Garblı muharrir —Jul Buva— kendi coğrafyasına ait tespitlerini, yaşadığı çağ olan 19. yy.’da yapmaktadır ve gidişata göre 20. asırda toplumun ve özellikle kadının ne hale geleceğine dair öngörülerde bulunmaktadır. Bu öngörülerinin sonucunda haklı olarak, “Yirminci asırda kadınlar ne olacak?” diye sormaktadır.
Yakup Döğer
İkdam Gazetesi’nin 11 Kasım 1900 tarihli 2289. sayısında, gazetenin Paris muhabiri tarafından, Paris’te gerçekleşen bir konferans neşredilir. Konferansın konusu, yirminci asırda kadınların toplumdaki yeri, değişen hayat karşısındaki durumlarıdır. Konferansı veren Paris’te neşriyat yapan bir gazetenin yazarlarından Mösyö Jul Buva’dır. Buva, 19. yüzyılın sonlarına doğru, yaşanan içtimai değişimler ve kapitalizmin yükselişe geçmesi karşısında, hali hazırı ve 20. asırda kadınların nasıl bir yerde ve nasıl bir hayat yaşayacağını değerlendirir.
Konferansın ana başlığı, “Yirminci Asırda Kadınlar Ne Olacak” adını taşımaktadır. Yazar Paris’te meşhurdur. Konferansa ilgi büyüktür. Konferanstan evvel salon dolmuş taşmış, birçok kadın ve erkek Mösyö Jul Buva’yı dinlemeye gelmiştir. Mösyö Buva 19. asrın sonlarına doğru yaşanan gelişmelere ve değişen içtimai hayata bakarak, 20. asırda kadınların toplumsal hayat içerisinde ne durumda olacağına dair öngörülerini paylaşır. Mösyö Buva’nın yüz yıl sonrasına dair öngörüleri eksiği bir tarafa, fazlasıyla gerçekleşmiş, geleceğe dair kadınların konumunu ve içerisine düştükleri yalnızlaşmayı, garpta ortaya çıkan durum üzerinden değerlendirmektedir.
Mösyö Jul Buva aynı zamanda tiyatro ve roman yazarıdır. Sempatik görünümü, parlak zekâsı, sevimli çehresiyle konferansa gelenler üzerinde olumlu etki bırakır. Buva sözlerine İstanbul’a yaptığı bir seyahatin kendisi üzerinde uyandırdığı hisleri anlatarak başlar. Buva, İstanbul’a geldiğinde bir konferans teklifiyle de karşılaşır.
“Şarka olan bu seyahatim, sırf İstanbul’un tabii güzelliklerini hayranlıkla izlemek arzumu yerine getirmek içindi. İstanbul’da bir konferans vermek ise hatırıma asla gelmezdi. Bana bu konferansı teklif ettikleri vakit, mahcubiyetle kabul etmeye mecbur kaldım. İstanbul’da gördüğüm bu güzel muamele beni teşekkür etmeye mecbur etti. Böyle bir konferans vererek bu teşekkürümü yerine getirmek istedim.”
Mösyö Jul Buva, İstanbul’da gösterilen misafirperverliğe karşı teşekkürünü, kendisinden rica edilen bir konferansla ödemek istemiştir. Mevzubahis edeceği konuya binaen kendisinin feminist olduğu üzerine yoğunlaşan kanaatlere de cevap verir.
Yazara göre, kadınlarla haşır neşir olanlar, kadınların hayat tarzına müdahale eden, ruhi durumlarını araştıranlar, bu merkezden kadınlarla ilgilenen muharrirler feminist olamaz. Kadınların duygusal yapılarını tasvir etmekle uğraşanlar, onların ruhi hallerini araştırmak maksadıyla kadınların hallerini, kalplerinden geçenleri kitap sayfaları üzerinde göstermeye çalışan muharrirler, kendi şahsi menfaatlerine, gayri meşru arzu ve duygularına hizmet ederler.
Mösyö Buva kendi zaviyesinden feminizmi tanımlar. Onun ifadelerine göre feminizm, kadınların maddi hayatlarını değil, manevi hayatlarını tetkik ederek onları kadınlığın fıtri yapısında olan şehevi duygulardan başka, diğer yönleriyle de her şekilde araştırıp, onlara kadınlığın gerekliliklerini ve toplumsal hayat içerisinde hakiki görevlerini göstermeye çalışanlardır. Kadınları, kadınlık maneviyatıyla telakki edenlerdir.
Mösyö Jul Buva, konferansının devamında, yaşadığı çağda Batı dünyasının erkek ve kadınlarının içtimai alanda ne durumda olduğunu izah etmeye çalışır.
Yaşadıkları çağda, garbda inkâr edilemeyecek ürkütücü bir hakikat vardır. Garbın erkekleri günden güne kalplerindeki metaneti yitirmekte, ahlaki faziletleri ortadan kalkmaktadır. Erkekler, kendilerini kadınlara karşı büyük gösteren kahramanlıkları, sebatkârlığı, kudret ve kuvveti kaybetmektedir. Bundan da anlaşılan, garbda erkeklerin ahlaki faziletleri zayıflamakta, gerilemektedir. Bu yönden kadınlara layıkıyla sahip çıkmaktan ve himaye etmekten erkekler yavaş yavaş ellerini çekmektedir.
Erkeklerin himayesinden mahrum kalan kadınlar ise, zayıf tabiatlarıyla himayesiz, sevgisiz bir şekilde garbın medeniyet aleminde, hayatın girdabı içerisinde yalnız kalmaktadır. Erkekler onları fazilet, iffet tarikine sevk etmekten ise gönül eğlendirici bir oyuncak, zaman geçirici tatlı bir vesile-i hayat olmak üzere telakki etmektedir. Ve bu hayvani düşüncelerin ortaya çıkardığı bir sonuç olarak onları, kadınlığın verdiği zaaflardan dolayı, hayatlarının buhranlı bir zamanında avlıyorlar. Sonra hayvani zevkleri son bulduğunda onu hayatın hengâmesi içinde, en mezalim, en işkenceli bir zamanında, yaşanan içtima girdabın felaketleri içinde kendi kendine yapayalnız bırakıyorlar. İşte o vakit o kadın ruhi hayatından soyutlanmış oluyor. Geriye ise hayatın sadece maddi yönü kalıyor.
Mösyö Jul Buva’nın konferansında ele aldığı meseleler göz önüne alındığında, Avrupa’da 19. yüzyılda toplumun kadın ve erkek olarak geldiği yeri anlayabilmemiz açısından kayda değer ipuçları vermektedir. Garbda maneviyat ve insaniyet bitmiştir. Tamamen mekanik bir medeniyet ve merhametsiz bir dünya kurulmuştur. Ve bu dünyada kadınlar bir meta muamelesi görmektedir.
Maneviyat yoksunu yeni bir hayat fakat zevksiz sefasız, tamamen hayvani, zevklerin öne çıktığı yaşam tarzı. Bu yeni hayat tarzı ise en çok kadınları tüketmekte, garbda kadınlar gün geçtikçe, erkeklerin eliyle hayvani bir hayat içerisine itilmektedir. Ruhi faziletler günden güne yok olmaya yüz tutuyor. Hâlbuki dünyaya geliş gayeleri analık olan kadınlar, ruhi faziletlerini bu kadar kaybetmeleri sonucunda, nasıl şefkat ve merhamet sahibi olabilecekler? Cemiyet-i beşeriye bunların yetiştirdiği evlatlarda fazilet, güç kuvvet, sebat ve sevgiyi nasıl bulacaklar?
Mösyö Jul Buva, kendisinin de bir garb mensubu olmasına rağmen, garb aleminin yaşam tarzının tamamen maddiyatçılığına ve ruhsuzluğuna vurgu yapar. İşte bu yaşam tarzı içinde valide olması gereken kadınlar, yetiştirdikleri evlatlarına ulvi hassasiyetleri nasıl yerleştirebilecektir. Bu da demektir ki garbda ahlaki ve ruhi faziletler günden güne yok olmaya yüz tutmaktadır. Bu durum da insanlık arasındaki karşılıklı muhabbeti, kadınların ismet ve iffetini velhasıl insanlığın birbirine olan kalbi ve ruhi bağlılığını ihlal etmektedir.
Jul Buva, ciddi bir iddiada da bulunur. Kadınları bu sefalet bataklığına iten, kadınları iffet ve faziletten uzaklaştıran, garbın erkekleridir. Dönemin ricali, kadınları sefaletin çıkmaz sokaklarına ve fuhşa teşvik etmekte, kadınları koruyup gözetmek yerine, onlar üzerinde meşru hâkimiyetini yitirmektedir. Yazarın ifadelerine göre garb kadını ruhi bir çöküntüye doğru sürüklenmektedir. Kadınlardaki ruhi faziletler kötüye gittikçe aile muhabbeti, dostluk ve samimiyet zarar görmektedir.
Yazar, garb kadınlarının genelinin içtimai hayattaki davranış tarzlarını öyle tasvir etmektedir ki, kadınlar sevimli, güzel, cazibedar, etrafındaki erkekleri kendisine celb edecek kadar şık ve muhabbetçi olmaktan ibarettir. Bu dereceye varıncaya kadar ve bu tarzı muhafaza için garb kadınları hayatlarını, iffetlerini, keyiflerine göre kullanmaktan çekinmiyorlar. Bunun sebebi ise, kendilerini koruyup gözeten, kendilerine sahip çıkan, sıkıntılı, buhranlı zamanlarında yardımcı olacak, yol gösterecek, himaye edecek ricalin kalmamış olmasıdır.
Mösyö Jul Buva, garbdaki aile ve akraba içi ilişkilere de değinir. Verdiği misaller garb toplumunun değerler kaybında nereye geldiğini göstermesi için manidardır. Karı koca, ebeveyn evlat, akraba kardeş ilişkilerinin nasıl bir tarzda ilerlediğini ifade etmektedir. Kocası karısına, “Güzelim, gez eğlen” demektedir. Anne babası kızına, “Kızım evli barklıdır, istediği gibi gezip eğlenebilir” demektedir. Kardeşleri, hısım akrabası, “Böyle güzel bir kadın, gezip eğlenmesin mi?” demektedir. Etrafındakiler, “Böyle gençlikte, böyle güzel iken, eğlenmedikten, zevk etmedikten sonra…” sözleriyle kadını rezalet alemine teşvik etmektedir.
Garbdaki bu durum, kadınların etrafında onları ikaz edecek koruyacak, himaye edecek kimselerin kalmadığını göstermektedir. Etrafındaki herkes kadını ruhi çöküntüye sevk etmekte, yalnız bırakmaktadır. Kadınlar, etrafındakiler tarafından sadece sevimli bir et parçasından ibaret olarak telakki edilmektedir. Kadındaki ruhi faziletlerin muhafaza edilmesi gerektiği hatır ve hayale dahi gelmemektedir. Hâlbuki o kadınlar bizden sonra yetişecek ricalin validesi olacak. Bu durumda olan kadınlar çocuğuna ruhi faziletleri anlatıp öğretemeyecek, ahlaklı bir nesil yetiştiremeyecektir.
Mösyö Jul Buva konferansında, kadınları Şark kadınları ve Garb kadınları diye iki kısma ayırıyor. Bu tasnifin ardından da nedenlerini mütalaa ediyor.
Yazarın ifadelerine göre, şark kadınları, kadınlığın yaratılışı itibarıyla fıtraten var olan özelliklere sahiptir. Onlar ruhi halleriyle ve aile münasebetleri bakımından çöküntüye uğramamıştır. Çünkü şark ricali onlar için her zaman himaye edici olmuştur. Yakınlıklarını ve şefkatlerini kadınlarının üzerinden hiçbir zaman eksik etmemiştir. Onları kendi zevklerine ve arzularına tabii kılmazlar. Kadınlık vazifelerini daimi surette hatırlatacak hayırlı ağızlar, hayatın sırf şehevi duygularını aratmayacak fıtri ve şefkatli kucaklar vardır. Şark erkekleri kadınlar için sınırsız bir özgürlüğü uygun görmüyorlar. Bunun sebebi ise, sınırsız özgürlük; himayeyi, muhabbeti ve şefkati ortadan kaldıracaktır.
Şark ricali kadınlara sınırlı bir dairede serbest hareket etmeyi uygun görmekle beraber, hiçbir zaman onlar üzerinde himayesini eksik etmiyor. Kadının her türlü ihtiyaçlarını tedarik etmek suretiyle aile dışında herhangi bir yerden, herhangi birinden ihtiyaçlarını giderecek, heves ve arzusunu tatmin edecek hiçbir şey bırakmamaktadır. Böyle bir himaye ve şefkat ikliminde yaşayan kadınlar iffetlerini, ismetlerini, ruhi sağlıklarını muhafaza ederek sadece kocasına saklamak suretiyle mesut yaşıyorlar.
Mösyö Jul Buva, şarka yaptığı seyahatten ve Müslüman toplumdaki kadın erkek ilişkilerinden, garba bakarak şarktaki kadının yaşam tarzından oldukça etkilenmiştir. O’nun tespitlerine göre, şarktaki ahlaki faziletler bu yüzden müesses bir nizam üzere bekasını sürdürmektedir. Kadınlar ahlaki faziletlerini muhafaza etmek suretiyle iffet ve samimiyet yaşam tarzları olmuş. Tabi erkeklerde onlar üzerinde fıtri hâkimiyetlerini ve cismani kuvvetlerini hiç eksik etmemek suretiyle muhafaza etmektedir.
Şark kadınları sürekli bir muhafaza ve şefkat ikliminde yaşadıkları için bahtiyardır, mesuttur. Onlar hayatlarını saffet ve samimiyet içinde geçirmekle, hayatlarında felakete yol açacak arzu ve istekler arasında bir tercih yapmaktan kurtulmuştur. İşte bu yüzden şark kadınlarının vicdanları pak, ruhları temiz kalmıştır. Yazarın ifadelerine göre, şark kadınları çok bahtiyardır, mesuttur, gamsız bir hayat yaşamaktadır.
Mösyö Jul Buva burada bir parantez açar, değerlendirmelerine bu hususta ekleme yapar ve bir soruyla konferansını sürdürür. Şarkta yalnıza kadınlar mı bahtiyardır? Tabi ki yalnız kadınlar değil. Şarkın erkekleri de bundan dolayı mesuttur, bahtiyardır. Şark kadınları hakkında bu derece doğru ve isabetli fikirlere, davranışlara garb erkekleri arasında rastlamak mümkün değildir. Şark ve garb kadınlarını (tabi erkeklerini de) birbirlerinden ayıran en önemli unsurlar, sahip oldukları ruhi faziletlerdir.
Mösyö Jul Buva ikinci kısma, garb kadınlarına geçer. Kendisinin de bir garblı olmasına rağmen, toplumda yaşanan kadın erkek ilişkilerinden, değişen hayat tarzından, bozulan içtimai yapıdan, servet ve konformizmin getirdiği israf ve savurganlıktan rahatsızdır. Yeni yaşam tarzı, geleceğe endişe ile bakmaya zorlamaktadır. Kadınlar erkekler tarafından sahipsiz hamiyetsiz, kendi kendilerine serbest bırakılmakta, birer meta, zevk oyuncağı, sevimli birer mahlûk olarak görülmektedir. Asgari beşeri ihtiyaçlara dahi muhtaç durumdadır ve her türlü zaruri ihtiyaçlarını kendileri karşılamak zorundadır. İşte garb kadını böyledir.
Garb kadını zaruri ihtiyaçları karşısında hamiyetsiz, sevgisiz, himayesiz bırakılmış ve hilkaten zayıf, mukavemetsiz yaratılmış olan kadın, yeni yaşam tarzının merhametsizliğiyle beşeri ihtiyaçları arasında sıkışmış kalmıştır. Garbda bir yandan değişen hayat şartları, bir yandan bireyselleşme, bir yandan tüketime dönük üretim ve diğer yandan iktisadi kriz, toplumu bunaltmaktadır. Bu bunalımın sonucu ana-babalar evlatlarının, kocaları eşlerinin ihtiyaçlarını tedarikten aciz kalmaktadır. İşte bu acziyet garbda herkesin bireyselleşmesine ve kendi şahsına dönük çaba göstermesine sebep olmuştur.
Jul Buva’nın ifadelerinden anladığımız kadarıyla, bir garb aydını olarak bu gelişmelerden çok rahatsızdır. Valide olması ve nesiller yetiştirmesi gereken kızlar kadınlar, kurulan bu mekanik medeniyette yaşayabilmek için çalışmaya mecbur oluyorlar. Bireyselleşen toplumda her birey kendi çıkarı doğrultusunda çaba gösterdiği için, özellikle kadınlar kendi hallerine terk edilmekte, erkekler kendi kadınlarına, ana-baba kendi evlatlarına dahi sahip çıkmamaktadır.
Garblı muharrir kendi coğrafyasına ait bu tespitleri yaşadığı çağ olan 19. yy.’da yapmaktadır ve gidişata göre 20. asırda toplumun ve özellikle kadının ne hale geleceğine dair öngörülerde bulunmaktadır. Bu öngörülerinin sonucunda haklı olarak, “Yirminci asırda kadınlar ne olacak?” diye sormaktadır. Ve, 130 yıl sonra, genelde bütün dünya ve özelde şark toplumlarının ne durumda olduğu aşikârdır.
Bir garblı olarak Mösyö Jul Buva’nın, mevcut durumu göz önüne alarak geleceğe dair öngörülerde bulunması ve geçen sürecin O’nu haklı çıkarması, hayatı ve gidişatı ne kadar doğru okuyabildiğini göstermektedir. Jul Buva bugünleri ve bugünlerde toplum içinde kadının durumunu görseydi, gelecek yüzyıl için acaba nasıl bir öngörüde bulunurdu.
Kadına özgürlük, kadın hakları, kadına şiddet, kadın girişimciler, cinsiyetsiz toplum vb. benzeri şekildeki kadını kutsayıcı ve kadın merkezli bir dünya kurma, fakat aynı zamanda kadını kullanışlı bir meta olarak ele almak, 21. yüzyılda toplumsal hayatın merkezine oturan söylemlerden olmuştur. Bu söylemler sadece teoride değil, pratik hayatta da karşılığını bulmaktadır.
Peki, şimdi, yaşadığımız çağda, bu türden söylemlerin açtığı çığır ve bu çığırın ortaya çıkardığı sosyal yapı böyle devam ederse gelecek asırda kadınların durumu nasıl olacak? Kadınlar kendilerinden menfaat devşirmeye çalışan kapitalist ideoloji sahiplerinin kullanışlı birer malzemesi olmaya devam edecek mi? Yoksa sürekli kendi cinsiyetlerinin öne çıkarılmasının şeytani bir tuzak olduğunun farkına varacak mı? Müslümanlar bu hızlı değişim ve dönüşüm karşısında nasıl bir strateji geliştirecek, ya da geliştirebilecek mi?
Müslüman mütefekkirlerin gelecek yüzyıl ve yüzyıllar için öngörüleri nelerdir? Ya da Müslüman aydınlar böyle öngörülerde bulunabilecek çapa, gelecek kurgusunu konuşabilecek mecale sahip midir? Küfrün aralarındaki her türlü ihtilafa rağmen saflarını sıklaştırdığı 21. yüzyılda, Müslümanlar beraberliği sağlayacak bilgiyi üretebilecekler midir? ν
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *