Varoluşsal Güvensizlik

Varoluşsal Güvensizlik

Müslümanlar olarak, Batılı-seküler bilgi kategorilerinin belirleyici otoritesi etrafında, eleştirel, sorgulayıcı bir bilinç ve gündem oluşturmamız gerekir.

Varoluşsal Güvensizlik

Atasoy Müftüoğlu

Batılı bilme biçimlerinin, Batı dışı toplumların kültürel/toplumsal/ekonomik/siyasal yapılarını/ilişkilerini dönüştürmesi, bu bilme biçimlerinin dünya çapında etkili hale gelerek küresel bir ölçüt halini alması, bu bilme biçimleri yoluyla bütün toplumların zihinsel anlamda kontrol edilebilir/şekillendirilebilir hale getirilmesi, Batı dışı toplumları, özellikle de İslam toplumlarını kendi bilme biçimlerine, kendi hakikatlerine yabancılaştırdı. Kendi bilme biçimlerine ve kendi hakikatlerine yabancılaşan İslam toplumları içe ve geçmişe kapandıktan sonra, İslam bütünüyle şeyleştirildi ve İslami geçmiş büyük ölçüde sömürgeleştirildi.

İslam toplumlarının içe ve geçmişe kapanmak suretiyle, dünya misyonunu, vizyonunu kaybetmeleri sebebiyle, ideolojik ve ırkçı ikiyüzlülüklerin tarihi olan modern tarih, modern-batılı-seküler epistemoloji temelinde inşa edildi. Modern-batılı-seküler epistemolojinin dünya çapında gerçekleştirdiği hakimiyet, İslami bilgi sistemini, bilme-algılama biçimini, İslami dünya görüşünü itibarsızlaştırdı, değersizleştirdi ve taşralılaştırdı. Bu nedenledir ki, günümüzde de yaşandığı üzere, İslami entelektüel bilinci-dikkati-birikimi-niteliği ve sorumluluğu kaybeden İslam toplumları, hamaset-popülizm-milliyetçilik-mezhepçilik diline/söylemine ve siyasetine mahkûm oldular.

Toplumlarımız geçmişle yüzleşmeye cesaret edemedikleri için, değişime direndiler. Değişime direndikleri için de kendilerine dayatılan Batılı-seküler gerçekliğe dahil olma yolunu seçtiler. Toplumlarımız, başka/yabancı/sömürgeci bir gerçekliğe dahil oldukları için, bugün, hakikate tanıklık etme sorumluluğunu yerine getiremiyor.

İslam dünyası toplumları yüzyıllardır aldıkları, halen, ısrarla almaya devam ettikleri dini ve politik popülizm uyuşturucuları ile yüzleşerek, gerçeğe uyanma mücadelesi vermedikleri için, modern tarihin farkına varamıyor. Toplumlarımızda hamaset ve popülizm dilinin, milliyetçi ve mezhepçi dilin, söylemin ve siyasetin kurumsallaşması, toplumsallaşması, mutlakıyetçi bir geleneğe dönüştürülmesi, toplumlarımızın gerçeğe uyanma konusunda istekli olmadıklarını gösteriyor. Batılı bilgi-bilim sisteminin tek referans çerçevesi haline geldiği, Batılı kültürel-siyasal içeriğin dönüştürücü etkisinin her alanda somut olarak hissedildiği bir dünyada, bu bilgi-bilim-kültür-siyaset sistemine dahil olduktan sonra, hiç bir toplum ve kültür bağımsızlıktan, yerli-milli olmaktan söz edemez. Müslümanlar olarak, Batılı-seküler bilgi kategorilerinin belirleyici otoritesi etrafında, eleştirel, sorgulayıcı bir bilinç ve gündem oluşturmamız gerekir.

Kendi bilincini, bilme ve algılama biçimlerini oluşturamayan toplumların uyumculuğu seçmeleri, çok büyük bir trajedidir. Uyumculuğu seçen toplumların ve kültürlerin tarihi yeniledikleri, yeniden yorumladıkları ve yazdıkları görülmemiş ve duyulmamıştır. Konfor kültürünü ve uyumculuğu seçerek, bir direniş kültürü oluşturamamak, aşağılanmayı ve taşralılaştırılmayı kabul etmek demektir.

İslam toplumları, günümüzde, paranoyak-patolojik bencillikler sebebiyle her tür tehdide açık, her tür tehdit karşısında savunmasız, varoluşsal bir güvensizlik içerisinde bulunuyor. Bir diğer yanda da, toplumlarımız, hamaset dili/söylemi/siyaseti aracılığıyla düşüncesizleştirilerek, etkisiz/iradesiz hale getirilebiliyor. Toplumlarımızda yaşanan sıradanlaşma, halkları bilince ve farkındalığa yabancılaştırıyor. Sosyal medya özgürlüğü, bayağılığın özgürlüğü haline geliyor. İslam toplumlarında büyük korkular üretmek üzere, büyük yalanlara başvuran politik iktidarlar, bu durumdan büyük politik kazançlar sağlamayı sürdürüyor. Bu durum, iktidarların, ahlaki sorumluluk alanını bütünüyle terk ettiklerini gösterir.

Faydacı-konjonktürel duruşu bir geleneğe dönüştüren toplumların, ahlaki/fikri hayatları olmadığını, olmayacağını bilmek-anlamak gerekir.

Günümüzde, maddi ihtiraslara, iktidar ihtiraslarına dayalı bencillikler, çıkar mühalazaları, partizanlıklar, ideolojik-etnik-mezhepçi karşıtlıklar toplumsal değerleri bütünüyle yıkıma uğratıyor, insanların, birbirlerine karşı taşımaları gereken sorumluluk duygularını yok ediyor. Kendi gerçeklerini, gündemlerini, yaklaşımlarını, tarzlarını ve tercihlerini başkalarına barbarca dayatan her eğilim-akım-hareket, her tür konuşma, iletişim imkanını imkansız kılıyor. Bu durumda oluşan karşılıklı güvensizlik bütün sorunları derinleştiriyor.

İçerisinde yaşadığımız topluma karşı ahlaki özen/ihtimam göstermiyoruz.

İslami varoluş, ahlaki değerleri gerçekleştirdiğimiz anda başlar.

Ahlaki alanın dışında bir İslami varoluş düşünülemez.

Müslümanların radikal tasavvur ve tahayyülleri terk ederek, iktidar ayrıcalıklarından yararlanmak üzere, mevcut olan statükoya katılmaları, İslami bünye içerisinde derin bir çürüme yaşandığını gösterir. Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, propoganda, popülizm, hamaset yoluyla, klişeler, sloganlar, sayılar, nicelikler çoğaltılabiliyor, ancak, ne yazık ki, nitelikler çoğaltılamıyor. Hangi alanda olursa olsun, İslami anlamda yeniden tasavvur ancak niteliklerin çoğaltılması, niteliklerin siyasal ve kültürel bir güce dönüştürülmesi, paradigmatik örneklerin somutlaştırılması suretiyle mümkün olabilir. Yeni bir tasavvur ortaya koyamamak, radikal bilincin krizine işaret eder.

Yerli ve milli popülizm yoluyla büyük sayılara sahip olunabilirken, bu popülizmin bayağılıkları ve yozlaşmaları da çoğalttığı her nasılsa görülemiyor. İnsanların gündelik hayatlarına, işlerine, ilişkilerine, tercihlerine karışmayan, müdahale etmeyen, ahlaki göreciliği sorun olarak görmeyen bir dini yaklaşımın sıradanlaşması/normalleşmesi, deist akımların toplumsallaştığını gösterir. İslam toplumlarında, popülizmler ve hamaset temelinde, karizmatik ve narsist otoriter dini ve politik liderliklerin kullandıkları dil/retorik, toplumları tektipleştirerek, birörnekleştirdiği için, Müslümanlar, İslami yetenek, kapasite ve enerjilerini gereği gibi ortaya koyamıyor. Popülizmin ve hamasetin siyasal bir mücadele/çatışma aracı olarak kullanılması, niteliksel anlamda yeni bir tasavvura geçit vermiyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *