Sahte Umutlar, Sahte İyimserlikler

Sahte Umutlar, Sahte İyimserlikler

“İslam dünyası toplumlarında, entelektüel/kültürel/düşünsel kadroların/hareketlerin, süreçlerin öncülüğünde değil; karizmatik din’i ya da politik figürlerin ufuklarıyla/birikimleriyle sınırlı, otoriter popülizm temelinde bir değişim yaşanıyor.”

Atasoy Müftüoğlu

İslami bilgiyi, bilinci, bilgeliği; aklen-kalben ve ahlaken, bütün boyutlarıyla özümseyemediğimiz; kimi romantik, nostaljik, yerel ve duygusal klişelere/sloganlara hapsettiğimiz için; Müslümanlar olarak, İslam’ı, yirmibirinci yüzyıla nasıl tercüme edeceğimizi merak etmiyor, konuşmuyor, bu çok hayati konu ile ilgili kamusal tartışmalar yapmıyoruz. Akli, kalbi, ahlaki ve vicdani farkındalığa yabancılaştığımız için, kendi zamanımızın büyük meseleleri ile ilgili, entelektüel sorumluluklarımızı ve entelektüel dikkatimizi kaybettik. Eleştirel-entelektüel sorumluluk ve dikkati kaybettiğimiz için, bugün, çok aziz ve mükerrem İslam, politik popülizmin bayağılıkları, propoganda dilinin kabalıkları tarafından küstahça hırpalanıyor.

Bir toplumun ve kültürün kendisini İslam’a nisbet etmesi, o toplumun kendisini ilahi vahye nisbet etmesi anlamı taşır. Bir toplumun kendisini ilahi vahye nisbet etmesi, o toplumun daha başlangıçta, gerçek olan bir mükemmelliğe nisbet etmesi demektir. İslami dünya görüşü, ahiret görüşünü de içererek, kuşatıcı-kapsayıcı muhteşem bir bütünlük oluşturur. Günümüzde politik çıkarlar ve iktidar ihtirasları adına, aziz İslam’ı istismar ederek hırpalayan İslam ülkeleri yönetimleri, siyasal Yahudiliğin-Siyonizmin somut-etkili-belirleyici bir gerçeklik oluşturarak, kendi kaderini belirlediği-belirleyebildiği bir dünyada; İslam’ın siyasal bir irade ve gerçeklik olarak neden somutlaştırılamadığını, böyle bir iradeyi somutlaştırmak için neden hiç bir ciddi çaba harcanmadığını hiç bir şekilde gündeme, İslami gündeme getiremiyor. Bu ülkelerde yaşayan Müslüman halklar, aydınlar, alimler vb. de, İslam’ı istismar ederek iktidarlarını sürdüren yönetimlere, İslam’ın neden somut bir siyasal irade ve gerçekliğe dönüştürülemediğini sormuyor, merak etmiyor.

Günümüzde, İslam toplumlarında, hamaset temelinde sürdürülen sistematik politik propoganda yoluyla kitlelerin hayalleri de sömürgeleştiriliyor. Hayalleri de sömürgeleştirilen toplumlar-kültürler, kendi zamanımıza ilişkin gerçek sorgulamalar yapamıyor. Hayalleri sömürgeleştirilen kitleler, sistematik bir tekdüzelik, vasatlık ve körleşmeyle bütünleşiyor. İslam toplumları/halkları olarak eleştirel bir iyimserliğe sahip olmadığımız, eleştirel bir iyimserliğin nasıl bir şey olduğunu bilmediğimiz için, öteden beri biriktirdiğimiz yanılsamalarla avunuyoruz. Müslüman halklar, propoganda yoluyla üretilen yapay umutları ve yapay iyimserlikleri içselleştirdikleri için, gerçeklerle hiç bir şekilde yüzleşmek istemiyor. Gerçeklerle yüzleşmek istemediği için de, İslami bilincin, ufkun, umudun, dayanışmanın, hangi nedenlerle, hangi unsurlar tarafından sınırlandırıldığını bilmiyor, bilmek istemiyor. Niteliksel içeriği ve derinliği olmayan propoganda muhafazakârlıkları, araçsal muhafazakârlıklar, İslami geleceğin ufkunu kapatıyor, karartıyor.

Toplumlarımızın duygusal yanını ele geçiren propoganda muhafazakârlıkları, araçsal muhafazakârlıklar sebebiyle, Müslüman halklar-aydınlar, Siyonist rejim karşısında sergilenen olağanüstü teslimiyetçiliği ve çaresizliği farketmiyor. Sömürgecilik, sömürgeleştirdiği halkların-kültürlerin özgün varoluşlarını, dünya görüşlerini ve hayat tarzlarını kendi iradesine tabi kıldığı için, bizler, Müslümanlar olarak çok ciddi bir bilinç ve algı tıkanması içerisinde yaşıyoruz. Propoganda muhafazakarlıklarını, folklorik ve kültürel dindarlıkları İslamcılık, hatta, siyasal İslamcılık sanıyoruz. Siyasal İslamcılığın yerli-milli yaklaşımların sınırları içerisine hapsedilemeyeceğini bilmiyoruz.

Günümüz dünyasında sayılar, fikirlerin önüne geçiyor. Fikirlere ihtiyaç duymayan, sadece çıkarlara ihtiyaç duyan bir dünyada yaşıyoruz. Emperyalistler, bugün, Suriye’de yaşandığı üzere, büyük anormallikleri normalleştirerek, İsrail’in büyük hatırı için birlikte hareket ederken; Ukrayna’da çıkar çatışması içerisindeler. Batı dünyasının basiretsizliği, Rus faşizminin Ukrayna’yı işgaline neden oldu. Bugünün dünyasında, bilgi, enformasyon, ideolojik/politik/ekonomik çıkarlara hizmet ediyor. Sayılar, anlamlara, bilgeliklere geçit vermiyor. İnsanlık, çıkar savaşları nedeniyle varoluşsal anlamlara, varoluşsal iyiliklere yabancılaşıyor. Bugünün dünyasını, toplumlarını, sayısal akıl belirliyor. Propoganda muhafazakârlıkları tarafından bilgisizleştirilen toplumlar, sloganlarla kontrol edilebiliyor, etkisiz hale getirilebiliyor. Hangi toplumda olursa olsun, güvenlik mülahazaları, özgürlük arayışlarını durduruyor, donduruyor. Muhafazakâr toplumlar, güvenli bir toplum için özgürlüklerinden feragat edebiliyor. Yerli-milli narsisizmler İslami umutları parçalamaya devam ediyor. Yerli-milli narsisizmler bencillikler, bağnazlıklar, duygusallıklar sebebiyle evrensel insana ulaşamıyor, evrensel zihinler ve kültür üretemiyor, evrensellik bağlamında etkili olabilecek fikirler üzerinde yoğunlaşmıyoruz, yoğunlaşamıyoruz.

İnsanlığın dünyası, çifte standartlardan oluşan bir dünya düzeninin tehdidi altında bulunuyor. Nükleer silahlara sahip olan ülkeler, bu silahlara sahip olmayanlara meydan okuyor. Ekonomik insan kendi ürettiği nesnelere tapınıyor, kendi ürettiği nesneler tarafından etkisiz hale getiriliyor. İkiyüzlü bir dünya düzeninde, mülteciler, etnik-din’i aidiyetlerine göre, ya avantajlı, ya da dezavantajlı topluluklar olarak kategorize edilebiliyor. Avantajlı mültecilere iyi davranan topluluklar ödüllendirilirken, dezavantajlı mültecilere de kötü davranan toplumlar ödüllendiriliyor. Günümüz neoliberal özgürlük anlayışı, hiç bir soruna ahlaki müdahalede bulunulmasına izin vermiyor. Bütün popülizmler, İslam toplumlarında da, milliyetçilikler aracılığıyla güçlendiriliyor.

Dünyayı, hayatı, tarihi, olayları, insanlığı, kültür ve medeniyeti tanımlama/yorumlama tekelini elinde tutan modern seküler uygarlık, insanlık tarihinin merkezinde olduğunu, bu nedenle de hakikati kendisinin tanımlayacağını, hemen her konuda her şeyi kendisinin bildiğini iddia ederken; Batı sömürgeciliğini-emperyalizmini de “beyaz adamın misyonu” olarak tarif edebiliyor. Batı emperyalizmi, emperyalizmini, sömürgeciliğini “beyaz adamın misyonu” olarak tebcil ederken, bugün de, Rus ve Çin emperyalizmlerini takbih ediyor. Sömürgeci bütün keyfilikler; araçsallaştırıldığı için, anlam/ahlak kaybına uğrayan akıl aracılığıyla, akılcılık aracılığıyla gerçekleştiriliyor. İslam’da, günümüzde, varoluşsal/temel/hayati/dünyevi bütün işlevlerinden, sözünü ettiğimiz sömürgeci keyfilikler yoluyla uzaklaştırılıyor. Günümüz dünyasında Müslümanlarla, İslamofobik temelde ilişki kurulabiliyor. Sömürgeci keyfilikler farklılığı çok büyük bir sorun olarak görüyor, farklı’yı bu nedenle aşağılayarak ötekileştiriyor, farklı kültürlerin ve halkların özgünlüklerini reddediyor. Sömürgeci keyfilikler yeryüzünü Allah’ın (c.c.) mülkü olarak değil, insanlığın ortak mülkü olarak değil, kendi mülkü olarak görüyor. Bu nedenle de, farklı’yı evrensel tarihten ve insanlıktan dışlamaya çalışıyor. Dünyayı, tarihi ve insanlığı tanımlama iradesinin kendisine özgü bir hak olduğuna inanıyor.

“Evrensel insan hakları” çağı’nın bugün, ideolojik bir hurafeden ibaret bulunduğunu çok daha iyi anlıyoruz. Modern zamanlar ve Aydınlanma çağı, sahte ve ideolojik mutlaklar, ırkçı kesinlikler adına sergilenen insanlıkdışı uygulamalar tarihi olarak okunabilir. Aydınlanma Fransa’sı, en karanlık ve en barbar yanını Cezayir’i işgal ederek ve bir milyon masum Cezayirli’yi soykırıma tabi tutarak ortaya koydu. Bugün, yirmibirinci yüzyılda bir toplama kampları çağında yaşıyoruz. Ulus-devlet bencilliklerini ve kutsallarını aşan, İslami bir siyasal dayanışma, irade ve bütünleşme gerçekleştirilebilmiş olsaydı, bugün, neredeyse yüzyıldan bu yana sürdürülen Filistin toplama kampı, Müslüman Uygurların kapatıldığı toplama kampları, dünyanın çeşitli bölgelerinde, yerlerinden, yurtlarından ve mülklerinden edilen Müslüman muhacirler için kurulan toplama kampları olmayacaktı. Bugün, İslami bir siyasal bütünlük, irade ve dayanışma gerçekleştiremedikleri, böyle bir niyet taşımadıkları halde; ulus-devlet yönetimleri, İslam’ı keyfi bir biçimde istismar etmeye devam ediyor, edebiliyor. Ulus-devlet bencillikleri sebebiyle, İslami siyasal bütünlüğün, dayanışma ve iradenin gerçekleşmesini önleyen ulus-devletler, Müslüman halkların saygısını hak etmiyor. Bugün, Müslüman halklara gerçek devlet olmayan, devlet’i aile-kabile mülkü telakki eden, ya da bir ülkeyi, sadece kendi politik hiziplerine mensup toplulukların yaşayabileceği bir yer olarak gören otoriter politik kadrolar vaziyet ediyor.

Toplumlarımızda, kültürel kapitalizm ve neoliberal özgürlük yaklaşımı, toplumlarımızın ortak ahlaki/vicdani temellerini yıkarak, yok sayarak; hedonizmi, fuhşiyat ve münkeratı normalleştiriyor. Hiç bir muhafazakârlık, gelenekçilik, görenekçilik, hiç bir hamaset ve menkıbe dili, bu normalleşmeyi bütün boyutlarıyla tartışamıyor, sorgulayamıyor. Her tür muhafazakârlık yeni bir şey söylemeyi, yapmayı imkânsız kılıyor. Muhafazakârlıklar, statükoculuklar ve konformizm, İslam toplumlarında yapısal bir sorun olduğu halde, bu sorun farkedilmiyor, farkedilmediği için de, toplum, muhafazakarlıklarla iftihar edebiliyor. Osmanlı İmparatorluğu çağında ulema, devlet memuru olarak istihdam edildiği için, devlet memuru olarak yetiştirildiği için, askeri etkinlikler dışında düşünsel/kültürel/felsefi entelektüel üretkenlik, hareketlilik sona ermişti. Bu gelenek, bugün de, aynı şekilde sürdürüldüğü için, resmi bağlam, resmi sınırlar ve resmi gündem dışında, içerik üreten bağımsız eleştirel kamusal aydınlar, düşünürler yetişmiyor, yetiştirilemiyor. İslam toplumlarında kimi istisnalar dışında, Müslüman yazarlar/aydınlar vb. otoriter-popülist liderliklerin hizmetinde bulunuyor. Bu toplumlarda, ilkesel, niteliksel, estetik ideallerin çöküşünü yaşıyoruz. İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, otoriter popülist politik iklim, toplumu, istisnasız bütün değerlere, bütün niteliklere, bütün inceliklere yabancılaştırıyor. Otoriter-popülist politik dil, politik kazanç adına her tür kirliliği, her tür bayağılığı mubah sayıyor. Popülist propoganda dilinin hiç bir referans çerçevesine ve anlama sahip olmadığını kaydetmek gerekiyor.

Günümüzde insanlık, kavramsallaştırılması hiç bir biçimde mümkün olmayan bir dünyada, kavramsallaştırılması mümkün olmayan toplumlarda, kavramsallaştırılması mümkün olmayan siyasetlere maruz kalarak hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Sömürgeci keyfilikler, Batılı dünya görüşünü, özellikle de seküler dünya görüşünü, bütün toplumlara dayattığı için, seküler dünya görüşü küreselleşti. İslam dünyası toplumlarında İslami düşünce ve kültür hayatı, felç edici zihinsel muhafazakârlıklar, zincirlendiğimiz tekdüzelikler/alışkanlıklar sebebiyle, seküler hegemonya ve seküler küreselleşme karşısında tutunamıyor. Sanayileşme ve kapitalizm çağıyla birlikte ortaya çıkan ekonomik insan karşısında, akla mesafeli yaklaşan, aklı dışlayan mistik insan, ağır yenilgiler alıyor.

İslam dünyası toplumlarında, entelektüel/kültürel/düşünsel kadroların/hareketlerin, süreçlerin öncülüğünde değil; karizmatik din’i ya da politik figürlerin ufuklarıyla/birikimleriyle sınırlı, otoriter popülizm temelinde bir değişim yaşanıyor. Tek adamın iradesiyle sınırlı otoriter-popülist değişim hareketleri, kamusal müzakere/müşavere/muhasebe ve eleştiriye kapalı olduğu için, değişim yüzeyleri aşamıyor, derinliklere nüfuz edemiyor. Devlet otoritesine, karizmatik din’i ya da politik liderlere kayıtsız şartsız itaat/bağlılık/sadakat, Müslüman toplulukları bağımsızlık bilincine, bağımsız düşünme/sorgulama yeteneğine yabancılaştırıyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *