Atina ve bağlı kentlerdeki demokratik rejimde ‘kişiye/lidere bağlılık’ ve ‘itaat’ yoktu. Demokrasi bu sebeple erdemlilerin ve fazılların rejimiydi. Oysa antik Yunan paganistti; sayısına bereket onlarca tanrı/ilaha’da tapınıp dururlardı…
Hüseyin Alan
Demokrasi,
Babadan oğula geçen, imtiyazlı, kutsal iktidar sınıfı sayılan ‘kral-aristokrat-ruhban-asker’ dörtlüsünün temsil ettiği,
Hukukun imtiyazlıları koruduğu, itaatin ve sadakatin liderlere yapıldığı rejim/yönetim biçimi olan monarşiden, despotizmden kurtulup,
Halkın, ‘yöneticisini kendi seçtiği, denetlediği, değiştirdiği, insan haklarının teminat altına alındığı, sadakatin yasalara, vatana ve bağımsızlığa’ yapıldığı rejime geçiş olarak söylenir, yüceltilir.
‘Mübarek’ demokrasinin faziletinin de burdan geldiği anlatılıp durulur…
İyi ala, hatta hoş. Kölelikten özgürlüğe geçiş. Söylem gayetten de çarpıcı.
Tamam da, çoğunluğu oluşturan halkın hala yoksulu yoksul, acizi aciz; küçük bir azınlığın zengini zengin, güçlüsü de güçlüyse,
Eski rejim aynı kaldı da iktidar sınıfı mı değişti acep? Yahut adı mı değişti rejimin?
Eskisi kötülenip durur, demokrasi bu sebeple yüceltilirken bunun en fazıllığı nerde kalır o vakit?…
Demokrasilerde bir kurucu lider ve kurucu ilke vardır genelde. Anayasa ve egemenliğin kaynağı en temel ilke sayılır.
Soru şu; demokrasiyi halk mı kurdu, birileri mi lutfetti? Sosyal sözleşme temelli midir, kurucusuyla var olunan mıdır?
Halkın kurduğuyla, lütfedileni arasında ‘sadakat ve itaat’ konusunda bayağı bi fark olmalı o halde. Burayı geçelim!…
Daha birkaç gün önce TBMM’de iki vekil tartışıyor;
Birisi ‘ben Atatürk’ün sayesinde burdayım, diğeri ben Erdoğan’ın sayesinde burdayım’ dedi.
Demek ki vekillerin kendilerinde bir beceri, tarihsel politik donanım, uzmanlık ve özellik yok.
Orada olmayı halka/seçilmiş olmaya değil, liderlerine borçlular. Rütbelerini, imtiyazlarını, maaşlarını halk vermiyor, liderlerinden alıyor.
Bu durumda vekiller ‘ülkeye, yasalara, halka’ hizmet ve sadakat için değil, liderlere hizmet ve sadakat için varlar; öyle ya…
Demokrasi demişken, bu rejimin keşfedildiği yer ve uygulandığı dönemlerde (bazı bazı despotlar gelip demokrasiyi iptal ediyordu)
Antik Yunan’da, Atina’da, ‘yurttaşlar’ yani ‘demos’ üç şeye itaat edeceğine, ihanet etmeyip sadık kalacağına dair yemin edip söz vererek, şerefli yurttaşlık avantajlarını kullanıyordu:
‘Kent-Yasalar-Toprak.’
Çünkü her bir yurttaş ‘kendisini yaratanın, besleyip büyütenin, eğitenin, onurlu olarak yaşatanın ve çocukları dahil koruyanın’ kent olduğuna inanıyordu.
Yurttaş, şayet bu üç şartı beğenmediyse ‘servetini ve çocuklarını’ alıp serbestçe kenti terk etme hakkına sahipti. Burda olmamalıydı. Yahut daha iyi teklifleri varsa halkı ve halk meclisini ikna etmeliydi.
Atina ve bağlı kentlerdeki demokratik rejimde ‘kişiye/lidere bağlılık’ ve ‘itaat’ yoktu. Demokrasi bu sebeple erdemlilerin ve fazılların rejimiydi.
Oysa antik Yunan paganistti; sayısına bereket onlarca tanrı/ilaha’da tapınıp dururlardı…
Demokrasi demişken, sayın vekillerin varlıklarını borçlu olduklarını da duymuşken aklımıza geliverdi işte.
Bu arada, bir başka şey daha geldi aklımıza:
‘Mekke’ site devletinde ‘Dar’un Nedve’ ve ‘Kureyş toplumu’; onlar ne durumdaydı?
Hz. Muhammed’in Medine vesikası neydi? ‘Medine site devletinde Müslümanlar’ bu işleri nasıl düzenlemişti?
Bu ikisi ayrı bir bahis olarak kalsın..
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *