Bosna Hersek’te barış kimlerin ellerinde?

Bosna Hersek’te barış kimlerin ellerinde?

Bosna Hersek’te barış, bir kez daha, 1990’larda yaşanan şiddet olaylarını “insani” bir mesele olarak gören ve soykırım dehşeti karşısında “çevreleme” politikaları güden ülkelerin elinde.

Dr. Emir Suljagiç – Reuf Bajroviç / AA

Araştırmacı haber portalı Istraga, 2020’nin son haftasında Almanya’nın Bosna-Hersek’teki Avusturyalı Yüksek Temsilci Valentin Inzko’nun yerine başka birini tayin ettirmeye çalıştığını iddia eden bir makale yayımladı. Bu haber üzerine Bosna’da pek çok kişi büyük bir şok yaşadı. Bosna-Hersek Yüksek Temsilcilik Ofisi (YTO) Dayton Barış Anlaşması kapsamında, anlaşmanın “sivil alanda uygulanmasını” denetlemek üzere kuruldu. Bosna-Hersek’teki en güçlü uluslararası kuruluş olan YTO, yakın geçmişte Bosna’daki kurumsallık inşası sürecinde mühim roller oynadı. Ancak Angela Merkel’in şansölyeliğinin başlangıcından bu yana, YTO’nun rolü büyük ölçüde Sırp ayrılıkçılar ve Hırvat siyasetçilerin ülkenin barış ve istikrarını baltalamaya yönelik gittikçe artan cüretkâr girişimlerine ilişkin kamuoyu endişelerini dile getirme işlevine indirgenmiş durumda.

Istraga’da çıkan haber bir dizi nedenden ötürü ziyadesiyle şaşırtıcı oldu. İlk olarak, Almanya’nın bölgedeki Avrupa Birliği (AB) politikasına tahakküm etmek için (aralarında ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın da bulunduğu NATO üyelerinden müteşekkil gayriresmi bir grup olan) Quint’in diğer NATO ve AB üyesi mensuplarının arkasından iş çevirdiği belliydi. İkincisi ve daha da önemlisi, Almanya’nın yeni bir Yüksek Temsilci atama konusunda onayını almak için Rusya ile ayrı bir anlaşma yaptığı ortaya çıktı. Rus yetkililer on yıldan fazla bir süredir YTO’nun güvenilirliğini zayıflatmak için ter dökerek, defalarca kapatılması çağrısında bulundukları için, böyle bir anlaşmanın nasıl bir şey karşılığında yapılmış olduğu konusu gerçekten huzur kaçıran cinsten. Yaraya tuz-biber eken şey ise anlaşmanın, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un yakın tarihte Bosna’ya gerçekleştirdiği tartışmalı ziyaretten hemen sonra ortaya çıkmış olması. Son olarak ise yeni Yüksek Temsilci olması planlanan Christian Schmidt, birçokları için şüphe uyandıran bir tercih gibi görünüyor. Russland-Versteher (kelimenin tam anlamıyla “Rusya’yı anlayan”) şeklinde mimli birisi olmasına ek olarak, Schmidt’in hem Hırvatistan hem de Bosna’da iktidardaki Hırvat milliyetçi partileriyle güçlü bağları var. Hatta bir Alman yetkili olarak, bir kısmı Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından insanlığa karşı suçlardan hüküm giyen siyasi ve askeri şahsiyetlere tevcih edilmiş Hırvat devletinin “Ante Starčević Nişanı” ile ödüllendirildi.

ABD’ye karşı ön alıcı hamle

Istraga tarafından yayınlanan ilk haber Alman günlük gazetesi Tageszeitung’un yanı sıra saygın Alman gazeteci ve Balkan uzmanı Michael Martens tarafından da birkaç gün içinde doğrulandı. Martens daha sonra, Bosna’da barışa yönelik en büyük tehditlerin, AB muhalefeti karşısında başarılı olamayacak olan “ABD’nin dayattığı anayasal ‘çözümler’ ” olduğuna dair bir tweet attı. ABD’nin Joe Biden yönetiminde Bosna’ya geri dönüş yapması beklentilerine karşı bariz bir ön alıcı püskürtme hamlesi olan bu adım, Alman şansölyeliğindeki entelektüel iklime dair de epey aydınlatıcı bir gösterge vazifesi görüyor. Ne ilginçtir ki, Alman yetkililer ABD’nin bölgedeki müdahalesini kötülese bile, Alman hükümeti eş zamanlı olarak Almanya’daki Amerikan askeri varlığını korumaya yönelik lobi faaliyetleri için milyonlar harcıyor. “Erkek kaza uyan dişisine de uyar” diye bir laf vardır; ABD askeri ve siyasi varlığının aynı anda, Almanya için bir güvenlik avantajı oluştururken nasıl olup da Bosna-Hersek’te “barışa yönelik bir tehdit” oluşturabildiği ise had safhada müphem bir mesele.

Almanya’nın yeni bir Yüksek Temsilci için bastırması, AB’nin, daha da baskın bir şekilde, Birleşik Krallık güçlerini Bosna’daki ALTHEA askeri misyonundan dışlamaya yönelik çabalarına eşlik etmekte. “Ufukta” olarak bilinen bu gücün dahilindeki Birleşik Krallık birliği, acil durumlarda hızlı bir şekilde konuşlandırılmak üzere hazırlanmış tabur büyüklüğünde bir birimdi. Bir caydırıcı unsur olarak taşıdığı etkiye rağmen bu tabur artık misyonun bir parçası değil. Bosna Hersek’te barış, bir kez daha, 1990’larda yaşanan şiddet olaylarını “insani” bir mesele olarak gören ve soykırım dehşeti karşısında “çevreleme” politikaları güden ülkelerin elinde.

Almanya’nın hamleleri yıkıcı sonuçlar doğuruyor

Almanya’nın, en azından son on yılda, Bosna-Hersek’te pek de iyi niyetle hareket etmekte olduğu söylenemez. Angela Merkel’in birbiri ardınca kurduğu hükümetler, ülkenin hastalıklarına çarenin daha fazla [ırklar arası] ayrılık, daha fazla “apartheid”da yattığı düşüncesini yaymak suretiyle Bosna’nın liberal ve sivil bir demokrasi olarak ilerlemesinin engellenmesi çabalarına yardımcı oldular. Almanya, Bosna’nın, çok büyük zorluklarla elde tuttuğu beşerî sermayesini kaybetmesi pahasına nitelikli yabancı işgücünden yararlanmak için bile-isteye Bosna-Hersek tarihindeki en yıkıcı beyin göçlerinden birini de harekete geçirdi. Alman işgücü piyasasının muazzam baskısı, çok daha güçlü ekonomileri bile felce uğratırdı. Bosna-Hersek vatandaşları Avrupa işgücüne “aman efendim, yeter ki buyurun!” şeklinde bir coşkuyla dahil edilirken, geride bıraktıkları ülkeleri, Avrupa’nın dış çeperlerinin de en dışına itilmekte. Bu dinamikler, kendi kendini devindirip sürdüren kısır bir döngü olarak işlev görüyor: Avrupa topluluğundan dışlanma, işlevsizlik doğuruyor; işlevsizlik ümitsizlik doğuruyor; ümitsizlik ise sayıları giderek artan nitelikli genç erkek ve kadınları ülkelerini terk ederek Almanya’ya gitmeye itiyor.

Bu en son Alman hamlesi, Joe Biden’ın ABD’nin yeni başkanı olarak yemin etmesinden sadece haftalar önce gerçekleşti. Biden yönetiminin Balkanlar’a dönük daha sağlam bir yaklaşım benimseyeceği yönündeki yaygın beklentiler süredursun, Almanya’nın son eylemleri, bölgedeki müstakbel ABD girişimlerini köreltmeye yönelik aceleci ve prematüre birer girişim yahut anayasal reform çabaları gibi görünüyor. Rus faktörü de çok dikkat çekici; tüm bu olaylar dizisine etki alanları üzerinde oynanan büyük güç oyunları havası veriyor. Hatta bazı Bosnalı yorumcular bu en son düzenlemeye “Molotov-Ribbentrop Paktı 2.0” adını bile verdiler. Bu benzetme, tam nokta vuruş olmamakla ihtiva ettiği eksikliği bölge bazlı anlaşmalara yönelik yerel iştahları kabartma potansiyeliyle telafi ediyor. Bölgedeki siyasi, ekonomik ve sosyal koşullar kötüleşmeye devam ederken, Avrupa’ya basit bir tarihsel gerçeği hatırlatmakta fayda var: yatıştırma siyaseti işe yaramıyor. 1990’larda işe yaramadı. 1940’larda da işe yaramamıştı. Ve günümüzde yeniden dirilmekte olan Sırp ve Hırvat milliyetçiliklerinin yatıştırılması çabaları da kesinlikle hiçbir işe yaramayacak.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

[Dr. Emir Suljagić, Srebrenica Soykırım Anıtı Merkezinin müdürüdür. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS) Uluslararası İlişkiler Bölümünde yarı zamanlı öğretim üyesi olan Dr. Suljagić, ayrıca iki kitabın da yazarıdır: “Ethnic Cleansing: Politics, Policy, Violence – Serb Ethnic Cleansing Campaign in former Yugoslavia” ve “Postcards from the Grave”]

[Bosna Hersek Federasyonu’nda kısa bir dönem Enerji Bakanlığı yapmış olan Reuf Bajrović halihazırda Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan US-Europe Alliance’ın eşbaşkanlığını yürütmektedir]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *