“Bir taraftan şapka dayatmasına karşı direnenleri darağaçlarında sallandıran sistem, diğer taraftan şehirlerde, kasabalarda, köylerde ‘din görevlisi’ olarak maaşa bağladıklarını, bu batıl(ı)laşma projesinde toplumun direncini kırmakta ustaca kullanarak sonuç almayı bilmişti.”
Memleketin dipçik zoruyla gâvurlaştırılması sürecinde kanlı bir köşe taşı olan me’şum “Şapka Kanunu”nun 1925’teki kabulünün yıldönümü bugün (25 Kasım). Konuyla ilgili olarak, o yıllara dair çarpıcı bir tanıklık üzerinden, yine bir başka yıldönümünde, Şükrü Hüseyinoğlu’nun yazdığı bir makaleyi paylaşıyoruz:
25 Kasım 1925’te kabul edilen “Şapka Kanunu” ciddi toplumsal tepkilere yol açmış, bu tepkilere karşı da iki yönlü bir strateji izlenmiştir.
Bir yandan bu dayatmaya direnen kanaat önderleri için İstiklal Mahkemeleri devreye konulup darağaçları kurulurken, diğer yandan 1924 yılında, Kemalist Bülent Tanör’ün ifadesiyle “laikleştirme politikasına dinsel meşruluk kazandırma ve dinin siyasal ve toplumsal alana karışması olasılığına karşı kullanılmak üzere kurulmuş olan” Diyanet İşleri Reisliği’nin kadroları, şapkanın yaygınlaştırılması sürecinde toplumsal direnci kıran modeller olarak kullanılmıştır.
İlk Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi, henüz kanun çıkmadan 2 Kasım 1925’te, şapka giymenin İslami açıdan sakıncalı olmadığına dair bir fetva vermiş, kanun çıktıktan sonra da teşkilatlara telgraf çekerek tüm “din görevlileri”nin şapka giymesi gerektiğini bildirmişti. Börekçi, şapka fiyatlarının memur maaşlarına göre yüksek olması sebebiyle de bunun için kendilerine avans verileceğini belirtme ihtiyacı da duymuştu.
Şapka Kanunu’nun kabulünden bir buçuk yıl önce yayınlanan “Frenk Mukallidliği ve Şapka” adlı risalesinden dolayı İskilipli Âtıf Hoca’yı ve şapka dayatmasına karşı çıkan yüzlerce Müslümanı İstiklal Mahkemeleri’nde yargılayıp darağacına gönderen rejim, “laikleştirme politikasına dinsel meşruiyet kazandırmak” gayesiyle vücuda getirdiği Diyanet teşkilatı ve bu teşkilatın “din görevlileri” aracılığıyla da halkın muhayyilesinde şapkayı meşrulaştırmaya çalışmıştı.
Yaklaşık 10 yıl öncesinde annemin amcasından dinlediğim bir anı, sistemin bu politikasında başarılı da olduğunu gösteriyordu. Köyde bir dönem muhtarlık da yapmış olan Hasan amca (Şimdi aramızda bulunmayan Hasan amcaya Rabbimden rahmet diliyorum), İstanbul’daki köy gençleri olarak o dönem çıkardığımız bir dergi adına kendisiyle yaptığımız söyleşide yönelttiğimiz “Çocukluğunuzda köyde okul var mıydı?” sorusuna cevap verirken sözü şapka dayatmasına getirmiş ve şu bilgileri vermişti:
“…Bu sefer şapka devri gelmiş, bize şapka getirdiler. Şapkayı bize örtmek istiyorlar, biz de atıyoruz. Olmadı şapkayı başımıza örtemediler. Ne oluyor bunu örten: Gâvur oluyor. Gâvur çocuklarında var ya, millet gâvur çocuğu der, ama öğretmen kendi başına örttü, biz de çıktık dışarıya, bu sefer köylüden kurtaramıyoruz. Gelen tepki gösteriyor, gâvur çocukları diye. O zaman da muhtar rahmetli Molla Mecit’ti, hem imam idi, hem de muhtar. Bu sefer onlara emir geldi, fötr şapka giyeceksiniz. Bu emir gelince biz gâvur çocukluğundan biraz kurtardık.”
İşte böyle… Bir taraftan şapka dayatmasına karşı direnenleri darağaçlarında sallandıran sistem, diğer taraftan şehirlerde, kasabalarda, köylerde “din görevlisi” olarak maaşa bağladıklarını, bu batıl(ı)laşma projesinde toplumun direncini kırmakta ustaca kullanarak sonuç almayı bilmişti.
Bugüne geldiğimizde işler çok mu farklı yürüyor dersiniz? Kuruluş felsefesi Allah’ın dinine hasımlık olan mevcut sistem, Allah’ın dinine düşmanlık edenleri hiç sevmeyen bu topluma kendisini nasıl kabullendirebiliyor?
Sistemin, onlarca yıl dayatmalarla topluma benimsetemediği batı merkezli düşünüş ve yaşayış biçimi bugün kimlerin öncülüğünde topluma mal olmaya, toplumda kabul görmeye başladı?
Bırakalım İslam’ı bir atalar mirası olarak benimseyen toplumu, onun bütüncül bir hayat nizamı olduğu bilincine ulaşmış nicelerini, Âlemlerin Rabbi’ne tuğyan üzere tesis edilen bu sistemle kimler, nasıl barışık kıldı?
CIA’e yakın düşünce kuruluşlarından STRATFOR’un kurucusu ve baş analisti George Friedman’ın son Türkiye analizinde, “AK Parti’nin başarısının Avrupacılık ve modernizm çekirdeğini korurken, dindar bölgelere ulaşabileceği bir platform oluşturmayı başarmasında yattığını” söylemesi boşuna değil.
Geçtiğimiz 23 Nisan kutlamalarında ne demişti Çankaya’nın yeni sakini Abdullah Gül: “Laikliğin koruyucusu ordu değil, halktır.” Yani, halka dayatılan değil, halka mal olan bir laiklik… İşte bugün çeşitli İslami yapıların dahi desteğini arkasına alan muhafazakâr projenin özeti budur.
Kısacası kuruluşundan itibaren kıblesini batıya / bâtıla dönen sistemin topluma “şapka giydirme” ameliyesi, bugün de hız kesmeden devam ediyor. Üstelik bugün bu iş için İstiklal Mahkemeleri gibi kaba usullere de çok ihtiyaç duyulmuyor. Zira bugünün “Rıfat Börekçi”leri ve “Molla Mecit”leri birer gönüllü sekülerleştirme misyoneri olarak görevlerinin başında bulunuyor.
(Not: Bu yazı ilk olarak, Şapka kanununun kabulünün 85. yıldönümü olan 25 Kasım 2010’da yayınlanmıştır.)
(İslam ve Hayat)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *