Düşünmek için sürekli bir hareket halinde olmamız nasıl gerekliyse, düşündüklerimizi anlamlandırabilmek için durmak da bir o kadar elzemdir.
Mehmet Akif Coşkun
Anlamak için ânlamak
Yürüyüş halinde düşündüklerimizi duruş halinde anlayabiliriz. Bir ân olsun durmak ve anlamak. Anlamak için ânlamak. Yürümenin ve durmanın, yani temelde insanın bir ademe dönüşebilmesine olanak tanıyan iki hali. Düşünmek yürümeyi kemale erdirmek ise, anlamak da durmayı kemale erdirmektir.
O yüzden anlamak için ânlamak diyorum. Karşılaştığımız, üzerinde düşündüğümüz her ne ise bir ân olsun durup üzerinde derinleşmek, arayış yolcuğumuzun önkoşuludur.
Kendimizi aramaklar yolculuğumuzun bu bölümünde insanın türlü hallerinde kendimizi aramanın izlerini süreceğiz. İnsanın türlü hallerini fotoğraflarken (ânlarken) izini sürmeye çalıştığımız kendimizden bir nüve bulabilirsek ânlarken anlamış sayacağız kendimizi.
İnsanın türlü hallerinde kendini aramak
Bir çocuğun masum ve mahzun halinde buluruz kendimizi. Anlık bir karşılaşmadır bu. Yanından geçip giderken gözümüze ve gönlümüze kazınan o masum ve mahzun duruşudur. Öncesi ve sonrası yoktur bu karede. Ne yaşadığını, ne düşündüğünü somut olarak bilmeyiz. Sadece o ân vardır. Sadece o ân’ın okumasını yapabiliriz. Zihnimizde o duruşu yoğurur ve o duruştan bir anlam çıkarmaya çalışırız. Çocuğun o hali gözümüze ve gönlümüze kazınması aslında boşuna değildir. Çocuğun o hali bizi kendi çocukluğumuza götürür. Çocukluğumuzda yaşadığımız benzer bir hali hatırlatır bize. Bu hatıradır işte bizi o anlık karşılaşmada çocukla ünsiyet kurmamıza neden olan. İnsanın hayatı boyunca yaşamış olduğu inişler ve çıkışların boşuna olmadığını, bizi birbirimize yakınlaştırdığını, yakınlaştırması gerektiğini bir kez daha anlarız. Çocuğun o halidir bizi yürüyüşümüzden alıkoyan. Ayaklarımız sabitlenir çocuğun o haline. O ânda anlamaya başladıkça kendimizi buluruz. Çocuğun o haline yapılabilecek kutlu bir müdahale ile ancak yolculuğumuza devam edebiliriz. Aksi halde yolculuğumuz bitmiş demektir.
***
Dostlukların samimi hallerinde buluruz kendimizi. Yolculuk hali hep bir yorulma halidir. Sürekli bir tasalanma ve kaygılanma hali bizi zaman zaman ümitsizliğe evirdiği gibi mutlu olmayı, gülümsemeyi de elimizden alıyor. Ben buna efkarımızın küfre uğraması diyorum. Dengesiz bir kaygı hali içinde olmak, hayata tutunacak sebeplerimizi elimizden kaçırmamıza neden olur. Dert sahibi olmak demek, o derdin tahakkümüne girmek demek değildir. O derdin sahibi biz isek o dertten bereketini çıkaracak gücü de elimizde tutuyoruz demektir. Dert sahibi kimse kendini o derde kurban etmemeli, o dert ile dengesini bozmamalıdır. Bir dertten bereketin nasıl çıkarılacağı size kalmıştır. Bir taş mı yontarsınız, fırça darbeleriyle mi resmedersiniz, kalem olup satırlara mürekkep mi olursunuz. Nağmelere ses olup türkü mü söylersiniz. İçinizde hangi cevheri barındırdığınızı siz daha iyi bilirsiniz. Derdinizden bereketini çıkarmanın yollarına bakın. Aksi halde dert bizim sahibimiz olur. Derdimizin kölesi oluruz.
Önümüze türlü türlü vesilelerle çıkan izler, yani yolumuzun işaret taşları, yani ayetler, yani işte hayata tutunacak sebeplerimizdir bunlar. Üç arkadaşın yüzündeki samimi ve dostane gülümsemesidir. Birbirine kenetlenme halidir. Bu üç arkadaşın her birinin ayrı ayrı dertleri yok mudur? Hangimizin yok ki? Dert sahibi isek o derdin sahibi olmaya devam etmek için ufak mutluluklara, omuza uzanan dost elinin yüzümüzde resmettiği gülümsemelere, anlamsız ve saçma da olsa muhabbetlerine ihtiyacımız vardır. Ancak bu yol azığı ile yolculuğumuz seyrini sürdürebilir.
***
Yalnız bir kimsenin muhayyilesinde buluruz kendimizi. Uçsuz bucaksız haddi hududu olmayan engin bir deryadır. Kimi zaman bakışları yukarıdadır. Kimbilir hangi hülyanın peşindedir diye düşünmeden alamayız kendimizi. Kimi zaman bakışları yerdedir. Sadece bakışları değil tüm bedeniyle yere bakmaktadır adeta. Kimbilir neyin hesabını yapmaktadır yahut hangi hesap onu çıkmaza sürüklemiştir, bilemeyiz. Kimi zaman karşıya doğru bakarken buluruz onları. Aslında karşıya değildir bakışları. Sanki kendi içine doğru bakmaktadır. Kendi içinde kaybolmuşluğuna bakmaktadır. Pişmanlığına ve telafi edilemez yitirmişliğine sabitlenmiştir gözleri. Tüm bu hallerde gizlenen üç durum vardır sanki; sahip olduklarımız, sahip olamadıklarımız ve sahip olmak istediklerimiz. Sahip olduklarımıza şükrümüz ne kadar çok olursa sahip olamadıklarımıza kaygımız o kadar az olur. Sahip olamadıklarımıza kaygılanmak insani bir tepkidir. Bunu kabulleniriz. Fakat sahip olduklarımıza şükrümüzün eksikliği, sahip olamadıklarımıza olan kaygımızı bir hırsa dönüştürür. Bu hırs yavaş yavaş sahip olduklarımızı da elimizden alır. Bunu farkederiz, bakışlarımız istemsizce yukarı kayar ve bu hal içinde kendilerini heba edenlere üzülürüz. Sahip olduklarımıza şükretmek, sahip olmak istediklerimize de bir hakkaniyet kazandırır. Mürekkep kalemi arzular. Kağıt kaleme hasrettir. Fazlasına değil. Fazlası, fazlanın sahibinde mahfuzdur.
Bakışlarını karşıya odaklamış, sağ elini kendi yanına uzatmış olanın adı Stanislav (aşağıdaki fotoğraf). Kendisini fotoğraflamak (ânlamak) için müsade istediğimde bana bu pozu vermişti. Aklından neler geçiyordu bu pozu verirken bilmiyordum. Bakışlarını sanki kendi içine doğru çevirmiş, kolunu yana doğru uzatmıştı. Kendi muhayyilesinde mutlaka bir anlamı olmalıydı. Kendisiyle muhabbet ettiğimde bana, Kapadokyaya göç etmek istediğini, o eski oyma evlerden birine sahip olup ömrünün kalan kısmını orada geçirmek istediğinden bahsetti. Daha sonra fotoğrafladığım bu ânı yakından incelediğimde farkettim ki bu arzusunu gerçekleştiremeyeceğini kendisi de biliyordu. Fakat onu yaşama bağlayan da ümitleriydi. Bu ona yetiyordu.
***
Akıp giden zamanın muhasebesini yapan bir kimsede buluruz kendimizi. İnsan geçmişine baktıkça anlıyor zamanın ne kadar hızlı ilerlediğini. Neyi nasıl değerlendirdiğimizi düşünürüz. Birikimlerimiz gelir geçer gözümüzün önünden. Heba ettiklerimizin filmini izleriz. Kısacası neyi sarf ettiğimizi, neyi tasarruf ettiğimizi ve neyi israf ettiğimizi düşünürüz. Yaklaşıyor olanın yaklaşmakta olduğunu daha kuvvetli sezinleriz. Yolculuk halinin tamamlanması insanı ürpertir mi? Ya da hangi hallerde ürpertir? Sona doğru yaklaştıkça yorgunluğun da arttığını biliriz. Yorgunluğun artmasıyla dinlenmeye olan arzumuz da artar. Mühim olan yolculuğumuzu neyi arayarak tamamlamış olmamız değil midir? Kendimizi bu fikre sabitleyebilirsek ümid ediyorum ki yaklaşmakta olanı daha aklı selim ile kabullenebiliriz.
Akıp gitmekte olan zamana and olsun ki,
insanlık hüsrandadır. Ancak Allah’a inanıp
güvenenler, erdemli ve sorumlu davrananlar,
birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler
bundan müstesnadır.
(Asr Suresi)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *