Her ne kadar modern toplumun bir dini olmadığı söylense de, toplumu, toplumsal alanı ve işleyişi özel-politik diye ayırması, diğer her şeyi tanımlayıp kategorize etmesi, yasaklar koyup toplumsal işleri düzenlemesi nedeniyle, kendisi de bir dindir. Bu dine ‘aydınlanma-pozitivizm-ulusçuluk-hümanizm’ diyenler de vardır…
Tarihsel zaman diliminde ve nerede bir toplum var olmuşsa, orada toplumsal birliği sağlayan, toplumsal işleri organize eden, hukuki normlarla değerler sistemi üreten, toplumun üyeleri arasında uyuşmayı ve uyumu sağlayan bir din söz konusu olmuştur. Dinsiz olduğunu söyleyenler dahil, dinsiz bir toplum var olmamıştır. Dinin doğası da toplumsal oluşudur zaten.
Din, kavramsal ve yapısal olarak analitik bir kavramdır: ‘Düzen kurucu-takip edilen yol-yargılama’ manalarını içerir ki, buna göre bir dinin, din olması için iki temel şart söz konusu olur:
1- Toplum üyelerinin uyacağı yasakları, sınırları koyması,
2- Toplumsal işleri ve ilişkileri düzenlemesi…
Modern düşünüş biçiminin, yahut modern toplum yapılanmasının içinde yaygın ve etkin kabullere bakıldığında, din kelimesinin tanım ve anlam bakımından farklı olarak ele alındığı görülür.
Bu tanımlamalar kabul edildiğinde, tanımlamayı ‘tanınmış olmak’ söz konusu olur ki, bu hal başka bir tanımlama yapamayan dinin kendisinin yetersizliğini kabul etmek demek olur.
Şu halde modern düşünüş ve toplumun biçiminin, dini hangi kategoriye yerleştirdiği, onu belirleyici ve tanımlayıcı olarak kabul edip etmemek önem kazanır. Zira, doğru tanımı ve manasıyla kendisi amaç, özerk ve otonom bir kategori olan herhangi bir dinin, başka her şeyi tanımlaması ve açıklaması beklenirken,
Başka bir “din-modern din” tarafından kendisinin tanımlanıp açıklanması ve kategorileştirilmesi söz konusu olur ki, onu din olmaktan düşürür, tanınmış olan dinin bir mezhebi veya sosyal bir zümresi haline dönüşür.
Şu halde, modernite bağlamında toplumsal olan işleri ve ilişkileri tanımlayıcı ve belirleyici olarak kabul etmek, onu din mesabesine yükseltmek, onu din olarak kabul etmek söz konusudur…
Modern toplum yapılanmasında etkin ve yaygın kabul görmüş din tanımları ve aynı manaya gelmek üzere tanımlayıcılara baktığımızda din:
A- Bir tanrı inancıyla, tekli yahut çoklu tanrı inancıyla,
B- Semavi dinler, bazı inançlar ve ritüellerden müteşekkil olarak,
C- Ahirete ilişkin kabuller, dünya işlerinden uzak durmak olarak,
D- Bireysel ve toplumsal bir olgu, sınırları çizilmiş apolitik olarak,
E- Gerçeğe ulaşmanın biricik yolu olarak,
F- Bilimle zıtlık içinde bir bilgi-inanç biçimi olarak. Dolayısıyla ‘büyü-mitoloji-metafizik’ bilgi olarak. Modern anlatıya göre inanç dendiğinde kast edilen şey, ‘bilimsel kabullere, gerçekliklere, ispata gerek duymayan kabullerdir. Buna göre “akıl-deney-gözlem” gibi bilimsel bilgi kuralları, yahut dayanaklarını reddenen ‘ön kabullerdir.’
G- Teolojik bir kategori dahilinde bir inanç olarak,
H- Felsefenin bir alt başlığı olan ‘etimoloji’ konusu olarak,
İ- Devletlerin her birine eşit mesafede durması gereken ‘normatif-hukuk’ konusu olarak tanımanıp açıklanmaktadır.
Tanımlar arasında kavram ve anlam olarak bir netlik yok. Her biri parçalar halinde doğruya temas etse de bir bütünlük söz konusu değil. Ortak bir dil olarak dinin kendisini tanımlaması ortada yokken, tanımlanmış dini kabullerin genel geçer rağbet görmesi doğaldır…
Etkin ve yaygın olarak kabul gören, çokça müracaat edilip referans gösterilen üç tanımlamayı ve açıklamayı söz konusu edelim:
1- Teoloji-ilahiyat konusu olarak ‘bir inanç’ olarak. Allah’ın varlığı, tekliği, sıfatları yahut isimleri bağlamında konu edilen inançlar. Bu tanımda inanç, din ile eşdeğer olarak, yahut birbirinin yerine de kullanılmaktadır.
2- İnanç kelimesi, modern bilgi teorisi yahut bilgi bilimi olan ‘epistemolojinin’ konusu, epistemik bir olgudur. Dolayısıyla din, inanç bağlamında ele alındığında, dolaylı olarak epistemolojik bir kategoridir.
Epistemoloji, felsefenin bir alt başlığı veya bir konusudur. Buna göre din, felsefenin bir bölümü, felsefik bir kategoridir.
3- İnanç, ‘normatif-hukuki’ bir kategoridir. Bu tanımlamada din, “politik olana-devlete” ait olmayan kabuldür. Bu tanım ve izahta din, kişinin ‘özel’ sorunudur.
Modern toplumun “özel-politik” yahut “kutsal-kutsal olmayan” şeklinde bölünerek örgütlendiğini hatırlarsak, din ‘yasama-yargı-ordu-polis-ticaret-sanat-eğitim-siyaset-partiler-devlet’ alanına ait olmayıp ‘özel alanla’ sınırlandırılmıştır…
BM’nin temel kurucu belgesi olarak 1948 yılında yayınlanan ve hemen tüm devletlerin imzaladığı ‘insan hakları evrensel beyannamesi’ yahut ‘bildirisinin’ 18-7-2. maddelerinde sayılan, kabaca;
‘Toplumsal köken, ırk-soy sop-dil-din-kanaat-renk-cins-doğuş-mülkiyet…’ gibi ‘insanlık ailesinin bütün üyeleri için’ yani bireylere tanınmış hak ve özgürlükler olarak sıralanmış, sayılanların yasa karşısında eşit oldukları bildirilmiş, bunların devletler tarafından güvence altına alınması istenmiştir.
Maddelerin özü şunu diyor: Sayılan hususların hiçbirinin “politik-siyasi-devlet” alanında bir anlamı ve yeri yoktur, olmaması da gerekir. Çünkü sayılanların tümü kişilerin özelidir, özel alana dairdir.
Başka bir deyişle devletlerin veya yasaların bu hususlar karşısında tarafsız olması gerektiği kabul edilmiştir. Laikliğin özü de buraya dayanır zaten…
Dinle ilgili yapılmış tanımlama ve açıklamalar karşısında denmeli ki, din ‘teolojik-felsefik-hukuki’ bir kategori olarak kabul edilmiştir. Çünkü dini ‘teolojik-felsefi-hukuki’ olarak tanımlayanın ‘kendisi’ bir teolojidir, felsefedir, hukuktur. Yani dindir.
Her ne kadar modern toplumun bir dini olmadığı söylense de, toplumu, toplumsal alanı ve işleyişi özel-politik diye ayırması, diğer her şeyi tanımlayıp kategorize etmesi, yasaklar koyup toplumsal işleri düzenlemesi nedeniyle kendisi bir dindir. Bu dine ‘aydınlanma-pozitivizm-ulusçuluk-hümanizm’ diyenler de vardır…
Bu durumda herhangi bir din, kendi ilkelerine, inaç unsurlarına uygun olarak modern toplumun ‘politik’ olarak tanımladığı ‘vergi-yasama-adalet-hukuk-sanat-eğitim-devlet’ vs. alanına girerse, başka bir toplumsal örgütlenme işine kalkışmış olacağından,
Var olan devletin dayandığı ilkeleri reddetmiş, özele ilişkin ‘teolojik-felsefi-hukuki’ kategori olmaktan çıkmış olur. Bunu yapan bir din kendisine tanınan sınırları aşmış olacağından ya şiddete maruz kalır, ya da tanıma uygun sınırlarına geri döner. Çünkü aynı toplumda iki din bir arada olamaz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *