Suudi Arabistan’da kuruluş tarihi neden değiştirildi?

Suudi Arabistan’da kuruluş tarihi neden değiştirildi?

Kral Selman ülkesinin kuruluş tarihini 1727 olarak ilan etti. Bu, büyük dedesi Muhammed bin Suud’un Dir’iyye emirliğine geliş tarihidir. Peki, bugüne kadar yerleşen anlayış, ulemanın tepkisi ve daha önemlisi tarihi kaynaklar bu gelişmeye ne diyecek?

Prof. Dr. Zekeriya Kurşun/AA

Suudi Arabistan Kralı Selman 27 Ocak’ta bir kararname yayımlayarak ülkesinin kuruluş tarihini 1727 olarak ilan etti. Bu tarih Kral Selman’ın büyük dedesi Muhammed bin Suud’un Orta Arabistan’da bir kasaba olan Dir’iyye emirliğine geliş tarihidir. Son yıllarda Suudi Arabistan’da dönüşüm için atılan sembolik ve fiili adımlar bu kararnameyi de tartışmayı gerektiriyor. Buna neden ihtiyaç duyulmuş, ne amaçlanmıştır? Bu bir sembolik anlatım mı yoksa tarihi bir hakikat midir?

Normalde tarihçilerin vermesi gereken bir kararı devletin üstlenmesiyle bir taşla birkaç kuşun vurulması amaçlanmıştır. Birincisi; devleti, Vehhabi ulemanın teokratik tarih anlatısındaki 1744 hegemonyasından kurtarıp seküler/modern bir ulus devlet tarih yazımı oluşturmak. İkincisi, İngilizler ile anılan resmi kuruluş yılı olan 1932’yi reddederek kendilerine yapılan “suni devlet” veya “petrol devleti” suçlamalarından uzaklaşmak. Üçüncüsü, daha önce benimsenen bölünmüş tarih anlayışından uzaklaşıp yeni, bütüncül bir ulus devlet tarihi oluşturmaktır.

Vehhabi tarih anlayışı ve Suudi Arabistan

Suud hanedanlığı, başlangıçta Arap yarımadasında çok güçlü olan sözlü tarihi yeterli buluyordu. Zaten yönetimin meşruiyetini aldığı Vehhabi uleması da daha fazlasına izin vermiyordu. Onlar neredeyse bütün tarihi Muhammed bin Abdilvehhab ile başlatıyorlardı. Ondan öncesi karanlık bir çağdı ve tarihi önemsemek bir nevi şirkti. Suudi Arabistan devletinin tarihini, bir lütuf olarak Muhammed bin Abdilvehhab’ın Muhammed bin Suud ile ittifak yaptığı 1744 yılından başlatmışlardı. Bu yüzden Suudi Arabistan kuruluş yıllarında tarih yazımına ihtiyaç duymamıştı. 1935’ten itibaren bölgede petrol arama imtiyazı alan Amerikalılar, petrol ve doğal gaz şirketi ARAMCO’nun içinde tarihi araştırmalar bölümü kurup bölge tarihini mercek altına almaya başladılar. Ancak bu bölüm pragmatik amaçlarla, Suudi ailesinden aldıkları imtiyaz sahalarının tarihi geçmişine odaklanıyordu. Bunun için iyi bir özel arşiv kuruldu fakat tarih yazımına katkı sunmamışlardı. Ancak 1950’lerden itibaren petrolden pay alarak adım adım refah düzeyini yükselten Suudi Arabistan, tarih yazımının önemini kavrayacak ve bunu eğitim programlarına da koyacaktı.

Körfez’de Amerikan-İngiliz çatışması tarih yazdırdı

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgede başlayan yeni düzenlemeler akabinde palazlanan Kral Abdülaziz bin Abdurrahman’ın (İbn Suud) bugünkü Abu Dabi taraflarına doğru yayılma arzusu, tarihi ve tarih yazımını gündeme getirdi. Her ne kadar o, 1949 yılında askeri bir birlik göndererek Güney sınırında fiili bir durum meydana getirdiyse de bunun kamuoyuna tarihi dayanaklarla açıklanması gerekiyordu.

Suudi Arabistan gerçek anlamda yazılı tarihe ilk defa Büreymi Sorunu olarak bilinen ve Uman ile yaşadığı sınır probleminde ihtiyaç duydu. Aslında bu sorun sadece kendisinin değil dünyanın bir sorunuydu. Zira İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Körfez’e yerleşen ABD, adım adım bölgedeki İngiliz egemenliğini devralıyordu. Ancak sıra bugünkü Birleşik Arap Emirlikleri’nin en önemli emirliği kabul edilen Abu Dabi’nin içinde olduğu Uman-Suudi Arabistan sınırını çizmeye gelince işler karıştı. ABD ve İngiltere karşı karşıya geldi. İkisi de hegemonya alanlarından taviz vermek istemiyorlardı. Sert diplomasi atakları ve çözüm arayışları başladı. ABD Doğu’da elde ettiği petrol yatakları imtiyazının sınırlarını mümkün olduğunca geniş tutmak istiyordu. Bu yüzden henüz keşfedilmemiş ise de petrolün var olduğu sayılan Güney’de (Büreymi bölgesinde) Suudi Arabistan’ın savunuculuğunu yapıyordu. İngiltere ise daha önce imtiyazlar sırasında belirlenmiş Riyad hattını korumak için Uman tarafında yer alıyordu.

Başat güçlerin bu çatışması meseleyi uluslararası soruna dönüştürdü. Konu Birleşmiş Milletler’e (BM) intikal ettirilirken tarihe, daha doğrusu Suudi Arabistan’ın tarihteki egemenlik sahalarını anlatmaya ihtiyaç duyuldu. Ancak elde yeterli belge, delil yoktu. Buna rağmen ABD’nin organize ettiği bazı uzmanlar aracılığı ile BM’de ilgili komisyona sunulmak üzere üç ciltlik Memorial kitabı hazırlandı. İçinde sözlü rivayetler, çeşitli yabancı kaynaklardan derlenen bilgiler ve belgeler yer alıyordu. Bu bilgiler ile Suud hanedanlığının tarihi egemenlik sahasının Dir’iyye’den Uman’a kadar ulaştığı iddia ediliyordu.

Egemenlik tartışmaları ve üç Suud devleti

“Egemenlik” kavramının bir devlet ile ilişkilendirilmesi zarureti vardı. Oysa gerek Suudilerin kaynakları ve gerekse bölgede 18. yüzyıldan beri yaşananlar, geçek anlamda bir egemenliği tanımlamaktan uzaktı. Zira onlar kadar güçlü olmasa da bölgede emirlik olarak nitelenen pek çok başka yerel güç vardı ve hiçbiri devlet olarak anılmıyordu. Üstelik aynı tarihlerde bölgede uluslararası kabul gören Osmanlı egemenliği bulunuyordu. Bu yüzden tarih yeniden gözden geçirilerek üçlü bir sistem geliştirildi. Buna göre, tarihte üç Suud devleti kurulduğu iddia ediliyordu. Birincisi 1744-1891 arasında Dir’iyye’de kurulan ve Osmanlı adına Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın yıktığı devletti. İkincisi ise 1824-1891 yılları arasında Riyad merkezli olarak kurulan ve Reşidilerin ortadan kaldırdığı devletti. Üçüncüsünde, İbn Suud’un Riyad’a döndüğü 1902’yi kabul edenler ile İngiltere’nin Suudi Arabistan’ı resmen tanıdığı 1932 yılını benimseyenler arasında ihtilaf çıkmıştı. Zira o tarihe kadar “Modern anlamda emirliğin egemenlik sınırları var mıydı?” sorusu cevaplanamıyordu.

1914 yılı başlarında İbn Suud, Paşa rütbesi ile Osmanlı’nın Necid valisi atanmıştı. Bu tayin Yemen sınırlarını düzenleyen 1914 Osmanlı-İngiliz anlaşmasında da zikredilerek uluslararası mahiyet kazanmıştı. Türkiye Cumhuriyeti, 1925 yılından itibaren Suud hanedanı ile irtibatta idi ama 1929 yılında yaptığı dostluk anlaşmasında bile adı “Necid, Hicaz ve Mülhakatı Hükûmeti” şeklinde kaydediliyordu. Yani sınırları belirlenmiş ve uluslararası kabul görmüş bir devlet değildi. Bu durum tarih yazıcılarını “emirlik” ve “devlet” çelişkisi içinde bıraktığı için 1932’yi devletin kuruluş tarihi olarak benimsemişlerdi. Suudi Arabistan’ın egemen bir devlet olarak geliştirdiği uluslararası ilişkiler ve yaptığı anlaşmalar da zaten bu tarih üzerine bina edildi.

Son kraliyet kararnamesi ise uzun zamandan beri var olan bir niyetin ürünüdür. Bunu anlamak için biraz daha gerilere gitmek gerekir.

Kral Selman tarihi yeniden yazdırıyor

Bugünkü Suudi Arabistan Kralı Selman henüz ülkesinin birinci veliahdı ve savunma bakanı iken 1990’lı yılların sonlarında hummalı bir çalışma başlattı. Ancak bu çalışma savunma işleri ile ilgili değildi. Zaten o yıllarda Körfez daha istikrarlıydı ve bugünkü kadar savunma harcamaları da yapılmıyordu. Selman; tarihe, özellikle de Suud hanedanlığının tarihine büyük bir ilgi duyuyordu.

Veliaht Selman, Riyad’da kurduğu Kral Abdülaziz Araştırma Merkezi (Dâre) ile işe başladı. Merkezin başına atadığı ve bir arşiv dehası sayılabilecek olan Fahd es-Sammari aracılığıyla Türkiye dahil bütün dünyanın arşivlerini tarattı. En çok da Osmanlı arşivlerinden istifade etti. Aile ve bölge ile ilgili bulabildikleri bütün belgeleri Dâre’ye taşıyarak olmayan bir ulus için, devasa bir ulus arşivi meydana getirildi. Ülke içinde kimin elinde ne kadar belge, yazma kitap vs. varsa toplandı. Vilayetler bazında teşkilatlanarak hemen her yerde aile ve ülke tarihini ilgilendiren toplantılar yapılmaya başlandı. Aslında bütün bunlar, 1891-1902 yılları arasında rakipleri olan Reşidiler tarafından Riyad’dan çıkarılıp Osmanlı Devleti’nin izniyle Kuveyt’te ikamet etmek zorunda kalan ailenin genç üyesi İbn Suud’un Riyad’ı ele geçirmesinin 100. yıldönümü motivasyonu ile başlatıldı.

Suud emirliğinin eski mekanı Riyad’ın kuzeybatısındaki Dir’iyye’de aileye ait kasırlar restore edildiğinde ulemanın direnci ile karşılandı ise de Selman kararından vazgeçmedi. Atlaslar, kitaplar yazdırıldı. Hatta ailenin Aneze kabilesinden gelen kökü reddedildi ve Beni Hanife’ye bağlanarak yeni bir şecere yapıldı. Bütün bunlar modern bir ulus devleti yaratmak için gerekli görülürken Kral Selman da bu yeni tarih tezleriyle kendi soyundan gelen bir hanedanlığı (Al-i Selman) kurdu. Peki, bugüne kadar yerleşen anlayış, ulemanın tepkisi ve daha önemlisi tarihi kaynaklar bu gelişmeye ne diyecek? Bunu da zaman gösterecek.

[Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun aynı zamanda Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF) Başkanı]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *