“Şeytanın en büyük zaferi” üzerine

“Şeytanın en büyük zaferi” üzerine

İnternet Haber yazarlarından Mustafa Sabri Beşer, “Şeytanın en büyük zaferi” diye nitelendirdiği İstanbul Sözleşmesini konu aldığı yazısında, “Dindarlar, İstanbul Sözleşmesi’ne niçin kör, sağır ve dilsiz?” diye sordu.

İstanbul Sözleşmesi adı altında topluma dayatılan yaklaşıma karşı dindarlar arasında üç maymun oynandığını ileri süren Beşer, “Gençliğin ve gelecek nesillerin hızla dinsizleştiği ve kimliksizleştiği bir ortamda sesini yükseltmesi beklenenler neredeler?” sorusunu yöneltti.

İnternet Haber’deki yazısında Beşer, dindar kesimi bu sözleşmeye karşı ‘Demokratik girişimlerde’ bulunmaya davet ederken, “AK Parti yara almasın, iktidar zayıflamasın diye susmaya devam edersen yarın çok geç olacak emin olabilirsin.” ifadesini kullandı.

Mustafa Sabri Beşer, söz konusu sözleşme üzerine şunları yazdı:

“Şeytanın en büyük zaferi” olarak nitelendirdiğim, aile ve gelecek nesillerin yok olmasına sebep olabilecek bir içeriğe sahip olan İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak koskoca bir Türkiye adeta üç maymunu oynuyor.

Peki, sessizliğin temelinde ne yatıyor olabilir?

Toplumun bir kesiminin bu sözleşmenin içeriğine karşı kör, sağır ve dilsiz oluşunu anlayabiliyorum. Çünkü onlar zaten böyle bir toplumu hayal ediyorlar. Hayal ettikleri toplumda bu sözleşme sayesinde yavaş yavaş oluşmaya başladı. Eteklerinin sevinçten adeta zil çalmasının sebebi bu yüzden…

Peki, adına “muhafazakâr”“dindar”, “İslamcı”, “tarikat”, “cemaat”ve benzeri kelimeler verilen toplumun diğer kesimi niçin sağır, dilsiz ve kör?

Toplumun kahir ekseriyetini oluşturan ve “Müslüman” olarak nitelenen kesim niçin üç maymunu kıskandıracak şekilde “görmedim, bilmiyorum, duymadım” oyunu oynuyor?

Normal şartlar altında İstanbul Sözleşmesi gibi bir sözleşme karşısında kıyametleri koparması gerekenler niçin ortalarda gözükmüyorlar?

2014 yılından itibaren birtakım savrulmalara yönelik düzenli olarak yazılar yazdım, bulunduğum meclislerde feveran ettim. Dilim döndüğünce devam edeceğim…

Gençliğin ve gelecek nesillerin hızla dinsizleştiği ve kimliksizleştiği bir ortamda sesini yükseltmesi beklenenler neredeler?

Sanırım bu “ölüm sessizliği”nin cevabı İstanbul Sözleşmesi’ni kimlerin imzaladığının altında yatıyor. 2011 yılında İstanbul’da hazırlanan sözleşme iktidar tarafından kabul edildi ve yasalaştırıldı ve uygulamaya sokuldu.

Muhafazakâr kesimin kör, sağır ve dilsiz oluşunun ardında işte bu gerçek yatıyor. İslamcı ve muhafazakâr kimliğe sahip bir iktidarı bu yüzden eleştirmek işlerine gelmiyor. “Bizden birisi” yaptıysa doğrudur, “eleştirirsek iktidar zayıflar, yara alır” düşüncesi muhafazakâr kesimin sesini kesmesine yetiyor da artıyor.

Tabii bu sessizliğin arka planında iktidar nimetlerinden yararlanmak gibi bir çıkarcılık da yatıyor.

Yahu, el insaf… Aile elden gidiyor, gençlik elden gidiyor, nesil bozuluyor, ortalık Allah’ın lanetlediği ilişkileri yaşayan insanlardan geçilmiyor, Lut kavmini helak eden olayların çok daha fazlası yaşanıyor.

Toplum olarak hızla mahvolmaya doğru gidiyoruz. Lanetlendik lanetleneceğiz neredeyse.

Böyle bir ortamda iktidar bizde olsa ne olur olmasa ne olur?

Üç kuruş menfaat olsa ne olur olmasa ne olur?

Bütün başkanlıklar bizde olsa ne olur olmasa ne olur?

Mecliste çoğunluk bizde olsa ne olur olmasa ne olur?

Bakanlıklar bizim olsa ne olur olmasa ne olur?

İhaleler bizim olsa ne olur olmasa ne olur?

Batıyoruz…

Toplum olarak batıyoruz…

Hani hep ibreti âlem olarak anlattığımız Lut kavminin akıbeti, Sodom ve Gomore’nin akıbeti var ya…

Hah, işte tam da oraya doğru hızla yol alıyoruz…

Şimdi birileri diyecek ki “amma abarttın kardeşim…”

Hayır, sizi temin ederim ki abartmıyorum.

Böyle diyenler eminim ki İstanbul Sözleşmesi’nin içeriğinden haberi olmayanlar.

Sözleşmede öyle maddeler var ki ne siz sorun ne ben anlatayım.

Sözleşme adeta anormal ilişkileri özendiren bir içeriğe sahip.

Bu tarz ilişkileri yaşayan insanlara büyük bir konfor sunuyor.

Her türlü imkânı ayaklarına seriyor.

Yakında okullarda “gayrimeşru ilişkiler” dersi okutulursa şaşırmayın.

Çünkü sözleşmede buraya kadar uzayabilecek maddeler var.

Geçenlerde bir televizyon dizisinde iki erkek bir yatakta gösterildi.

İşte bu sahne de İstanbul Sözleşmesi’nin dayattığı bir sahne.

Bu sahne İstanbul Sözleşmesi’nin gereğini yerine getirmek için oynatıldı adeta.

Sözleşmede gayri ahlaki ilişki yaşayan kadın ve erkeklere hakaret ederseniz tazminat ödeyeceğiniz de yazıyor. Ve diyor ki sözleşme: “Eğer bu tazminatı hakaret eden şahıs ödeyemezse devlet öder.”

Bu anlattıklarım daha İstanbul Sözleşmesi’nin yüzde biri bile değil.

El alem iki ağaç için ortalığı savaş alanına döndürürken, dindar kesimin kör, sağır, dilsiz halleri hiçbir şekilde izah edilemez.

Üç kuruşluk dünya menfaati için geleceğimiz olan gençlik heba edilemez.

Dindar kesim bir an önce üzerindeki ölü toprağını atıp İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi için bütün demokratik girişimlerde bulunmalıdır.

Cumhurbaşkanlığı’na, Meclis’e, Anayasa Mahkemesi’ne ve dahi bu konuyla ilgili bütün kurum ve kuruluşlara gerekli çağrı bir an önce yapılmalıdır.

En önemlisi de İstanbul Sözleşmesi ve içeriği konuşulmaya, tartışılmaya, gerekli tedbirler üzerinde kafa yormaya bir an önce başlanmalıdır.

Ey muhafazakârlar, ey dindarlar…

AK Parti yara almasın, iktidar zayıflamasın diye susmaya devam edersen yarın çok geç olacak emin olabilirsin.

Kendi elimizle kendi neslimizi tehlikeye atmak istemiyorsak bir an önce aklımızı başımıza devşirip, sağduyunun gereklerini yerine getirelim…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *