Beni Saide Çardağı’ndan Akabe Biatları’na

Beni Saide Çardağı’ndan Akabe Biatları’na

“Kabileciliği canlandıran Beni Saide Çardağı yerine asabiyeyi öldürüp kardeşliği ikame eden Akabe Biatları’nı siyasal alana taşıyarak romantik ve retorik söyleyişlerin ötesinde bir İslam toplumu teşkil ettirme imkanı ve ihtimali her daim var.”

Ercan Yıldırım / Star-Açık Görüş

İslam alemi dağınık görüntüsünü günümüzde daha da derinleştirmeye, İsrail ile stratejik işbirliğine götürmeye, yine Müslümanın Müslümanla savaşına sebep olabilecek konjonktüre doğru yol alıyor. Suudların, BAE’nin, Mısır’ın Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki tutumu, farklı kamplar adına operasyonlar yürütmesi “medeniyet krizi”nin ötesinde… İslam siyaset düşüncesinin yerleşik bir yapı teşekkül ettirememesi, Peygamber Efendimiz’den sonra tekrar “cahiliye geleneği”ne yatkın gelişmeler günümüze kadar ulaştı.

Meşruiyetini Kur’an ve Sünnet’ten alan İslami düşünceye göre hareket etmeyip yapılanları meşrulaştıracak delillendirmelere gitme tutumu Peygamberimizden sonra kurumsallaşamamanın, model ortaya koyamamanın, Kur’an’ın va’z ettiği ilkeleri ya yüzeysel değerlendirme ya kendi çıkarına göre yorumlama tavrının sonucu gelişti.

Emevilerin cahiliye devleti kurup bunu İslam ile meşrulaştırması İslam tarihinin gidişatını belirledi! Emevilerin kendilerini Allah’ın seçtiğini, başarıya ulaştırdığını, onun yardım ettiğini belirterek istenmeselerdi Allah’ın kendilerini değiştireceğini dolayısıyla iktidarlarına yapılan isyanın Allah’a isyan olduğunu iddia etmeleri farklı biçimlerde pek çok yönetimde kullanışlı bir metod olarak yerini aldı.

Farklı ekoller içinde ehli sünnet, Hakem Olayı’ndan sonra ümmetin parçalanmaması, Müslümanların çatışmaması, güçlülerin Müslüman kanı akıtmaması için genellikle iktidarı ele geçirenlerin halk tarafından makbuliyeti ve meşruiyeti üzerine görüş bildirdi; idareye gelmenin şartlarını, meşru yollarını, usullerini, kaynaklarını, teamülünü hiçbir zaman gözetmedi. Bu sürecin başlangıcını da Beni Saide Çardağı’ndaki toplantı oluşturur. Cumhuriyet döneminde Ahmet Hamdi Akseki’nin tutumu buna bir örnek teşkil eder.

Kopmanın başlangıcı

Peygamber Efendimiz vefat ettikten sonra daha defni gerçekleşmeden Ensar’ın iki güçlü kabilesi Evs ve Hazrec Beni Saide Çardağı altında toplanarak halife seçimine girişti.

Toplantıda Ensar’ın öteki kabileleri yoktu, muhacirler yani Kureyş’ten kimse yoktu, zorlu yılları geçiren Mekkeliler yoktu. Ensar kendisini adeta Müslümanların dahası İslam’ın hamisi görüyordu; müşriklerin yok etmeye uğraştığı ve ciddi ilerleme gösterdiği bir evrede Müslümanlara kucak açarak İslam’ın dünyaya yayılmasını sağlayan adımı attıklarından hilafet kendilerinde kalmalıydı. Fakat iki kabile kendi arasında savaşmış, Peygamberimiz Hz. Muhammed sulhu sağlamıştı. İki kabilenin anlaşmazlığı, Hazrec Reisi Sa’d bin Ubade’nin hilafeti almakta diretmesi Ensar’ı denklemden tamamen çıkardı.

Çardak’taki toplantıyı haber alan muhacirler sürece dahil olunca Ensar’ın yarattığı fiili durum, dayatma Hz. Ebubekir, Hz. Ömer öncülüğündeki “Kureyş aristokrasisi”nden döndü. Hz. Ebubekir Peygamber Efendimizin Kureyş’ten olduğunu hilafetin de Kureyş’e geçmesi gerektiğini belirtince zaten ihtilafı bulunan Ensar sırf kendilerinden çıkmaması karşılığında Hz. Ebubekir’in halifeliğine onay verdi. Bir farkla… Hazrec Reisi Ubade karara katılmadı, ölünceye kadar ona biat etmedi.

Beni Saide Çardağı’ndaki toplantı, çıkan kararların yaslandığı dinamikler, gerekçeler ve usûl cahiliye adetlerine geri dönüşü yansıtıyordu. Ensar’ın kendi arasındaki ihtilaf uğruna bir başkasına biat etmesi, tek kaygının asabiye olduğunu kesinleştirdi.

Hz. Ebubekir, argümanıyla yalnızca Ensar’ı değil Kureyş’in en güçlü iki kolunu, Peygamber Efendimizin içinden çıktığı Haşimileri, en kalabalık ve siyasi grup Beni Ümeyye’yi yani Emevileri de açığa düşürdü. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Kureyş’ten olmasına rağmen Haşimi ve Beni Ümeyye’den değil daha zayıf kollardandı. Emeviler Mekke’nin Fethinde İslam’a girdiklerinden süngüleri düşüktü… Haşimiler ise Peygamber Efendimizden dolayı kendilerinden emin, mağrur, garanti gördükleri için hilafeti, gevşek davranıyorlardı. Hz. Ali mesela kendisini doğal lider addediyordu; “Biz Peygamber ailesiyiz” bakış açısının getirdiği gurur işleri gevşek tutmaya neden olduğu gibi zaten İslami açıdan sorunluydu. Çünkü asalet ırkta, asabiyede değil liyakatta, takvada, ferasette, ilimde, hilmde idi İslam’da…

Gelenek İslami mi?

Hz. Ali altı ay sonra biat etti Hz. Ebubekir’e… Ne efdaliyet ne liyakat ve ehliyet ne ekberiyet idi temel kaygı; takva üstünlük kriterinde kabileciliğin gerisinde kaldı her zaman. Hz. Ebubekir “Benden sonra başınıza Ömer bin Hattab’ı seçtim” deyişi Peygamber Efendimizin hassasiyetle uyguladığı şûranın yanından bile geçmiyordu; yaşlı Halife, Hz. Ömer’i resmen atamış, tayin etmişti. Hz. Ömer, kendisinden sonra halifeyi seçsin diye altı kişilik bir şura teşekkül ettirdi; Ensar’dan kimse yoktu, Muhacir’den yalnız Kureyş, Kureyş’ten Haşimi ve Emeviler bulunuyordu. Adalet timsali Halife öyle bir şura dengesi kurmuştu ki, Hz. Osman’ın seçilmemesi ihtimal dışındaydı.

Hz. Osman son derece munis, dindar, sakin karakterli, idare işleriyle pek iştigal etmeyen, muadilleri içinde en zayıf profilli olanıydı. Sevk ve idaresi kolaydı yani. Bu tercih sonraki dönemlerde İslam aleminin genel eğilimlerini de belirledi; güçlü karakterlerden çok zayıf, yönetilebilir, yönlendirilebilir tipler daha çok tercih ediliyordu.

Hz. Osman ile hilafet Emeviler’e geçti; halifenin tercihleri daha çok kabilesinden olunca Emeviler’deki gurur, kibir, şımarıklık arttı. Hz. Osman da şehit edildi; sıkıntılar başgösterdiğinde ifade ettiği “hilafeti kendisine Allah’ın giydirdiği” ibaresi İslam aleminde yerli yersiz kullanıldı, kendilerine karşı çıkan unsurları bastırmak için siyasetten geçen en güçlü itikadi gerekçe halini aldı.

Siyasal Alanı daraltmak

Beni Saide Çardağı’ndaki toplantı gibi halifelerin seçilme biçimleri iktidara gelme, siyasal alanı kurma, siyasette işlenen fiilerin meşruiyeti açısından İslam öncesi Arap kabileceliğini canlandıran “olay”lardır.

Beni Saide Çardağı’ndan ya da Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in vasiyetlerinden, Hz. Ali ve Hz. Osman’ın tutumlarından ideal bir model, kurumsallaşmış bir yönetim zihniyeti, sahih ve sahici bir teamül çıkabilirdi.

Hz. Peygamber ve Kur’an-ı Kerim siyasi bir model, halife, yönetim tarzı belirlememişti; ilkeler zaten layıkıyla uygulandığında İslami bakış açısı hayata geçirilebilirdi. Çünkü Hz. Muhammed’in getirdiği din, dünya görüşü cahiliye düzenini ortadan kaldırıp yeni bir nizam teşekkül ettirmişti. İktisattan ahlaka, gündelik hayatın inşasından yönetim usulüne kadar döneminin tüm milletlerinden ayrışan bu modelini Medine’de, kabilelerden oluşan ve devlet bilmeyen bir toplumda devletleştirmişti. Arapları dünyanın en asil ırkı gören, kabile idaresini babadan oğula değil yaşlıların istişaresine bırakan bu topluma Kur’an, kabileciliği yasaklamıştı.

Hz. Peygamber “sözleşme”ye ehemmiyet verirdi; Medinelilerle de Medine’deki Yahudilerle de sözleşmeler imzaladı, bölgeye düzen, hukuk, yaşama biçimi getirdi; Cahiliye adetlerini alırken ellerinden insanlara İslami bir düzen sundu.

Hz. Peygamberin getirdiği İslami nizam Beni Saide Çardağı ile başlayan süreçte alt üst oldu; cahiliye dönemindeki kabilevî ve şahsî tüm kavgalar yeniden alevlendi, İslami emir ve yasakları gözetme ortadan kalktı, özellikle iktidar kavgalarında, siyasette kişisel çekişmeler ve yarışlar belirleyici oldu; kökleri gerilere giden Beni Ümeyye-Haşimi, Evs-Hazrec mücadelesinin yanında Hz. Ayşe’nin İfk Hadisesi’nden dolayı Hz. Ali’ye kızgınlığının savaşmaya kadar gitmesi gibi.

Çardak olayından sonra ismet sıfatı dünya işlerine girdi, göreve gelen kendini seçilmiş, günahsız, dokunulmaz görüyordu. Halife kavramı da bu değişikliğe, isteyenin istediği, işine yarayan anlamı kullanma tutumuna maruz kaldı; halife kimin halifesiydi, Allah’ın mı, Peygamberin mi, toplumun mu yoksa ümmetin mi halifesiydi… hiçbir zaman yerli yerine oturmadığı gibi gücü istediği gibi kullanmak isteyenler kendilerini doğrudan Allah’a bağladı. Böylece fiilerinde özgür kaldılar ne denetleme, ne otokontrol, ne hesap verme kaygısı bulunmuyordu artık. Siyasal alandan dışlanan kabileler ve Müslümanlar farklı alanlara kaydı, umutsuzluğa düştü, Emeviler gibi yönetimlerden eziyet gördükçe sonraki yıllarda İslam toplumlarını sürekli ifsad eden “mehdi-kurtarıcı” fikri-itikadı doğdu.

Politik teoloji

Beni Saide Çardağı’ndaki toplantı neticesinde Hz. Peygamberin siyasal alana sınıf farkı gözetmeksizin tüm Müslümanları katan düzeni sona erdi; Ensar ve Muhacir’in ileri gelenleri yani “aristokratları” sınırlı sayıdaki katılımcının dışında Müslümanları halifenin belirlemesine karıştırmadı. Sonraki halifeler, Emeviler, Abbasiler de bundan farklı davranmadı, Müslümanların temsil ve katılımı siyasal alanda kısıtlandı.

Şura, istişare, liyakat, ehliyet gibi kavramlar ve uygulamaları Peygamber Efendimiz döneminde kaldı.

Şura kimi zaman öne çıksa da İslam tarihinde Peygamber’imiz dönemindeki uygulamasına, karar aşamasındaki belirleyiciliğine hiçbir zaman ulaşamadı. Bazen, dünya işlerinde Efendimiz, kendi kararlarından vazgeçip gençlerin bile kanaatlerine göre hareket edebiliyordu! Peygamberimizin halkasına kabilelerin seçkinleri, önderleri yanında herhangi bir “sıradan Müslüman” da katılabiliyor, kanaatini açıklayabiliyordu… Çardak hadisesinden sonra işler aristokratların uhdesinde kaldı aynen Cahiliye’deki gibi…

Aristokrasi bir toplumda devamlılığı sağladığı için gereklidir ama İslam toplumlarında kapsamlı ve derinlikli bir aristokrasi, aydınların, ariflerin, ulemanın, takva sahiplerinin de bulunduğu aristokrasi yerine daha çok soy-para-asker hassasiyeti yerleşti. Emeviler döneminde bu zirveye çıktı; onlar Arap olmayan Müslümanlardan bile cizye almayı sürdürdüler; Türklerin itirazı Hanefi-Maturidi damarı güçlendirdi.

İtikadi, fıkhi mezhepler de siyasi çatışmaların akabinde doğdu. Siyasal alandaki her ayrılık kendi fıkhını, itikadi anlayışını da doğurdu; kader-irade-Allah’ın takdiri, biatı boyun eğme görme en belirgin politik ilahiyat mevzuu halini aldı. Biat aynı zamanda sözleşme yapma manasına geliyordu, Peygamberimizin her durumda Müslümanlarla veya ötekilerle sözleşme yapan Sünnetiyle beraber Müslümanların “sözleşme toplumu” vasfı da kayboldu.

Hz. Peygamber’in vefatıyla beraber onun teşekkül ettirdiği nizam devam etmedi, ettirilmedi Müslümanlarca. İslami usuller Beni Saide Çardağı’ndaki toplantıdan sonra rafa kaldırıldı; hala orada duruyor! Yönetime gelme, hukuk, adalet mekanizması, iktisadi düzen, ahlak, erdem, sorumluluk, eylemlerinin karşılığını görme, çoğulculuk, katılım, temsiliyet, müşterekleri çoğaltma, kolektif ruhu geliştirme, kabileceliği aşıp siyasal manada millet ve ümmet inşa etme, dost-düşman dikotomisini ümmetin dışına çıkarma, seçkinciliği ilim-irfan-takva boyutuna genişletme, bir millet ve ümmet tini kurma Beni Saide Çardağı akabindeki süreçle mümkünler dairesinden çıktı.

Peygamberimizin vefatından sonraki siyasal alan kurumsuzlaştırma, kanunsuzlaştırma, modelsizleştirme, metodsuzlaştırma, erdemsizleştirme, var olanı meşrulaştırma ve mutlaklaştırma şeklinde gelişti. Kabileciliği canlandıran Beni Saide Çardağı yerine asabiyeyi öldürüp kardeşliği ikame eden Akabe Biatları’nı siyasal alana taşıyarak romantik ve retorik söyleyişlerin ötesinde bir İslam toplumu teşkil ettirme imkanı ve ihtimali her daim var.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *