21. yüzyıl buhran dönemi için bir kurtuluş nazariyesi nasıl üretilir? Salt iktidar eleştirisi buna yeterli midir? Müslümanlar egemen düzenle siyasi ve iktisadi alandaki ilişkilerini nereye kadar sınırlandırabilir? Yeni bir kurtuluş nazariyesi hangi kavramlar üzerine inşa edilebilir?
Yakup Döğer
İnsanlığın buhran zamanları, aynı zamanda buhrandan çıkışı sağlayacak kurtuluş nazariyelerinin de ortaya çıktığı ya da bu nazariyelerin neler olabileceğinin konuşulduğu zamanlardır. Konuşulmaya başlanan bu nazariyeler tutarlı tutarsız, makbul veya hayali olabilir. Fakat böyle çabaların en azından fikri-teorik planda buhran zamanlarında ele alındığı malumdur.
Bilindiği gibi Müslümanlık alemi yaklaşık yüz elli, iki yüz yıldır bu kurtuluş nazariyeleri üzerinde kafa yormakta, içinde bulunduğu buhran ikliminden çıkmak için çaba sarf etmektedir. Müslümanlığın siyasi, iktisadi, hukuki ve içtimai alanlarda varlığını yitirmeye başladığı dönemlerde ortaya atılan üç tarzı siyasette bu kurtuluş nazariyelerindendir. Kurtuluş nazariyeleri olarak ortaya çıkan Osmanlılık, İslamlaşmak ve Türkleşmek ortaya atılmış ve üzerinde her düşünceye mensup aydınların uzun tartışmalar yaptığı kurtuluş nazariyeleri olarak günümüze kadar etkisini yitirmemiştir.
Tabi ki buhran zamanlarında ortaya atılan kurtuluş nazariyelerinin olumsuz sayılabilecek en önemli yanının, bu nazariyeler üzerine düşünenlerin buhranın psikolojik baskısından etkilenmesidir. Yani kurtuluş nazariyelerinin ortaya çıkmasında buhran zamanlarının etkisi nasıl inkâr edilemezse, nazariyeyi ortaya atanlarında buhran zamanlarında çok sağlıklı düşündükleri de söylenemez. Zira ortada acil bir vaka vardır ve zaman kısıtlıdır. Meselenin acil oluşu ve zamanın kısıtlı olması, nazariye üzerinde daha teferruatlı düşünme imkânını ortadan kaldırmaktadır.
Yakın tarihimizde kurtuluş nazariyelerinin ortaya çıkışındaki ve süreç içerisinde derde deva olmaktan uzaklaşmalarının temeli kanaatimizce bu acelecilik ve zamansızlıktan kaynaklanan problemin sonucudur. Dikkat edilirse hiçbirisi de bugün kendi ağırlığını temsil edecek kitleye sahip olamamıştır. Elbette bu nazariyelerin savunucuları yok olmuş değildir, lakin hiç birisi sadra şifa bir klik haline bile gelememiştir.
İlk çıkışında itibaren her bir nazariyenin kendi başına bir paradigma olma iddiası, gelişmelerin toz duman halinde ve tahmin edilenden daha fazla hıza sahip olması, hepsinin birbiri içine girmesine, neredeyse hepsinin birleşiminden ortaya bir sentez çıkmasına yol açmıştır. Bu vahim durum 21. yüzyıl postmodern dönemde daha açık olarak görülmektedir. Günümüzde ne Osmanlılık ne İslamcılık ne de Türkçülük birbirinden ayrı birer düşünce olarak değerlendirilemez olmuştur.
Bugün İslamcılık düşüncesinde olanların aynı zamanda Osmanlılık ve Türkçülük nazariyelerini birlikte savunduğu hepimizin malumudur. Bu hakikat, nazariyelerin ortaya atılmaya başladığı dönemin hemen akabinde varlığını hissettirmeye başlamıştır. İslamcılık peşinde koşanların aynı zamanda birer Türkçülük hayranı oldukları, Osmanlılık düşüncesini Türklükle aynileştirdikleri görülmektedir. İslamcılık peşinde koşanların, bu nazariyeyi savunurken, Türkleri “Kavm-i Necib” olarak ifade etmeleri, bu fikri kaosun erken dönemde başladığını göstermektedir.
20. yüzyıl başlarında ortaya atılan kurtuluş nazariyeleri üzerinden yüz yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen, 21. yüzyıl dünyasının Müslümanlık aleminin derdine şifa olamadığı gibi, bu nazariyelere takılı kalan Müslüman aydınların, bunlar dışında bir nazariye üretmelerini neredeyse imkânsız kılmıştır. Bunun sebebi ise Müslümanlık aleminin yeni bir nazariye üretmekten ne kadar uzak olduğu gerçeğidir. Geçmişten bir şey devşirilemediği gibi, geleceğe dair söz söyleme mecali belki de cesareti bulunmamaktadır.
Osmanlılık nazariyesinin varlık sebebinin ortadan kalktığı malumdur. Türkçülük nazariyesinin ise bir ulus devlet kurmakla kısmen başarılı olduğu söylenebilir. Bu nazariyeler içinde en büyük hatayı ise İslamcılık nazariyesinin yaptığını söylemek sanırım mübalağa olmaz. Zira ortaya çıkışından itibaren varlık sebebini istinad ettiği değerlerden uzak bir seyir izlemiştir. En büyük hatası ise, iktidarla olan yakın ilişkisidir. İslamcılığın iktidarla olan sıcak teması, arada kısa dönemli kesiklikler olsa da süreklilik göstermiştir. Bu ilişkinin sürekliliği, İslamcılık nazariyesinin hem itibarsızlaşmasına hem de iktidarın potasında kendisini eritmesine neden olmuştur.
Tabi şunu da ifade edelim ki, bu nazariye ne kadar itibarsızlaşsa da, tamamen ortadan kalktığı söylenemez. İslamcılar istinad ettikleri yer itibarıyla emin bir mevkidedirler. Fakat bir kurtuluş nazariyesi olarak yeniden ortaya çıkmak istiyor ise, yeni bir tanım ve yeni bir stratejiye ihtiyaç vardır. Önemli olan İslamcılığın elindeki hazinenin derinliğine vakıf olmasıdır. Yani mazinin üzerine kurulacak olan bir kurtuluş nazariyesini yeniden tasavvur etmesidir. Mazinin üzerine kurulacak derken, mazideki seleflerinin hatalarını gözden geçirmek ve günün hassasiyetlerini göz önünde tutarak yeni bir duruş ortaya koymaları gerekmektedir.
Hepimizin malumu olduğu üzere genelde bütün insanlık özelde ise Müslümanlık yeni bir dünya düzeninden bahsedildiği şu dönemde büyük bir buhranın eşiğindedir. Hatta bu buhran alabildiğine bunaltıcılığı ile yaşanmaktadır. Buhran zamanları da kurtuluş nazariyeleri için en müsait zamanlardır. Bütün dünyayı hesaba katarak bir kurtuluş nazariyesi üretmek ise Müslümanların boynuna borçtur. Bu kurtuluş nazariyesi ise, var olandan, egemen paradigmadan bağımsız, kendi değerlerine yaslanan ve sözünü sakınmayan üslubu ve kendine has usulüyle olmalıdır. Bu nazariyenin adı İslamcılık olmayabilir, olması da gerekmiyor.
Kim bilir, belki de adı “Müslümanlık” olabilir. Zira İslamcılık tarihi süreç içerisinde kurduğu yasak ilişkilerle ve kendisini muhalifi üzerinden tanımlamasıyla, daha çok muhalifinin karakterine benzediği için, beklenen itibarı görmeyeceği kanaatindeyiz. Bugün laik seküler egemen düzenin işleyişinde birer dişli olarak iş gören birçok zevatın kendisini İslamcı olarak tanımlaması, İslamcılık nazariyesinin daha uzun süre kendisini aklayamayacağını göstermektedir.
21. yüzyıl buhran dönemi için bir kurtuluş nazariyesi nasıl üretilir? Salt iktidar eleştirisi buna yeterli midir? Müslümanlar egemen düzenle siyasi ve iktisadi alandaki ilişkilerini nereye kadar sınırlandırabilir? Yeni bir kurtuluş nazariyesi hangi kavramlar üzerine inşa edilebilir? Tecdid mi, maslahat mı, ictihad mı yoksa cemaat mi öncelenmelidir? Ya da başka bir yol mu bulunmalıdır?
Her şeyin değiştiği dünyada, Müslümanlar biraz elini çabuk tutmalı fakat sakin ve tutarlı bir zihinle düşünmelidir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *