Tarih insan için büyük nasihatçidir, kendisinden ibret almayan insanları, milletleri terbiye edici yönüyle her daim terbiye etmekten geri durmaz. Ve dün bugüne ne kadar da benzemektedir.
İktidar Eleştirisi
Yakup Döğer
Temmuz 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet yönetimi, Aralık 1908 tarihinde meclisi mebusanın açılmasıyla çalışmalarına başlamış, lakin çok uzun zaman geçmeden, devletin ve toplumun her tarafında aksaklıklar, adaletsizlikler, ahlaksızlıklar baş göstermiştir. İttihatçıların silme götürdüğü seçimler, onları iktidara taşımış ve her konuda tek söz sahibi yapmıştır. Batılılaşma sevdasıyla yanıp tutuşan bu tayfa, kutsalları bütün çiğnerken, devlet içinde de kayırma, rüşvet yeme, ihmalkârlık almış başını gitmiştir.
Öyle ki, bu olumsuzluklar yaşanırken, gücü eline alan gavur zihniyetin muhalefete fırsat vermeden baskıcı uygulamaları devam etmiştir. İktidara muhalefet etmek, gecikmeden ödenecek bir bedeli de beraberinde getirmektedir. Dönemin muhalif kesiminin başında yer alanlardan Mizancı Murat (1854-1917), Derviş Vahdeti (1870-1909), Filibeli Ahmed Hilmi (1865-1914), Beyanül Hak çevresi ve daha birçok kesim kısa sürede hem siyaset sahnesinden hem de hayat sahnesinden sürülmüştür.
Filibeli Ahmed Hilmi (Şehbenderzâde Ahmed Hilmi) de muhalefet kesiminde yer alanlardandır. Başlangıçta İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni destekleyen Ahmed Hilmi, II. Meşrutiyet’ten sonra giderek artan yanlış davranışları yüzünden cemiyeti ağır bir dille eleştirmekten çekinmedi. Hem bu eleştirileri hem de siyonizme ve masonluğa yönelik suçlamaları yüzünden dergi ve gazeteleri sık sık kapatıldı. Mücadeleden yılmayıp eleştirilere devam edince matbaası kapatılarak önce Kastamonu’ya, ardından Bursa’ya sürüldü. Bir süre sonra aftan faydalanıp İstanbul’a döndü. 1 Ağustos 1912’de Hikmet Mecmuasını yayımlamaya başladıysa da aynı yılın 25 Ekiminde gazete tekrar kapatıldı. 30 Ekim 1914’te aniden öldü, cenazesi Fâtih Camii hazîresinde defnedildi. Beklenmedik bir şekilde ölümü bakır zehirlenmesine bağlandıysa da masonlarla ilgili neşriyatından dolayı bir komploya kurban gittiği de ileri sürülmüştür.
Filibeli, İttihad-ı İslam ve Hikmet mecmualarını çıkardı. Meşrutiyet’in ilanını takiben İstanbul’a dönmesinin ardından çıkarmaya başladığı haftalık gazete olan İttihâd-ı İslâm, “Haftada bir defa neşr olunur. Menâfi-i İslâmiyye ve Osmâniyye’ye hizmet eder.” alt başlığıyla okuyucuların karşısına çıkmıştır. 17 Aralık 1908 ile 23 Nisan 1909 tarihleri arasındaki kısa süreli yayın hayatında 18 sayı yayınlanmıştır. Azimli ve cesurca muhalefeti sonucunda mecmuası kapatılmıştır. Son sayısını neşrettiği tarih, 31 Mart Vakası’nın meydana çıktığı tarihle kesişir.
Filibeli Ahmed Hilmi, ittihatçıların yanlış uygulamalarından ve devletteki ve toplumdaki düzenin her geçen gün bozulmaya doğru gitmesinden rahatsızdır. İttihad-ı İslam mecmuasının 27 Şubat 1909 tarihli 11. sayısında Kalender müstear ismiyle “Sanihat-ı Kalenderhane” başlıklı eleştiri yazısı kaleme alır ve devletteki durumu hicvederek eleştirir. Filibeli yaşananları çok ustaca ele alır, çarpıcı benzetmeler getirir.
“Çoktan beri rüya görmemiştim. Soğuktan mı neden? Bilemem. Hele dün bir tane görmek nasip oldu. Bir büyük oda ortasında ağır bir hasta, çaresiz biri yatıyordu. Biçarenin üzerinde bitler geziniyor ve vücudunu kemiriyordu. ‘acaba bu biçare kim’ dedim. ‘Millet’ dediler. ‘Ne kadar bitlenmiş’ dedim, ‘onlar bit değil, bir kısım hükümet memuru’ dediler. Hasta bağırmaya başladı. Bir elinin serçe parmağını bir kedi, bir elinin başparmağını bir kaplan yakalamış koparmağa çalışıyordu. Bir pir-i ali kamet geldi. ‘Ne bağırıyorsun… Parmaklarını bedavaya yemiyorlar ya, ikisi de birer onluk verdi’ dedi. Bir köşede birçok kişi oturmuş, her birisinin üzerinde binlerce sinek. Bunları def edeceğiz diye uğraşıp duruyorlar. ‘Bunlar kim, bu sinekler’ dedim. ‘Bunlar milletvekilleri, sinek zan ettiklerin dilekçeler, kanunnameler, izahnameler vesairdir’ dediler.”
Meşrutiyet ilan edilmiş, hürriyet ortamı kazanılmış ve her şey çok güzel olacak beklentisi çok kısa sürede hüsrana dönüşmüştür. Beklenilen her şey beklentilerin aksine vukuu bulmaktadır. Özellikle devlet ve millet arasında her yönden sıkıntı yaşanmaktadır. İttihatçı zihniyet kendi baskıcı yönetimini kurmuş, amansız bir zulmü işletmektedir. Filibeli bu durumu çok açıkça ve cesurca dile getirir. Filibeli’nin ifadesinde, büyük oda, Memalik-i Osmanlı’dır, hasta olan millettir. Devlet memurları milletin üzerine bit sürüsü gibi çullanmış kanını emmektedir. Rüşvet, adam kayırma, adaletsiz uygulamalar, milleti hasta etmiş, herkes Abdülhamit’i aramaya başlamıştır. Memurin zümresi milletin sadece kanını emmekle kalmıyor, neredeyse bütün bedenini ortadan kaldırmak için saldırıyor.
“Bir köşede birçok kişi oturmuş, her birisinin üzerinde binlerce sinek. Bunları def edeceğiz diye uğraşıp duruyorlar. ‘Bunlar kim, bu sinekler’ dedim. ‘Bunlar milletvekilleri, sinek zan ettiklerin dilekçeler, kanunnameler, izahnameler vesairdir’ dediler.”
Filibeli milletvekillerinin dönem olarak halet-i ruhiyelerini de hicvederek ele alır. Modernleşme rüzgârı öncelikle yasamadan başlayarak, hemen hemen her alanda kanunlaştırmalar, öneriler, kanun teklifleri, izahatlar furyası almış başını gitmiştir. Vekiller alışık olmadıkları bu yeni düzenin boğuculuğunu yaşamaktadır. Müellif sinekleri bu yasama çabalarına benzetir. Sinekleri kovalamaya çalışanlar ise, milletin vekilleridir.
“Diğer bir köşede paydan kısmetsiz, gücü kuvveti tükenmiş misali, bir sürü biçare, boş bir tencerenin altında olmayan ateşi üflemekle meşguldü. ‘Ya bu nedir?’ dedim. ‘milletin gerçek dostları, hasta millete çorba pişiriyorlar’ dediler.”
Filibeli’nin tasvirinde boş tencerenin altında olmayan ateş, dönemin sosyal ve ekonomik sıkıntılarını ve milletin yoksulluk içinde, yiyecek ekmeğe, içecek çorbaya muhtaç dönemden geçtiğini anlatır. Yukarıdakiler Devlet-i Ali’nin hazinesinde istedikleri gibi tasarrufta bulunurken, seyahatlere, gezilere, yurt dışlarına çıkarken, millet kendi kaderiyle başbaşa kalmış, olmayan imkânlarıyla birbirinin karnını doyurmaya çalışırlar. Mazlum milletin tek dostu, yine kendisidir, birbiridir.
Filibeli Ahmed Hilmi rüyasına devam eder:
“Diğer bir köşede beş-on zat oturuyordu, hele bir tanesinin yüzü gözü kulağı kene, pire gibi hayvanlarla görünmez olmuş, bir kılıçlı zatın ellerinde, boynunda birçok sülük. ‘Ya bunlar?’ dedim. Vükelayı devlet. Keneler pireler şurayı devletin cici azası, beş binlik halifeler, ekabir-i memurin müstebidde vesaire, sülükler merahik kumandanlar, paşalar’ dedi. ‘Ya karşıda otuzbir oynayanlar kim?’ dedim. ‘Otuzbir oynayanlar milletin falına bakıyorlar, bunlar gazetecilerdir’ dediler. ‘Millete bir kat elbise ile bir çorba, meclis için kuvvetli bir yelpaze’ diye bağırırken uyanmışım. Hayırdır inşallah.”
Filibeli, vükelayı devleti-devlet bakanlarını her türlü pisliğe bulaşmış olarak tasvir eder. Keneler pireler adam kayırmanın neticesi olarak devlet kademesindeki her yere yerleştirilen, maaşları dolgun, kibirli, millete tepeden bakan yeni memurlardır. Devletin ve milletin kanını emen sülükler, ehliyetsiz görevlilerdir. İktidarı her uygulamasına sessiz kalanlar, dönemin gazetecileridir. Milletin falına bakarlar. Millet bir kat elbise bir tas çorba bulamazken, mecliste eksik olan bir yelpazedir.
Metinde dikkat çeken yön, meşrutiyet yönetiminin hemen hemen bütün kurumlarını içine alacak şekilde getirilen eleştirilerdir. Meclis açılalı üç ay gibi kısa bir süre geçmiş, lakin düzelen herhangi bir şey olmadığı gibi, düzgün olanlar da bozulmuş, daha da kötüye gitmektedir. Nitekim iktidarın bu uygulamaları kısa sürede millet arasında tepkiye yol açacak, tarihimizde 31 Mart Vakası olarak anılacak hadiseyi ortaya çıkaracaktır. Resmi ideoloji bu tarihi olayı, zulümata dayanan kendi uygulamalarını pekiştirmek ve bütün muhalifleri bertaraf etmek için çok önemli bir malzeme olarak kullanacak, sesi çıkanları sindirecektir.
Mizancı Murat ömür boyu kürek cezasına çarptırılırken, Derviş Vahdeti idam edilecek, birçok neşriyat kapatılacaktır. Filibeli Ahmed Hilmi Efendi de mecmuası kapatılanlar arasındadır. Tarih insan için büyük nasihatçidir, kendisinden ibret almayan insanları, milletleri terbiye edici yönüyle her daim terbiye etmekten geri durmaz. Ve dün bugüne ne kadar da benzemektedir. Filibeli’nin eleştirdiği hemen hemen her şey, bugün de aynıyla hatta misliyle yaşanmaktadır.
Makale kaynağı: İttihad-ı İslam, sayı 11, sayfa 5, tarih 27 Şubat 1909
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *