğilimleri yönlendiriyor, halklar bilgi ile propogandayı birbirinden ayırt edemiyor, her tür bilgi, politik çıkarlar doğrultusunda manipüle edilebiliyor.

Bir toplumun sistematik bir biçimde politik oportünizme maruz kalması, ilgili toplumların temel-varoluşsal değerlerle, ilkelerle ilişkisinin kesildiği anlamı taşır. Temel varoluşsal değerleri-ilkeleri ne pahasına olursa olsun temsil ve tecrübe iradesine sahip kararlı-adanmış entelektüel kadroların bulunduğu bir toplumda, hiç bir iktidar, politik popülizm ve oportünizm yoluyla iktidarını sürdüremez. Hakkaniyet ahlakını kaybeden iktidarların-toplumların, her hangi bir alanda kazanabilecekleri, ahlaki-entelektüel bir mazhariyetleri olamaz. Hakkaniyet ahlakının kaybı, derinden çürüyen bir topluma işaret eder. Her tür ötekileştirme, kendisini başkalarından çok daha değerli gören patolojik bir tavırla başlar. Başkalarının duygularını, düşüncelerini anlamaya çalışma ihtiyacı duymayan bir tavır, ahlaki yetersizlikten kaynaklanır. Başkalarının duygu ve düşüncelerini, yorumlarını ve önerilerini hiç bir şekilde dikkate almayan, önemsemeyenler, bunu, insani yanları eksik olduğu için böyle yaparlar. Etnik asabiyeti ve sınırları, mezhep ayrımlarını aşamayanlar, dayanışmanın erdeminden bütünüyle uzaklaşır, bencilliğin bayağılıkları ile bütünleşir, hiç bir şekilde bir bilinç birliğine ulaşamazlar. Etnik bencilliklerle malûl bulunan toplumlar, bir anlam ve değer sistemi oluşturamazlar. Bütün bencillikler İslami hassasiyetlerimizi rencide eder. Bağnazlık kabilelerinden hiç bir şekilde medeni bir tavır sadır olamaz. Bağnazlık kabilelerinin evrensel-küresel düşünme ve idrak yetenekleri yoktur. Etnik bencillikler, mezhepçi partizanlıklar, partizan politik kabileler kolektif İslami mücadeleyi imkânsız kılar,  kılmaktadır. Her bencillik-hizipçilik, toplumsal doku’nun parçalanmasıyla, bozulmasıyla sonuçlanır.

Günümüzde, çeşitlilik nefreti, gelenek kültü, etnik kültürel üstünlük iddialarına dayalı idealleştirilmiş efsanevi geçmiş algısı, geçmişin eleştirel anlamda yorumlanmasını bütünüyle imkânsız kılıyor. Hangi toplumda olursa olsun, popülizmlerle milliyetçiliklerin ve otoriterleşmenin bütünleşmesi, faşizan bayağılıklara dayalı politik bir kültür oluşturuyor. Bugün, İslam toplumlarında, Türkiye’de de yaşandığı üzere, maalesef kültür millileştiriliyor, askerileştiriliyor. İslam toplumları, sözün/anlamın/erdemin, ahlak ve ilkenin bittiği; para ve çıkarın belirleyici olduğu utanç verici dış politika tercihlerinin hayata geçirilebildiği günlerden geçiyor. Siyasal iradesizlikler, yüz kızartıcı teslimiyetçi uzlaşmalara neden oluyor. İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır karşısında sergilenen mutlak edilgenlik-iradesizlik-teslimiyetçilik; katil Prensgillerin aklanması, şizofrenik politik tercihlerle, siyasal intiharlarla karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Demografik gücünün çok üzerinde jeopolitik bir güce sahip, Siyonist sömürgecilik karşısında, İslam ülkelerinin hiç bir yapısal-caydırıcı etkisi bulunmadığı ötedenberi bilinen bir gerçektir. Şiiriyle, Siyonist sömürgecilik karşısında çok anlamlı bir direniş mücadelesi veren Nizar Kabbani, İslam ülkeleri politik liderlerinin politik söylemlerinin-nutuklarının “narkoz iğneleri”nden ibaret olduğunu belirtir. Bugün, sistematik-gündelik hale gelen Filistin halkına ve Kudüs’e yönelik Siyonist saldırılar-barbarlıklar karşısında, İslam ülkeleri yönetimleri kınama açıklamaları dışında hiç bir şey yapmıyor. Müslüman halklar ölümcül sıradanlıklarla sınanıyor. İslam ülkeleri yönetimleri, Siyonist saldırılar karşısında hiç bir şey yapmadıkları halde, Filistin ve Kudüs sorununu politik bir araç olarak istismar etmeye devam edebiliyor.

Popülist sayıların üstünlüğü-galibiyeti için mücadele eden politik hareketler, ahlaki üstünlük mücadelesini, entelektüel üstünlük mücadelesini ebediyyen kaybetmişlerdir. İslami varoluşu, ahlaki-entelektüel-siyasal bir bilince dönüştürünceye kadar, İslami umutlardan söz edilemeyeceğini bilmek ve anlamak gerekir. Popülist-oportünist politik mücadeleler, her zaman, her şeye ve her yere geç kalmakla sonuçlanır. Popülizmlerin-oportünizmlerin yükselişi-başarısı ahlaki ölümlere, entelektüel ölümlere işaret eder. İslam dünyası toplumlarında entelektüel çöküşün, siyasal çöküşle birlikte başladığını hatırlamak gerekir. Bugün, siyasal ve askeri Musevilik Türkiye’yi de içerisine alabilecek şekilde, Ortadoğu’yu şekillendirirken, yaşadığımız ahlaki-entelektüel çöküş nedeniyle, İslami düşünce-kültür-edebiyat hayatı, İslam-siyaset ilişkisini İslami temelde tanımlamaya cesaret edemiyor. İslam toplumlarında aydınlar, Aydınlanma değerlerinin ideolojik baskısı sebebiyle, bu ideolojiyle yüzleşmeye cesaret edemiyor, bugün, Aydınlanma ülkesi Fransa’da, yeni faşizmin yükselişi karşısında, Aydınlanmanın sadece bir nostalji konusu haline geldiğini göremiyor.

Günümüz dünyasında, toplumlarında bütün değerleri ve erdemleri hep kaybedenler savunuyor. Kazananlar, muktedirler, müstekbirler hiç bir değer ve anlam sistemine, hiç bir erdeme ihtiyaç duymuyor.

Varoluşsal bütünlüğün, bütünlük bilincinin bozulmasıyla birlikte, insanlık varoluşsal meselelere, varoluşsal idrak’e ve anlamlara, bilgeliklere ve ideallere bütünüyle yabancılaştı. Bu yabancılaşmayla birlikte, insanlık yoğun bir biçimde araçsal sorunlar, araçsal-ideolojik varoluşlara yöneldi. Bu nedenledir ki; bugün sözünü ettiğimiz temel anlamlar, varoluş, hayat, ölüm, din, ahlak marjinal alanlar haline getirildi. Bugün, toplumlarımızda niteliksiz sayıların büyüsüne kapılanlar, büyük sayılara yönelik ilgi’nin, çok büyük yozlaşmalar/bayağılaşmalar pahasına sürdürülebildiğini görmüyor, anlamıyor, anlamak istemiyor.

İslami düşünce-kültür-edebiyat hayatı, parçalanan/dağılan/yıkılan/tarumar olan İslam binasının, geçmişte ne kadar ihtişamlı olduğunu abartılı-teatral bir dil’le, tarih yorumuyla anlatırken, bu binanın neden/nasıl/ne zaman yıkıldığını, dağıldığını, yeniden nasıl inşa edilebileceğini hiç bir şekilde konuşmuyor, tartışmıyor, gündeme almıyor, alamıyor. Bu konuda varoluşsal sorgulamalar/hesaplaşmalar yapılması gerekirken, zihinsel anlamda, geçmeyen bir geçmişte yaşamaya devam ediyoruz. Bu nedenle geçmişi tahrif ederek efsanevileştirmeye, dokunulmaz kılmaya çalışıyoruz.

Kendi bencilliklerinden, narsisizmlerinden, kibirlerinden feragat edemeyenler, başkalarının iyiliği-özgürlüğü için hiç bir şekilde bir fedakârlıkta bulunamazlar. Onurlu insanlar, varoluşlarını, ancak, ahlaki-entelektüel bağımsızlıklarını koruyarak, bu doğrultuda tanıklıklarda bulunmak suretiyle kanıtlayabilirler. Propoganda ürünü bireyler/topluluklar, hiç bir şekilde bağımsız bir tavır geliştiremezler. Propoganda yoluyla, hamaset yoluyla, çıkar beklentilerine dayalı olarak sağlanan sadakat ve bağlılıklar, aldatıcı sadakat ve bağlılıklardır. Popülist politik propoganda dili ve söyleminin samimiyet/içtenlik/hakkaniyet içermediğini bilmek gerekir. Anlamlı bir mücadele, uğrunda bedel ödenen bir mücadeledir. Hiç bir bedel ödemeden yapılan bütün tercihler, ucuz tercihlerdir. Filistin’e, Gazze’ye, Mescid-i Aksa’ya siyasal ve askeri yardımda bulunma iradesine/cesaretine/bilincine/ahlakına sahip olmayan siyasal oportünistlerin, Gazze, Mescid-i Aksa hakkında hamaset nutukları çekmekten vazgeçmeleri gerekir.

Siyasal ve askeri Musevilik Türkiye’yi de içerisine alabilecek şekilde Ortadoğu’yu şekillendirirken, Müslüman zihinleri de şekillendiriyor. Müslümanlar ya da kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayanlar siyasal ve askeri Musevilikle uzlaşabilmek için bütün temel ahlaki ilkelerden, ahlaki duruş-tavırdan vazgeçebiliyor, ahlaki tercihlerin, ilkesel tercihlerin yerine oportünist tercihleri koyuyor, ahlaki ve ilkesel tercihlere liyakatin imkânsız olduğunu düşünüyor. Müslümanların ya da muhafazakârların, ahlaki ve ilkesel tercihleri imkânsız tercihler olarak değerlendirmeleri, buradan hareketle, ölümcül teslimiyetçiliği, ölümcül edilgenliği ve konformizmi seçmeleri sebebiyle, bugün, İslam ve Müslümanlar “terör”le özdeşleştirilebiliyor, tarihin kurbanı evrensel yabancılar muamelesi görüyor. Günümüzde Doğu-Batı ideolojik ayrımı ve çatışması her alanda yoğun bir biçimde sürdürülüyor. Özellikle ideolojik bağlamda, Batı dünyası ile İslam dünyası arasında bir değerler savaşı yaşanıyor. Müslümanlar ya da muhafazakârlar, muhafazakâr taşralılıklar, kendi değer ve anlam sistemlerini gereği gibi temsil ve tecrübe ahlakını/iradesini bütünüyle kaybettikleri için, seküler değerler dayatması karşısında sinik bir teslimiyetçilik sergiliyor. İslam dünyası toplumlarında, seküler bedevilik ve muhafazakâr bedeviliklerin ifadesi olan putperestlikler arasında yaşanan karşıtlıklar ve derin rekabet sebebiyle, bu toplumlar varoluşsal meseleler, varoluşsal ilgiler konusunda derin bir cehaleti toplumsallaştırıyor.

Müslüman halkların, ideolojik uyuşturucular, gelenekçi uyuşturucular, popülist uyuşturuculardan gerçeğe, tarihe ve evrensel bilince uyanmaları, kamusal müdahalede bulunma yeteneğine/cesaretine sahip, bilinçli/samimi/adanmış/sorumlu birikimli entelektüel kadroların yoğun/kapsamlı/sistematik çalışmalarıyla mümkün olabilir. Müslümanlar olarak şimdiki zamanı geçmişe götürmeye çalıştığımız için, toplumlarımızda her zaman gündemde olan uyanış-diriliş vb. gibi söylemler-hareketler bir türlü gerçekliğe dönüşmüyor. İslami bilincini ve dikkatini kaybeden halklar, bütün resmi gerçekliklere, resmi yalanlara inanmak, yalan hayatlar yaşamak, her tür bilinç ve farkındalık mahrumiyetine katlanmak zorundalar. Bugün, İslam toplumlarında kültürsüzlükle malûl popülist/muhafazakâr politikacılar, sadece propoganda nutukları çekme yetenekleriyle temayüz ediyor ve bu yolla zevahiri ve günü kurtarıyor. Açıklanması, anlaşılması, yorumlanması mümkün olmayan edilgenlikler, teslimiyetçilikler ve utanç verici uzlaşmalar, sözünü ettiğimiz propoganda nutukları aracılığıyla örtbas ediliyor, edilebiliyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *