İsrail-BAE anlaşması: Normalleşme mi stratejik ittifak mı?

İsrail-BAE anlaşması: Normalleşme mi stratejik ittifak mı?

İstihbarat alanında BAE, Abu Dabi ve Tel Aviv arasındaki ortak güvenlik koordinasyonu çerçevesinde İsrail için İran hakkında casusluk yapmak ve hareketlerini izlemek amacıyla gelişmiş bir merkez oluşturacak.

İslam Özkan / Gazete Duvar

Geçtiğimiz günlerde İsrail’le BAE arasında ilan edilen normalleşme, uzun süre flört eden iki aktör arasında karmaşık ilişkiler ağının zirve noktasını temsil ediyor. Netanyahu’ya yakın “Israel Today” gazetesinin yazı işleri müdürü Boaz Bismuth, konuyla ilgili “Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail’in gizli metresiydi ve kamuoyunda resmi eş olma anlaşması sonucunda statüsü değişti” ifadelerini kullandı. Fehim Taştekin de geçtiğimiz gün konuyu ele aldığı yazısında BAE-İsrail ilişkilerinin tarihine ilişkin gayet güzel bir özet geçti zaten, tekrara gerek yok. Ancak söz konusu tarih, iki ülke arasında yapılan anlaşmanın sıradan bir normalleşme olmadığını bizlere göstermesi açısından önemli.

Aslında, kademeli normalleşme, BAE’nin Körfez’de ve Arap dünyasında kendi rolüne dair tasavvuru ve ABD ile ilişkilerine dair algısının bir sonucu. Arap isyanlarına karşı tutumu, İran karşıtlığı, İslamcılığın bütün tasavvurlarına karşı amansız savaş, otoriter yönetimlerin desteklenmesi, bütün bunları yaparken bölgesel politikalarında ABD’yi yedeğine alma stratejisi BAE’nin dış politikasının parametrelerini oluşturmakta. Abu Dabi’nin Türkiye karşıtlığı bir bahs-i diğer.

Arap isyanları sırasında halk ayaklanmalarına karşı S. Arabistan’la birlikte düşmanca bir tutum içerisine giren BAE, Ortadoğu’da karşı devrimi örgütlemek için elindeki bütün imkânları seferber etmişti. Zira otoriter Körfez ülkelerindeki siyasal yapıların bu süreçten olumsuz etkileneceğini ve eninde sonunda üzerine inşa edildiği sütunlara zarar vereceğini düşünüyordu.

İran karşıtlığı ise onun dış politik açılımlarının kendi bölgesel strateji tasavvuruyla çelişmesi nedeniyle BAE’nin İsrail’le ilişkilerinin ana ekseninde yer alıyor. İslami akımlara karşı tutumunu da bu eksenden bağımsız göremiyoruz. Ilımlı da olsa İslami akımlara dair vizyon, biraz İran biraz da Türkiye karşıtı tutumuyla yakından ilintili. İslamcılık karşıtlığı daha çok otoriter yönetimleri destelemek ve despotik bir Ortadoğu tasavvuruyla yakından bağlantılı olan BAE’nin IŞİD’le Müslüman Kardeşler arasında fark gözetmeyen tutumu son derece problemli ve iyi niyetten uzak bir yaklaşım. Ancak bu yaklaşım, dünyada pek çok Batılı ülkenin yanı sıra Rusya ve Çin gibi bazı uluslararası aktörler tarafından da paylaşılıyor.

Tüm bu politikaları ABD olmadan hayata geçiremeyeceğinin farkında olan Abu Dabi yönetimi, Mısır’da Tahrir devrimi veya Obama dönemindeki İran Nükleer Anlaşması gibi olgular sırasında ortaya koyduğu pozisyonu ABD’nin bir daha tekrarlamaması için ABD kurumlarındaki lobi faaliyetlerini ve baskıyı maksimuma çıkarmış durumda. Filistin meselesine gelince, Abu Dabi’nin gündeminde bile değil. Aksine, Filistin halkının haklarını gasp eden Yüzyılın Planı’na sonuna kadar destek verdiği görülen BAE, tıpkı İsrail gibi Filistin direnişini terörizm olarak değerlendiriyor.

BAE’nin İsrail’le ilişkilerine dair attığı bu adımın normalleşmenin de ötesinde stratejik bir ittifak olduğu şüphe götürmez. Zira Kızıldeniz limanları üzerinde, Afrika Boynuzu, Yemen ve Akdeniz’de Libya’ya müdahale yoluyla bölgesel kontrolünü genişletmek için Amerikan himayesini İsrail gibi güçlü bir bölgesel müttefikle perçinleme yönündeki arzu ve ihtiyacı aşikar.

Dahası, Filistin konusunda İsrail Başbakanı Netanyahu’nun en zor döneminde gerçekleştirdiği normalleşme, İsrail sağına ücretsiz bir armağan olduğu kadar başkenti Kudüs olan 1967 sınırlarında bir Filistin devletinin kabulünü ve Filistinli mültecilere dönüş hakkını öngören “Arap Barış Girişimi”nden tek taraflı bir geri çekilme barındıran bir girişim olduğu söylenebilir.

Öte yandan Netanyahu’nun MOSSAD Başkanı Yossi Belin’i İsrail-BAE Anlaşması için Abu Dabi’ye göndermesi meselenin aslında sıradan bir normalleşmenin de ötesinde askeri ve istihbarat alanında bir işbirliği olduğunun bir kanıtı.

İsrail, tarihinin en sağcı ve faşist hükümetlerinden birine önderlik eden Netanyahu’nun liderliğinde Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmek istiyor. İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarının mümkün olan en geniş alanını ilhak etmeye hazırlandığı sırada BAE’nin attığı bu adım, Netanyahu’nun elinin güçlendirme, faşist ve sağcı yaklaşımların tahkimi anlamına geliyor.

Netanyahu, 2002 Arap Barış Girişimi’nin savunduğu “barış karşılığı toprak” ilkesini reddetmeye devam ederek yerine “barış karşılığı barış” ilkesini koymuştu. Arap ülkeleriyle ilişkileri normalleştirmeye büyük önem veren Netanyahu, Filistin meselesine çözüm bulamadan Arap ülkeleri ile yapacağı sözde barışın Filistinlileri güçsüzleştirme ve onları Arap derinliğinden soyutlama projesinin bir parçası olarak görüyor, bu yüzden bölgesel tasavvurunu da böyle bir strateji üzerine inşa ediyor. Bu sayede İsrail, Filistin davasını marjinalleştirebileceğini, onu izole etmeyi, Filistinlileri teslim olmaya zorlamayı hedefliyor. Bu yüzden Abu Dabi’yle normalleşme yönünde attığı bu adım, Tel Aviv adına önemli bir kazanım ve başarıdır. Bunu kabul etmek lazım.

BAE, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve Bahreyn’i içeren bir Arap ekseninin parçası ve bu eksenin birçok Arap ülkesi üzerinde önemli bir nüfuzu mevcut. İsrail, BAE ile barış anlaşmasının imzalanmasının diğer Arap ülkelerini de aynı şeyi yapmaya teşvik edeceğini umuyor.

Ekonomik açıdan ise İsrail, BAE ile yaptığı barış anlaşmasının Emirlik ve Körfez yatırımlarının akınına yol açacağını umuyor. Öte yandan İsrail, başta siber güvenlik, casuslukla ilgili hizmetler, ileri teknoloji ve askeri teçhizat olmak üzere bir dizi alanda BAE’ye ve oradan da Körfez ülkelerinin geri kalanına ihracatını artırmaya çalışıyor. Aynı zamanda İsrail şirketlerinin faaliyetlerini artırmayı ve bölgede şubeler kurmayı hedefliyor.

İstihbarat alanında ise BAE, Abu Dabi ve Tel Aviv arasındaki ortak güvenlik koordinasyonu çerçevesinde İsrail için İran hakkında casusluk yapmak ve hareketlerini izlemek amacıyla gelişmiş bir merkez oluşturacak. Bütün bunları değerlendirdiğimizde iki taraf arasında son yapılan anlaşmanın normalleşme değil stratejik bir ittifak olduğu ayan beyan ortaya çıkıyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *