İki kelimelik bu cümleciğin anlamını bilmeyen yoktur. Anlamı, âlemin yegâne gerçeği. Göklerin ve dağların taşıyamadığı, altına giremedikleri, ama insanın yüklendiği, bir büyük yük; sadece iki kelime.
Mehmed Durmuş
“Allahu Ekber”: “Allah en büyüktür.”
Bu kısa cümlecikte iki kelime var: Allah ve ekber.
İki kelimelik bu cümleciğin anlamını bilmeyen yoktur. Anlamı, âlemin yegâne gerçeği. Göklerin ve dağların taşıyamadığı, altına giremedikleri, ama insanın yüklendiği, bir büyük yük; sadece iki kelime.
Buraya kadar hiçbir sorun yok.
Fakat hemen geçmeyip, tarihte kısa bir yolculuğa çıktığımız zaman, İblis’in de aklına gelmeyen kurgulara alet edildiğini öğrenmiş oluyoruz.
Bu yüce sözün alet edildiği bir şeytanizm var tarihte. O konuya geçmeden önce, bende çağrışım yapan, benzeri bir örneği hatırlatmak istiyorum. Şems-i Tebrizî kendine iyi bir kul (mürid) olacağına inandığı bir kişi üzerinde biraz çalışır. Sonunda adam belli bir kıvama gelir. Artık ‘ürün verme’ zamanıdır. Bir gün Pazar yerinde aniden karşısına çıkan Şems’in önünde secdeye kapanır ve “Allah’tan başka ilah yoktur, Şems Tanrının elçisidir” der. Bunun üzerine Pazar esnafından birileri adamı döverler. Şems de tabi pazarcıya gerekeni yapar, Şems öyle bir nara atar ki, müridi döven kişi oracıkta ölür. Sonra Şems müridini bir kenara çeker ve ‘eğitim’de eksik kalmış olan, işin püf noktasını öğretir: Evladım, benim adım Muhammed’dir. Sen “Muhammed Allah’ın elçisidir” demeliydin! Halk damgasız altını tanımaz!
“Allahu Ekber” sözünden güçlü Babür imparatoru Ekber Şah’a (Celaleddin) geleceğiz. Babür imparatorluğunun gerçek kurucusu kabul edilmiş olan Ekber Şah’ın dedesi Babür, babası Hümâyûn’dur. Ekber Şah soyunu baba tarafından Timur’a, anne tarafından Cengiz Han’a dayandırıyormuş. 1542’de doğan Ekber 1556’da imparatorluk tahtına oturmuş.
Ekber Şah’ın okuma-yazmayla pek arası olmamış. Sarayında üç yüz ya da beş bin kadını varmış. Ekber’in saltanatının ilk yıllarında İslam’la ‘idare’li bir ilişki yürüttüğü anlaşılmaktadır. Belli dönemlerde huzurunda İslam tarihini okutturmuş. Sünni İslam’ın güçlü destekçisi sayılmış. Zamanla (herhalde vaziyeti idare etmekten sıkılmış olmalı ki) belirli bir süreç içerisinde İslam’a karşı tavır almaya başlamış. Beş vakit namaz, oruç ve peygamber hakkındaki anlatılanlar beyhude hurafeler sayılarak terk edilmiş. Ekber’in bazı ibadetleri yaptığı ve aynı zamanda şarapla, afyonla da arasının iyi olduğunu bildiren muhtelif rivayetler kaydedilmiş. Doğruluk paylarını tarihçilere havale edelim. Ekber’in türbe ziyaretlerine büyük bir önem verdiği rivayeti herhalde sahihtir. Çünkü evliyanın türbelerini ziyaret etmenin ve bağışta bulunmanın, hacca gidememiş olanlar için bir hac sevabı yerine geçtiğine inanmış bir halk nazarında, nasıl bir siyasi rant sağlayacağı izahtan beridir.
Ekber 1570’lerden itibaren İslam’la arayı açmada gemi azıya almış olmalı ki, Müslüman olmadığını, Muhammed’in öğretilerine de değer vermediğini vb. açıktan söylemeye başlamış. Hatta Muhammed (sav)’i ‘Arap eşkıya’ gibi sıfatlarla andığı olmuş. İslam’ın emir ve hükümlerini yasaklamış, sarayında ezanı susturmuş. Ahmed, Muhammed, Mustafa gibi isimleri sakıncalı hale getirmiş. Kurban kesmeyi yasaklamış, camileri yıktırmış. (Camileri ahıra çevirdi mi, bilmiyoruz).
Ekber sıradan bir İslam düşmanlığı politikasından bir adım daha ileri giderek, “Din-i İlahî” diye yeni bir din uydurmuş. Bu, peygamberleri aradan çıkartan, kendini merkeze koyan, ‘ileri’ bir din anlayışıdır! Din-i ilahîyi bir ulema konseyine de tasdik ettirmiş. ‘Ulema konseyi’ dedik, yanlış anlaşılmasın. 1576 yılında, mescid ve medreseye paralel olarak tasarladığı anlaşılan, Din-i İlahi’nin potası olan yeni bir ‘ibadethane’ yaptırmış. Ekber, sarayına getirttiği farklı din-inanç ve kültüre mensup insanlardan seçkiler alıyor ama İslam’a dönüp bakmıyormuş bile. Sarayda akıl yüceltiliyor, bu iş bağnazlık karşısında ‘aklın zaferi’ sayılıyor.
Bu noktada durmayan Ekber’in yeni tanrısı güneştir. Günde dört kez güneşe tapma ayini düzenler. Ekber İslamî gelenekteki mehdi ve müceddit terimlerinden rol kapmaya çalışır. Kendisini, İslam’ı yeniden canlandıran değil de, bitirmeye çalışan ‘kurtarıcı’ yerine koyar. (İslam’ı bitirmeye çalışan bir Mehdi!). Ekber Şah mehdi, sultan-ı adil, asrın halifesi, asrın müçtehidi olur ama bunlar hızını kesmez, artık kendisini Allah’ın kendisi olarak ilan etme zamanı gelmiştir, öyle de yapar. Fakat yine de tanrılığını biraz yumuşatma ihtiyacı duyduğu sanılmaktadır; 1579 yılında “Allah’tan başka ilah yoktur, Ekber onun halifesidir” sözünü açıkça kullanmaya başlar. Fakat Osmanlı devletinin tepkisinden çekindiği için, sarayda bu sözün kullanımına kısıtlamalar getirir.
Nihayetinde Ekber, “Allah-u Ekber” sözünü bir nebze muğlaklaştırarak kendisi için kullanmaya başlar. Bir ara mührüne ve paralara bu sözü kazdırır. Sürece uyum sağlamakta zorlanmayan kimi entelektüeller yazılarına “Allahu Ekber” sözüyle başlarlar. Selam yerine bu söz kullanılır. Ekber’in suretini insanlar sarıklarının üzerinde taşımaya başlarlar. (Bizdeki meşhur bir cemaat, bu işin kendilerinden başka piri ortaya çıktığı için kompleks yapabilirler!). İmparator her göründüğünde Allah-u Ekber sözleri etrafı çınlatır.
Ekber esasında bir ‘evrensel hoşgörü’ dini geliştirmek istiyormuş. Aslında çok da iyi niyetli: Her sınıftan insanın dindar olabilmesi ve inancının ölçüsüne uygun olarak Tanrıya ibadet etmesi için bu yeni dini ihdas etmiş. Herkes kendince tanrıya tapabilirmiş. (Tabi, mesela İslam’da isteyen herkes kolayca dindar olamaz ya! Aklıma birden TOKİ’nin dar gelirli vatandaşları ev sahibi yapma atakları geldi). Hiç kimse dini yüzünden kınanmamalıymış.
Tanrılığa soyunan Ekber Şah 1605’te ölmüş. Ölenlerin arkasından konuşmak pek doğru değildir…
Ekber’in serencamı birçok noktadan bize tanıdık geldi. Birçok projenin ‘yeni’ olmadığını, İslam’ın İslam olmaktan çıkartılması için de bu projelerin hiç bitmeyeceği hususunda yakîn kesbettik. Ekber Şah gibi tanrılaşma heveslileri ne hikmetse, yine de ölüm meleğine yenik düşüyor, dünyalara sığmayan imparatorlar daracık bir çukura sığıyorlar. Onlardan ibret almayanlar da o daracık (cehennem) çukurlarını anıt-mezarlaştırıyorlar, sefihçe.
İslam kılıçla-kalkanla yere serilemeyince, İslam kamuflajıyla bu iş yapılmak isteniyor. Peygambersiz din, Kur’an’sız İslam, kısacası İslam’a karşı İslam, ‘yeni normal’in özetidir. Bu ‘yeni normal’ projede sahada, sözde ‘Müslüman’ kılıklı, entel-dantel tipler istihdam edilmektedir. Hani şu ‘hiç’ türünden enteller.
Not: Bu yazıda, Adre Wink’in Ekber Şah kitabının tanıtımını okumuş oldunuz.
(Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *