İmanımız kalbe yerleşmiş ve herhangi bir tereddüt, tatminsizlik, şek-şüphe barındırmıyorsa -ki iman bu şartlarda imandır- mutlaka davranışlarımıza yansıyacak, iman etmezden önceki hayatımızda her ne vardıysa, imanla beraber bütün hayatımız baştan sona tashih edilecektir.
Mehmed Durmuş / Venhar
İman ettiğim, doğruluğundan hiçbir şüphe duymadığım, Muhammed (as)’ın kavmine olduğu gibi bana da aynen hitap ettiğinde hiçbir tereddüt taşımadığım Kur’an’ı her okuduğumda, her bir ayeti üzerinde yeniden tefekkür ve tezekkür ettiğimde şunu daha iyi anlıyorum: İman sadece dil ile söylemekle olmaz ve olmuyor. İmanın dilden önce kalpte yer etmesi gerekmektedir. Tertemiz, münafıkların marazlarından selamette, hastalıksız bir kalp. İman kalpte yerleşmezse dil neyi ikrar edecek? Dil kalbin sözcüsüdür. Kalpte olan bir şekilde dile yansıyacaktır.
Kalpte olanın dile yansımasını, Kur’an’ın münafıkların kodlarını verirken kullandığı ‘lahnul kavl’ sözü çok iyi anlatmaktadır. Kur’an münafıkların evsafından bahsederken, “sen onları konuşma tarzlarından tanırsın” (ve-le-ta’rifennehum fî-lahni’l-kavl) buyurmaktadır. (Muhammed, 30). Lahn kelimesi Kur’an’da sadece bir kere kullanılmış, o da işte bu ayettedir. ‘Lehane’ fiili başkasının anlayamayacağı şekilde yani şifreli, kişinin istediği tarafa çekebileceği, kapalı konuşmak anlamına gelmektedir. Münafıkların konuşma tarzları böyleymiş Kur’an’ın tanıklığına göre. Bir Muhammed’in (sav) konuştuklarına bakın, bir de mesela Abdullah b. Ubey b. Selûl’ün konuşmalarına, aradaki farkı hemen anlarsınız. Muhammed (sav) sözünün anlaşılması için konuşmakta, hiçbir muğlaklık içermemektedir. Çünkü O Allah’ın Rasulüdür ve Allah’ın mesajının olanca yalınlığı ile anlaşılması en önemli muradıdır. Münafık bir lider ise olanca sanatıyla(!) sözünü cinaslı, her tarafa sündürülebilecek şekilde söylemekte, en küçük bir eleştiride sabun gibi kolayca kaymakta, eleştiri oklarından kolayca sıyrılmaktadır(!).
İmanımız kalbe yerleşmiş ve herhangi bir tereddüt, tatminsizlik, şek-şüphe barındırmıyorsa -ki iman bu şartlarda imandır- mutlaka davranışlarımıza yansıyacak, iman etmezden önceki hayatımızda her ne vardıysa, imanla beraber bütün hayatımız baştan sona tashih edilecektir. Yanlışlarımızı atıp, yerine Allah’ın dorularını yerleştireceğiz. Allah’ın doğruları ise bizi amele götürecektir. Amelsiz bir iman bugünkü dille söyleyecek olursak sadece bir retoriktir. İman bize tıpkı nebiler gibi, ayakları yere basan, salih amellerle bezenmiş bir hayat yaşatıyorsa imandır, aksi halde münafıklardan farksız bir söylemdir.
Rasulullah’tan on beş asır sonrasında yaşayan Müslümanlar olarak dostumuzun yüz karası, düşmanımızın maskarasıyız. Ne Allah’ı Allah olarak takdir ediyoruz, ne Rasulü rasûl olarak tanıyoruz, ne Kitaba kitap gibi tutunuyoruz. Allah’ın olanca uyarısına rağmen izzeti kafirlerin paçalarının arasında arıyoruz. Allah’ı, Rasulünü ve mümin kardeşlerimizi veli-evliya bilmemiz gerekirken, Allah’ın pis/necis dediği hatta kimini domuzlara kıyasladığı kafirleri veli-evliya ediniyoruz.
Allah bizden iman, salih amel, Allah yolunda malımızla ve canımızla cihad istemektedir. Biz ise adeta cihadı Allah’ın dinine karşı yapıyoruz. Rabbimizin “Ey iman edenler, iman edin…” (Nisa, 136) emri boşuna değilmiş.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *