Allah’a olan teslimiyetten daha güvenli hangi teslimiyet olabilir?

Allah’a olan teslimiyetten daha güvenli hangi teslimiyet olabilir?

Küfrün yarattığı karanlıktan, adaletsizlikten, kaostan, ruhsuzluktan, yalnızlıktan kurtuluşa erebilmenin tek yoludur İslam’a teslim olmak. Çünkü İslam yeryüzünde zulme, sömürüye, adaletsizliğe doktrin olarak aynı zamanda pratik olarak karşı durabilecek tek dindir.

İslam Teslim Olan Değil Teslim Alan Bir Dindir

Bünyamin Zeran / Venhar

İslam, teslim alan bir dindir. Teslim olmuşlara kurtuluş sunan tek dindir. Ancak İslam olan teslim olmuş sayılır ki bu teslimiyet bir kula, ideolojiye, devlet otoritesine teslim olmak değildir. Bu teslimiyet yalnızca Allah’a olan teslimiyettir. Her kim Allah’a teslim olmuştur, kurtulmuştur. İnsan, kendi hayatını bir düşünce süzgecinden geçirdikten sonra neye, ne şekilde teslim olacağını da belirler. Bu belirleme ona aynı zamanda sorumluluklar da yükler. Her tercih insanın omzuna yüklediği yeni bir mesuliyet demektir. Allah, kimi insanlar için sarp yokuşu tırmanmayı göze alamadı der. İslam’ı tercih edenler sarp yokuşların mesuliyetini üzerine alanlardır. Onun içindir ki İslam olanlar diğer tüm dinlere inananlardan daha üstündürler. Sarp yokuşlara tırmanırken dünyalık bir şey biriktirmeyip yalnızca ahiretleri için çabalayan, Allah’ı razı etmek dışında bir gaye gütmeyen çabadan ibarettir amelleri…

Modern çağın garip hallerinden biri de geçmiş zaman içinde Allah’a teslim olduklarını iddia edenlerin Allah’a teslimiyetlerinden “tevbe edip” modern akla, rasyonel akla teslim olduklarını ilan etmeleridir. Aradıklarını bulamamış olmanın mahvıyla yeni bir din arayışı içinde geçmişe kahredip durmaktadır. Kimisi partizanlığa, kimisi ulusalcılığa, kimisi otoriter devlet anlayışına, kimisi deizme, kimisi agnostizme, kimisi de ateizme evrilerek geçmişine tevbe etmektedir. Bu insanlar geçmişte hangi eksiğini aramaktaydı ki İslam’da onu bulamadılar ve yeni dinlerinde buluverdiler! Bu tip insanların ekseriyeti ise kendilerini en ideal müslüman olarak tanımlayabilmektedir. Bu insanlar aynı anda hem kapitalizme hem de Allah’a iman edebileceklerini, hem demokrasiye secde edip aynı zamanda Allah’a secde edebileceklerini, hem parti başkanlarına yaltaklanıp diğer yandan Allah’ın sevgili kullarından olabileceklerini, hem de gücü elinde tutanların savunucuları olup diğer yandan mazlumun sesi olduklarını iddia edebileceklerdir. Allah, üçün üçüncüsüdür demekten çok daha fazla günah içeren ne varsa hepsini üzerinde barındıracaklar ama yine de Allah’ın katından dağıtılacak her şeye ilk sahip olma haklarını kendilerinde göreceklerdir.

Küfür sistemleri, kendi sömürü araçlarını toplumlar nezdinde şirin gösterebilmek için bir çok aracı kullanmakta beis görmezler. Özellikle düşman olarak tanımladığı İslam’a karşı birçok birikimlerini harcamaktan geri durmazlar. Küfür sisteminin inşa edicileri parayı, gücü, makamı, geçmişine tevbe eden “İslamcıları”, yine geçmişine tevbe eden “İslamcılıktan” arınmış kimseleri kendi hanesine hizmet ettirmekten geri durmaz. Mesele İslam’ın alt edilmesidir. Çünkü İslam yeryüzünde zulme, sömürüye, adaletsizliğe doktrin olarak aynı zamanda pratik olarak karşı durabilecek tek dindir. Böylesi bir dinin alt edilmesinin yolu öncelikle bu dine iman etmişlerin saflarını bozmaktan geçer. İman edenleri yılgınlığa düşürmek, liberalizmin insanlığın son durağı olduğuna ikna etmek ve Batı’nın üstünlüğünü alenen kabul etmek küfrün en önemli çabalarındadndır. İslam olmuşları kendi içinde kategorize ederek bu ayrışmayı körüklemişlerdir. Örneğin; kendi halinde namazını kılıp, orucunu tutan aynı zamanda bir partiye üye olup demokrasiye, laikliğe ciddiyetle bağlı, etrafındaki fuhşiyata “saygı duyan”, aile efradının modern bir yaşama biçimine destek veren kimselere “muhafazakar müslüman” takısı eklenip böylesi bir müslüman tipi pohpohlanırken diğer yandan İslam’ın hayatın her alanında hakim olması iddiasını taşıyanları da geçmişte radikal şimdilerde ise “Siyasal İslamcı” yaftasıyla yaftalamaktadırlar. Böylelikle “Siyasal İslamcı” olarak tanımladıkları kimseleri toplumu terörize eden, toplumun gelişmesi önünde engel ve toplumu aklın ve bilimin dışına taşıyarak karanlık bir çağa doğru sürükleyen kaba/saba, yobaz bir topluluk olarak tasvir etmektedirler. Üstelik “Siyasal İslamcı” diye tarif ettikleri birçok kimse, düşünce topluluğu ya da partinin tarif ettikleri anlamda “Siyasal İslamcılıkla” alakaları yoktur. Aslında Siyasal ya da Muhafazakar İslam da yoktur. Sadece İslam-Müslüman vardır. Gerek İslam, gerekse müslüman kavramı önüne ve arkasına herhangi bir ek almaya ihtiyaç hissetmez. Tek başına İslam kavramı meramını anlatmaya kafidir. Müslüman denilince de Kur’an’ın tanımladığı müslüman dışında başka bir karakter akla gelemez. Eğer gelecek olursa o karakter müslüman olarak anılamaz. Zira Kitap Allah’a aittir ve doğal olarak tanımlama hakkı da yalnızca ona aittir.

Müslüman toplumu bu şekilde kategorize etmeyi becerdikten sonra her iki grubu birbirine karşı vuruşturarak zayıflatmayı ve peşinden bu çatışmayı da işaret ederek kendi küfrünü, zulmünü meşrulaştırmayı gaye edinmektedir. Küfür düzeninin “Siyasal İslamcı” diye tanımladığı grupların, düşünce adamlarının ve partilerin bir çoğu da bilfiil bu küfür düzenine müslümanları entegre ettiği görülmektedir. Kavramların karıştığı bir ortamda yapılması gereken en önemli şey kavramların tekrardan aslına rücu ettirilmesidir. Dolayısıyla müslüman tanımını yapacaksak bu tanımı yapacak asıl kaynak da Allah’ın göndermiş olduğu Kur’an’ın kendisidir. Kur’an’ın tanımladığı müslüman tipi, Allah ve resulüne düşmanlık edecek bir sözü, düşünceyi, fiili üretecek ya da üretmesine destek verecek kişi, kurum, parti veya devlete karşı en ufak bir sevgi ve sempati besleyemez. Yine Kur’an’ın tanımladığı müslüman karakteri İslam devleti iddiasından yani yeryüzünde otoritenin tamamen Allah’a ait olması gerektiği inancından vazgeçemez. Maslahat gereği küfür düzeninin işleyişinin bile isteye bir parçası olamaz. Zira inancı her türlü fuhşiyata karşı mücadele etmeyi ve yalnızca Allah’ı otorite olarak görmeyi mecbur kılar. Böylesi bir inancı hem teorik hem de pratik olarak temsil eden kimse doğal bir ayrışmayla küfür düzeninden ayrışır.

İslam, en nihayetinde kendisine teslim olanlarla yürür. Tıpkı diğer düşüncelerin, inançların, dinlerin doğasında olduğu gibi. İslam’a teslim olanlarla İslam’dan rücu edenlerin aynı saha içinde aynı kimlikle tanımlanmaları bir kavram kargaşasından kaynaklanmaktadır. Modern, rasyonel akla teslim olarak müslüman olunamayacağını kabul etmediğimiz sürece demokrasi, laiklik ve post-modern yaşamın havariliğini yapmaktan başka bir şey yapmamış olacağız. Şunu peşinen kabul edelim ki İslam ne kadar aksa küfür de o kadar karadır. Müslüman, durduğu zeminin sağlamlığından, güzelliğinden, asaletinden ve hakikat oluşundan emin olandır. Bu eminlik ona güven verir. Korkulmaya layık olanın yalnızca Allah olduğunu bildiğinden fuhşiyattan uzak durur. Hiçbir parti başkanına, devlet büyüğüne, düşünce kuruluşuna ya da sermayeye Allah’a muhalif olacak şekilde ne yaranma ne de ona karşı korku duyma zaafına düşmez. İbrahim’in dediği gibi asıl korkulmaya ve ümid edilmeye layık olan Allah’tır ve müslüman bilinç bunu her daim kalbinde dipdiri tutar. Eğer birileri teslim olacaksa bu, müslümanların küfür düzenine teslim olması değildir. Aksine küfredenlerin, şüphe içinde olanların İslam’a teslim olmaları gerekir.

İslam’a teslim olanlar tavrını Allah’tan yana koyanlardır. Batı ile işbirliği yapmayan, onun tüm düşünme biçimlerine karşı duran, kendi inancına yaslanan ve İslam’ın yeryüzüne hakim olmasını isteyen kimselerdir. Küfrün düzenine çanak tutmayan, kendi mahallesine küfrederek öteki mahalleye yaranmaya çalışmayan kimselerdir. Oysa şimdilerde kendi mahallesine küfreden müptezellerden geçilmiyor. Kafirin mahallesinde kendine yer bulamamış, müslümanların mahallesinde ise sürekli en baş köşeyi tutma telaşından müslüman adabını kaybetmiş bu müptezellerin ısrarlı bir şekilde çıktıkları müslüman mahallesine küfrederek kafirlerin mahallesinden yer ummaları insanın içini acıtıyor. Bir sürgün hali yaşamaktan memnun bir vaziyette mecnun gibi dolaşmaktalar. Gelin Allah’a teslim olun diyeceğiz amma onların sözleri, hiç sefihlerin teslim oldukları gibi teslim olur muyuz olacaktır. Ne var ki bize düşen yine de önce kendimizden, ailemizden başlayarak Allah’a teslim olmaya çağırmaktır herkesi. Küfrün yarattığı karanlıktan, adaletsizlikten, kaostan, ruhsuzluktan, yalnızlıktan kurtuluşa erebilmenin tek yoludur İslam’a teslim olmak. Zira Allah resulü çevresindeki kafir devlet adamlarına yazdığı mektupta “eslim teslim” diyordu. Yani teslim ol kurtuluşa er. Çünkü bu teslimiyet yalnızca Allah’a olan teslimiyettir. Bu teslimiyetten daha güvenli hangi teslimiyet olabilir?

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *