‘Yâr Ağlasın, Ağyar da Gülmesin’

‘Yâr Ağlasın, Ağyar da Gülmesin’

Ahmed Şirani dönem olarak Müslümanların geldiği olumsuz eşikten ve bu olumsuzluklar karşısında ilmiye sınıfının kayıtsızlığından şikâyetçidir. Neşrettiği gazetelerle duruma müdahil olmaya çalışır. Çektiği zahmetler, önüne çıkan engeller öylesine yamandır ki, anlatacakları yâri ağlatacak, ağyarı da güldürecek türdendir…

Yakup Döğer

Ahmed Şirani (1879-1942) Gümüşhane’nin Şiran kazasında doğmuştur. Memleketine binaen Şirani lakabıyla anılmaktadır. Medresede eğitim görerek icazet almıştır. Medrese eğitimi gördüğü için medreselerdeki birçok probleme işaret etmiş, ağır hicivlerde bulunduğundan dolayı tutuklanmıştır. Ulema sınıfına eleştirdiği için dersiamlık maaşı kesilmiştir. II. Meşrutiyet dönemi olan bitene bütün yönleriyle şahit olmuş, özellikle ilmiye sınıfını, dönem itibarıyla sergiledikleri sorumsuz davranışlarından dolayı şiddetle eleştirmekten geri durmamıştır.

Medrese İtikadları ve Hayrul Kelam adında iki gazete neşretmiş, matbuat alanında Müslümanları sesi olmaya çalışmış bir şahıstır. Medrese İtikadları gazetesi 1913 yılında yayın hayatına başlamış, Meşihat makamı ve medrese ıslahatı için görevli komisyon üyeleri hakkında yaptığı eleştiriler nedeniyle ancak 17 sayısı neşredilebilmiş ve dergi kapatılmıştır. Yayın kurulunun medrese mensuplarından teşekkül etmesinden dolayı, medreselilerin dergisi olarak da kabul edilmiştir.

Medrese İtikadları kapatılınca Hayrul Kelam adındaki gazeteyi çıkarmaya başlamış, bu gazete de 38 sayı yayınlanmıştır. Hayrul Kelam da Medrese İtikadları’nın devamı gibi görülmüştür. Dergi özellikle İçtihad yazarlarına karşı ağır eleştirilerde bulunmaktan geri durmamıştır. Ahmed Şirani tutuklandıktan sonra dergi kapatılmıştır. Şirani mahpus hayatından sonra yayın hayatına devam etmiş, 1919 yılında İtisam Gazetesi’ni yayınlamıştır.

Ahmed Şirani dönem olarak Müslümanların geldiği olumsuz eşikten ve bu olumsuzluklar karşısında ilmiye sınıfının kayıtsızlığından şikâyetçidir. Memleketin durumu askeri ve iktisadi alanda çok kötüdür. Fakat daha da kötüye giden tarafı içtimai yapının günden güne ahlaki olarak bozulması, gavurlaşmasıdır. Bu gavurlaşma karşısında sessizliğe bürünen ilmiye sınıfını da, sukutundan dolayı eleştirir. Şirani’nin başka bir derdi daha vardır. O da, ilmiye sınıfı münkerata engel olmak için çaba sarf etmediği gibi, kendisi gibi çaba sarf edenlere destek olmamakta, hatta engel olmaya çalışmaktadır. Ahmed Şirani Hayrul Kelam’da bu duruma karşı serzenişte bulunarak adeta feryat eder.

Ahmed Şirani’nin bu feryadı, Kastamonu ulemasından Sufizade Mehmed Tevfik Efendi tarafında karşılık bulur. “Ahmed Şirani Efendiye” bir mektup yazar. Şirani Sufizade Mehmed Tevfik Efendinin mektubu gazetesinde neşreder. (1)

Sufizade Mehmed Tevfik Efendi, Şirani’nin bu serzenişinden çok müteessir olmuştur. Vaziyetin vahametininin farkındadır. Müslümanların içinde bulunduğu duruma ve boşa giden gayret ve hissi hamiyete bakıp ağladığını ifade eder. Sufizade Müslümanlar için neşriyatın önemine dikkat çeker. Dünyada varlık göstermek isteyen hangi fikir ve düşünce varsa, onların mutlaka ciddi bir basın kuruluşuna ihtiyaçları vardır. Fakat bu memlekette nasıl bir hava teneffüs edilmektedir ki, bu çabaları gösterenler kendi içinde olanlar tarafından husumet görmekte ve engel olmaya çalışılmaktadır.

Yardımcı olmak şöyle dursun, karşı çıkıp hor görerek, bu çaba içinde bulunanları ahmaklıkla suçlarlar. Kendileri böyle yaptıkları gibi, başkalarını da yardımcı olmaktan alıkoymaktadırlar. Bu cahiller arasında sözde filozoflar çıkmaya başlamıştır. Dinin yüce ahkâmı ahali nazarında itibarını kaybetmiş, garbın bütün maddi inkişafı hayatı kuşatan bir kural olarak kabul edilmiştir. Her şey maddi bir bedelle karşılık bulmaya başlamış. Maişet yüzünden bazı zayıf kalpli ilmiye mensupları, dini eğip bükmeyi adet edinmiştir.

Sufizade Mehmed Efendi, Şirani’ye hak vermekte, gidişattan kendisi de endişe duymaktadır. Zira ilim talebelerinin itikadı bozulmuştur. Bozulmanın sebebi ise, sağlam itikada malik hocaların kalmamasıdır. Bugünün tahsilindeki yegâne amaç maişet peşinden koşmak olarak zuhur etmiştir. Oysa ilmin tahsilindeki amaç ibadet olmalıdır.

Ahmed Şirani, Sufizade Mehmed Tevfik Efendinin mektubuna, Hayrul Kelam’ın 10. sayısında cevap verir. Şirani’nin cevabı oldukça manidardır ve dönemin ruhunu yansıtması açısından kayda değer ifadeler taşır. Şirani “Yar Ağlasın, Ağyar da Gülmesin” der. (2)

Sufizade Mehmed Tevfik, gazeteyi müteessir olarak ağlayıp okumuştur. Hayrul Kelam da, ele aldığı konular ve değindiği meseleler bakımından okuyucusunu müteessir edip ağlatacak bir mahiyete sahiptir. Şirani gazetesini böyle tanımlar ve Sufizade Mehmed Tevfik Efendi’ye seslenir. Gazeteyi hangi ümitlerle ve nasıl çıkardığını anlatır. Çektiği zahmetler, önüne çıkan engeller öylesine yamandır ki, anlatacakları yâri ağlatacak, ağyarı da güldürecek türdendir.

Son dönemde, özellikle Abdullah Cevdet ve avenesinin çıkarmakta olduğu İçtihat Gazetesi ve benzerleri Müslümanlara sürekli saldırmakta, sarıklıların ve talebe-i ulumun haysiyeti, izzeti nefsiyle oynamaktadır. Yazılıp çizilenler, gazetelerde yer alan haberler, bu kişilerin kalemlerinden düşen mürekkep katreleri ilmiye sınıfının üzerine top güllesi gibi düşmekte, müthiş tahribat oluşturmaktadır. Bu saldırıların karşısında, hakaretlerini durduracak, kalemlerini söndürecek bir kuvvetin de bulunmaması, efradı İslamiye arasında ye’se ve ümitsizliğe yol açmaktadır. Müslüman millet arasında adeta ilmiye sınıfının öldüğü havası oluşmuştur.

Bu durum, Allah indinde mesuliyeti, insanlar nazarında da mahcubiyeti celp etmektedir. Artık bu ölü sessizliğine bir son vermek ve bir parça da olsa varlık göstermek farzı ayın hükmünü almıştı. Şirani bu durum karşısında bir gazete neşretmek istediğini, fakat böyle bir imkâna sahip olmadığını ifade eder. İmkânsızlık sebebiyle bu kararını icraya bir türlü cesaret edemez. Bir gün kendi kendine düşünür, yalnız olmadığına karar verir ve:

Sen! Yalnız değilsin, seninle beraber canı yanan, hissiyatı ayaklar altına alınan binlerce sarıklı var. Onlar sana her vecihle muavenet ve muzaheret ederler. Başka türlü yardım etmeseler de, yalnız haftada bir gazete alsalar yine “yevmi cedid, rızkı cedid” suretiyle gazetenin masrafı çıkar. Onlara bir de ehli İslam’ın himmeti inzimam ederse gazetenin hayatı intişarı sigorta edilmiş olur” diyerek yola çıkar.

Şirani böyle bir düşünce sonunda gazetesini neşretmeye karar verir. Bu düşüncesinden cesaret alarak gazetesini neşretmeye başlar. Fakat çok geçmeden düşüncesinde ne kadar büyük yanılgıya düştüğünü acı bir şekilde anlar. “Meğer temenniyatım “seraptan su beklemek kabilinden bir hayal imiş” diyerek hayıflanır.

Ahmed Şirani gazeteyi neşre başlar başlamaz taşralarda bulunan kadılara müftülere, müderrislere, medreselere gazete gönderir. Fakat iki kadı ve iki müftü dışında başka hiç kimseden memnuniyet ifade eden iki satırlık bir mektup dahi alamaz. Taşrada bulunanlar böyle bir hal üzeredir. Peki, İstanbul nasıldır? Şirani İstanbul ahvalini de ele alır ve durumu izaha çalışır.

Ahmed Şirani neşrettiği gazetesine ilgi alaka olarak İstanbul ilmiyesini iki kısma ayırır. Bir kısmı hocalar, diğer kısmı ise talebelerdir. Şirani hocalar kısmında çok mustariptir. Hoca efendiler kendisine yardım etmek veyahut gazete almak, hatta hiç olmazsa lisanı beyan ile memnuniyet eylemek şöyle dursun kendisiyle selamı, merhabayı bile kesmiştir. Oysa Şirani’nin dinini, ilmiye sınıfının haysiyetini elinden geldiğince müdafaa etmek için meydana atılmaktan başka kabahati yoktur. Eğer hoca efendiler kendisine biraz olsun destek olup yardım etselerdi, daha çok azim ve gayretle mücadeleye devam edebilecekti. Ne yazık ki Ahmed Şirani bu desteği ve yardımı bulamamıştır.

İşin ilginci, hoca efendiler kendileri yardım etmediği gibi, başkalarının yardım etmesine de razı olmuyorlardı. Hem yardım etmiyorlar, hem de başkalarının yardımına mani oluyorlardı. İlmiye sınıfı Şirani’yi yalnız bırakmıştı.

Ahmed Şirani’nin umut bağladığı diğer kısım ise talebe-i ulumdur. Fakat müellif bu umudunda da hayal kırıklığına uğrar. Talebe-i ulum neşriyatın büsbütün hilafına hareket eder. Ahmed Şirani’nin amacı, talebe-i uluma haysiyetlerini müdafaa, hukuklarını muhafaza için bir gazeteye olan ihtiyacı anlatmak, taktir etmelerini sağlamaya çalışmaktır. Hususiyetle İçtihat Gazetesinin neşriyatı çok can sıkıcıdır ve sürekli sarıklılara saldırmaktadır. Talebe-i ulum, eğer Müslümanların bir gazeteye olan ihtiyaçlarının ne kadar önemli olduğunu kavrar ise, gazetesine dört elle sarılırlar, kendileri aldıkları gibi, memleketlerindeki yakınlarını da gazeteye abone yapabilirlerdi.

Ne yazık ki Şirani bu zannında da yanılmış, bu kesimde de öyle bir his görememiştir. İtibarını iyice yitirmeye başlayan ve her türlü saldırıya açık hale gelen ilmiye sınıfı, seslerini duyuracak, kendilerini savunacak bir gazete lazım değilmiş gibi hareket etmektedir. Dönem sıkıntılı bir dönemdir. İlmiye sınıfının derdini anlatmak, kendisini savunmak, iftiralara cevap verebilmek için, bir değil birkaç gazeteye ihtiyaç vardır. Fakat durumun vahametini bir türlü kavramaktan aciz kalmaktadırlar.

Kendi efkârına tercüman olacak gazetelere sahip çıkmayan ilmiye sınıfının garip bir tavrı vardır. O da, çıkmakta olan günlük gazetelere gösterdikleri teveccühtür. Talebeler günlük gazetelerden ceplerine soktuklarını okumaktan, takip etmekten derslere bile gidememektedir. Talebenin ceplerinde gezdirdiği günlük gazeteler ise, efkârı ammenin tercümanı olmaktan çok uzaktır. Ve sarıklılara her gün atılan iftiralara karşı en ufak bir tepki dahi göstermemektedir.

Ahmed Şirani durumdan umutsuzdur. Ne hikmet ise, memleketin efkârı umumiyesi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan gazeteler ilgi görüyor satılıyor, lakin ekseriyetin efkârına tercüman olacak gazeteler satılmıyor, okunmuyor. Sarıklılar, ilmiye sınıfı, umumun efkârına tercüman olan gazetelere ilgi göstermiyor, okumuyor. Müellife göre, yol göstericisi sarıklılar olan ve bu halde bulunan bir millet efradından daha iyi hareket bekleme, daha refik hissiyat gözetmek insafsızlık olur.

Durum bundan ibarettir. Şirani Sufizade’ye yazdığı cevabı, “İşte azizim hal ve mevkii bundan ibarettir. Herkes okusun, okusun da yar ağlasın, ağyar da gülsün” diye hitama erdirir.

İslami basında yer alan her türden neşriyatın, Müslümanlar tarafından teveccüh görmemesinin tarihi izleri açısından, Ahmed Şirani’nin bu makaleleri anlamlıdır. İslami basın hayatında yer alan onlarca yüzlerce gazete ve dergi ne yazık ki uzun ömürlü olmamış, kendi geliriyle kendi varlığını sürdürememiştir. Oysa Şirani’nin bahsettiği gibi herkes kendisi birer gazete dergi alsa, bir de yakınlarını yönlendirse, gazete ve dergiler hayatlarını sürdürebilir, uzun ömürlü olurdu. Fakat ne yazık ki bu imkânsız gibi duruyor.

Günümüzde uzun soluklu yolculuğuna devam eden İslami dergiler, ne yazık ki bu işe Allah rızası için gönül vermiş birkaç kişinin maddi ve manevi desteğiyle yayın hayatlarını sürdürebiliyor. Yoksa abone usulü gelir ile kendi kendisini döndürebilen ve yayın hayatına devam eden İslami dergi var mıdır? Zannım o ki, – yanılmış olabileceğimi de peşinen söylemekle birlikte– kendi neşri geliriyle kendi kendini çevirebilen dergi olduğunu sanmıyorum.

İslami neşriyatın devamı için, Allah rızasını gözeterek, kendi keselerinden maddi, gönüllerinden ise manevi desteği esirgemeyenlere selam olsun.

Dipnotlar

(1) Ahmed Şirani Efendiye, Mehmed Tevfik, 26 Kanunuevvel 1329 – 8 Ocak 1914, Hayrü’l-Kelam, cilt 1, sayı 8, sayfa 60-61

(2) Ahmed Şirani, Yar Ağlasın, Ağyar da Gülmesin, Hayrü’l-Kelam, cilt 1, sayı 10, sayfa 75-77, 9 Kanunusani 1329 – 22 Ocak 1914

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *