Sebilürreşad gazetesinin 27 Mart 1924 tarihli nüshasında Ömer Fevzi imzası ile yayımlanan “Kadınlığın Hakikati” başlıklı yazıda, o dönem ‘kadın’ üzerinden toplumun nasıl dönüştürüldüğüne dikkat çekiliyor.
Kadının Hakikati
Yakup Döğer
Batı merkezli modernleşmeye uyumlu olarak kadın üzerinde toplumu inşa etme çabalarının yaklaşık yüz elli yıllık bir mazisi olduğu söylenebilir. Bu tarih belki daha da ileri götürülebilir, fakat aktif olarak düşünülecek olursa takriben böyle bir zaman diliminden bahsedebiliriz.
Özellikle II. Meşrutiyetin ilanından sonra Batılı anlamda dünya tasavvuruna sahip İttihatçı zihniyetin iktidarı ele almasıyla, kadın üzerinden yürütülen değişim devlet politikası olarak ele alınmıştır. Bu politik tavır bugünde sürmekte ve ısrarcı olarak sürdürülmektedir. Meşrutiyet idaresine ve ittihatçı iktidara cevaz veren dönemin aydınları, ilerleyen dönemde hiç beklemedikleri bu değişim karşısında şaşırmış, paniklemiş ve şikâyetlere başlamıştır. Meşrutiyetin ilanından hemen sonra düşük tepkide de olsa başlayan bu şikâyetler, zaman ilerledikçe şiddetini artırarak devam etmiş, cumhuriyetin ilanından sonra ise çaresiz serzenişlere dönmüştür.
Bu şikâyet ve serzenişler dönemin Müslüman basınında sıklıkla dile getirilerek, makalelere konu olmuştur. Özellikle Sıratı Müstakim-Sebilürreşad Gazetesinin mütefekkirleri, bir dönem koşulsuz destekledikleri, hatta İttihatçılara yapılan eleştirileri hainlikle itham ettikleri tavırlarından feragat ederek, yeni değişim ve dönüşümü eleştirmeye başlamıştır. Fakat ne yazık ki bu tavırlarının artık bir ehemmiyeti kalmamıştır. Zira güç ve iktidar Batı müptelası zümrenin elindedir ve istediğini yapmaktan hiç çekinmezler.
Biz burada Cumhuriyetin ilk yıllarında Ömer Fevzi tarafından, Sebilürreşad Gazetesinin 27 Mart 1924 tarihli, 23. cilt, 594. sayısında yer alan ve döneminin kadın üzerinden toplumun nasıl dönüştürüldüğünü gözler önüne seren “Kadınlığın Hakikati” başlıklı önemli bir metni ele almaya çalışacağız. Ömer Fevzi, satırlarından anlaşılacağı üzere çok tedirgindir. Özellikle İstanbul kadınları, müellifin hedefindedir.
“Son zamanlarda bazı İstanbul kadınlarında ortaya çıkan yanlış düşünceler, kadınları kendi hakikat ve hüviyetinden uzaklaştıracak mahiyettedir. İstanbul’un bazı kadınlarında bu hareketin sefahati tetkik edilirse anlaşılır ki kadınlık analığı bırakmış, evvela zevceliğe doğru yol almış, sonra sukutu hayale uğrayarak kendi hakikatlerinin zıddı olan erkekliğe doğru meyil etmiştir. Bu ise kadınlık için, hakikat ve mahiyeti itibarıyla bir sükûttur. Koca bulamayanlar bilmelidir ki erkekleri bir taraftan müstağni kılmışlar, bir taraftan sükûtu hayale uğrayıp ürkütmüşlerdir. Kadınlığa ait bütün itibar utanma ve haya zamanlarında kalmıştır. Utanma kalkıp gözler sağa sola bakmaya başladığında, hane çileler evine döndükten sonra erkeklerin gözü yılmıştır.”
Ömer Fevzi, cumhuriyet yıllarının henüz ilk zamanlarında bu denli edepsizliğin karşısında şaşkınlığını gizleyememekte, kadınlığın artık anneliği terk etmeye başladığını görmektedir. İktidarın baskıcı ve dinsizlik üzerine kurduğu yeni düzen, öncelikle kadının toplum ile irtibatını değiştirerek, geleneğe ait değerleri eritmekte, kadın için yeni rol modeller bularak, bu rol modellere benzetmeye çalışmaktadır. Yeni düzende artık haya, edep, utanma duyguları törpülenmekte, toplumda erkeklerle karşılaştığında gözlerini yere çeviren ve vakarla konuşan kadınları ortadan kaldırmak istemektedir.
Ömer Fevzi ve dönemin Müslüman aydınları her ne kadar bu durumdan şikâyetçi olsalar da, aslında gelinen eşik, geçmiş dönemdeki siyasi ve sosyolojik politikaların bir sonucudur. Zira Meşrutiyet sonrası böyle bir yola girilmiş ve bu çaba günümüzde de hız kesmeden devam etmektedir. Günümüzde yapılan serzeniş ve şikâyetler de Ömer Fevzi’nin şikâyetleriyle aynılık göstermektedir. Öyle ki, evlilikler muhabbet ve sevgiye vesile olan köprü vazifesini görmekten çıkmış, dünyevi arzuların tatmini gölgesinde kalarak çilehaneye dönmüştür.
Sadelik ve tevazu kalkmış, gösteriş ve şatafat öne geçmiş, kanaat kavramı unutulmuş, doymaz nefislerimiz evliliklerin temelini tahrip etmektedir. Evlilik yaşı alabildiğine yükselirken, gayri meşru ilişkiler normalleşmeye başlamış, kariyer sahibi olmak, analıktan daha muteber hale gelmiş. İslam’dan bağımsız dünyevi iktidarların, devlet politikasıyla bilinçli olarak sürdürdükleri stratejileri işe yaramıştır.
Ömer Fevzi, kanaatimizce, yazdığı satırların mürekkebi olarak gözyaşını kullanmaktadır. Süslenip bezendiği halde koca bulamayan kadınların, bunun gibi her şeye sahip olsa da eşini memnun edemeyen erkeklerin dramatik hali iç yakıcıdır. Dünyaya tapan, ihtiyaçlarını değil, isteklerini karşılamaya çalışan çağımız neslinin deva bulmaz yarası sürekli kanamaktadır. Günümüzde kanayan bu yarayı sürekli deşenler, bu yaranın ortaya çıkmasını sağlayanların selefleridir. Bu selefler de tıpkı fikir babaları gibi bu Müslüman toplumu kimliksizleştirmek, kişiliksizleştirmek, edep ve hayadan uzaklaştırmak için alabildiğine gayret etmektedir.
Çağın asri kadını kendine kurulan tuzağın farkında değildir. Fıtratı icabı olması gerektiği yerden sürekli uzaklaştırılan kadın, istikballerine dair ümitsizliğe kapılarak, erkekler gibi maişet kazanmak derdine düşmüştür. Hayatın her alanına atılmak gibi bir arzuyla yanıp tutuşan çağın asri kadını, bilir bilmez alanlarda erkeklerle yarıştırılır haldedir.
Müellife göre kadınların bu tavrı, evvela kadınlıktan kopmak ve uzaklaşmaktır. Başarılı olmaları da mümkün görünmemektedir.
“Çünkü bu hayat sahası erkeklerin malıdır. Onlar arasında yer kazanmak, büyük bir mücadeleye, büyük bir kudrete rekabete ihtiyaç gösterir ve netice itibarıyla da büyük bir yıpranmaya mal olur.”
Ömer Fevzi, kadının toplum yerindeki konumunun değişmesine dair getirdiği eleştirilere açıklıkta getiriyor:
“Kadınlar alim olmasın demiyorum. Mütehassıs olmasın, görgüsüz olsun, demiyorum. Olsun. İyi her şey olsunlar. Fakat bu kadınlık elden gitmemek şartıyla olmalıdır. Her iyi şeyi olsunlar, fakat kadınlıkla erkeklik arasında kalarak hiç olmamak şartıyla. Evet, bir evin kapısını kapatarak, bir ocağı söndürerek, bir ailenin evladını serseriliğe sevk ederek değil. Ana olmak, yuva yapmak için, yuvayı imar etmek, en sahih ve iyi bir halde tutmak için, en elverişli bir surette tertip ve tanzim ve en mukaddes bir şekilde idare etmek için, yuva sakinlerini en bahtiyar bir halde bulundurmak için çabalasın. Çocuklara en sahih usullerle bakmak, eğitimle muamele etmek için, çocukların dimağını, kalbini nurlarla doldurmak, yüksek arzulara yöneltmek için, kısacası yuvasını fazilet, hakikat ocağı yapmak için çabalasın.”
Müellifin ifadelerini, değişen toplumsal yapıda çözüme yönelik olarak değerlendirebiliriz. Zira bu şikâyetlerin yapıldığı tarihten yüz-iki yüz yıl önce de toplumda kadınlar vardı ve asırlardan bu yana kendi vazifelerini yerine getirmekteydi. Şimdi ne oldu da böyle izaha ihtiyaç duyulmaktaydı? Kanaatimizce bu izahların sebebi, önünde durulamaz değişimin getirdiği baskının sonucudur. Bu baskının ne denli ağır olduğunu bugün kendimiz dahi hissedebiliyoruz.
‘Kadın ana olmak için doğmuştur’
Ömer Fevzi meseleye daha hassas noktadan değinmeye devam eder:
“Kadın her şeyden evvel ana olmak için doğmuştur. Bir kadının hayatta mutlaka evlenmesi ve evlense dahi mutlaka çocuk getirmesi mümkün olmayabilir. Evlenememesi kendi tercihiyle olmayarak vukua gelebilir. Keza evlense dahi gerek zevcinin, gerek kendisinin çocuk sahibi olmaktan mahrum bulunmuş olması mümkün olabilir. Bu gibi kadınlar mazurdur. Ve hakikatte yine muhteremdirler. Çünkü analığa manen maddeten hazırlanmış, fakat talihi müsait olmamıştır. Ancak bunlar mensup oldukları cemiyete muhtaç velayet bir-iki yetimi öz evladı gibi kemal ihtimam ile yetiştirmeye, komşularının çocukları için validelerine nasihat etmeye, mukaddes vazifelerini daha ali bir kıymette ifa edebilirler. Bir yetime veya kötü bir ananın çocuğu için sarf edilecek ihtimam, öz evlada sarf edilecek tabii ihtimamdan elbette daha şayanı takdirdir.”
Ömer Fevzi Efendi fıtri bir hususa işaret etmektedir. Nasıl erkekler bu dünyaya öncelikli görevleri bakımından baba olmak için geldiler ise, kadınların da öncelikli vazifesi ana olmaktır. Ömer Efendi’nin, dönüşümün yeni başladığı bir dönemdeki bu ifadeleri çok önem arz etmektedir. Lakin bu değişimin büyük oranda gerçekleştiği günümüzde daha da büyük anlam kazanmaktadır. Artık yetişen yeni nesil analık veya babalık vazifelerinin ne olduğu hususunda dahi malumata sahip değildir. Kimse evladına asli vazifesiyle ilgili malumat vermediği gibi, bu vazifeyi hatırlatacak girişimde dahi bulunmuyor. İnsanlar için artık birer dünyalı olarak yaşamak, dünyacı yetişip dünyacı olarak ölüp gitmek sanki yazgı haline gelmiştir. Oysa kadın için ana olmak duygusunu hangi dünyalı değer karşılayabilir?
Ömer Fevzi Efendi, bir toplum için en önemli mürebbilerin-eğitimcilerin analar olduğuna işaret eder. Çocuk ilk gözlerini açtığında, ilk dünya ile temas ettiğinde, ilk harekete başladığında velhasıl bu dünyaya teşrifinde onu ilk karşılayacak, ilk malumatları verecek kişiler analardır. O yüzden geleceğin anaları olacak kız çocuklarına mektepte öğretilecek bilgiler, sadece salt dünyevi ilimler olmamalıdır. Sadece dünyevi ilimler çocukları ana yapmaya yeterli değildir. Hatta kendi etrafıyla dahi bağını gevşetebilir, onu duygusuzlaştırır.
Bir insana evvela dini bir terbiye verilmeli, sonra bu terbiye üzerinde eğitilmelidir. Kardeşlik terbiyesi, evlat terbiyesi, ana-baba terbiyesi, toplumsal sorumluluk terbiyesi hakkında zaruri olan eğitim yapılmalıdır. İleride mesleği ne olacaksa, ne yapmak istiyorsa, yapmak istediği meslekte, öncelikle insanla olan ilişkisi öğretilmelidir. Bir muallime hem hocadır, hem eğitimcidir. Fakat her şeyden önce validedir. Ancak böyle olursa mühim bir insan, mühim bir hoca hanım olur.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *