Yirmi birinci yüzyıl modern söylemlerinden, dinsiz ahlak, dinsiz adalet, dinsiz insanlık, dinsiz eğitim ve dinsiz devlet anlayışına, ahlak üzerinden çok önemli eleştiriler getiriyor Mithad Cemal, 1922’de Sebilürreşad’a yazdığı makalesinde.
Dinsiz Ahlak
“Dinimize olan sadakatimizin kuvveti, öyle sanıyorum ki, evlerimizdeki secdelerin miktarıyla beraber azaldı. Hayatın boşluğunda çırpınan ellerimiz, itikadımıza tutunup, dünyanın hiçliğinde dövünen başlarımız Kur’an’ın önünde eğilirken, ahlakımız bugünkü gibi değildi.”
Böyle diyor Mithad Cemal. Evlerin birer mescid olmaktan çıkması sonucu, dine olan muhabbetimiz de akamete uğradı. Bunun sonucunda da hayatımızda var olan maddi ve manevi ne varsa, hepsinin din ile arsı açıldı. Ahlakta bunların başında gelenlerdendir.
Yirmi birinci yüzyıl modern söylemlerden, dinsiz ahlak, dinsiz adalet, dinsiz insanlık, dinsiz eğitim ve dinsiz devlet anlayışına, ahlak üzerinden çok önemli eleştiriler getiriyor makalenin müellifi. Hepimizin malumu olduğu üzere son dönemde ortaya çıkan, “önce insan olmak”, “önce ahlaklı olmak”, “önce adil olmak”, “önce dürüst olmak” vb. benzeri söylemler, bütün bu erdemleri dinden bağımsızlaştırarak, dini tanımlamaların dışında tutarak yorumlanmakta. “Elimde olsa, önce insan olmadan kimsenin Müslüman olmasına izin vermem” gibi ucunun nereye vardığından habersiz cümleler kuranlar, din olmadan nasıl adil olunacağını, din olmadan nasıl ahlaklı olunacağını, din olmadan nasıl insan olunacağını, din olmadan nasıl dürüst olunacağına dair doyurucu ve tatmin edici cevaplardan kaçınmaktadır.
Mithad Cemal (1885-1956) yılları arasında yaşamış, İstanbul doğumludur. Şiir, tiyatro, antoloji, roman, biyografi ve araştırma alanlarında eser veren Mithat Cemal zaman zaman gazetelerde fıkra ve makaleler de yazmıştır. Edebiyat dünyasında II. Meşrutiyet’in ardından Sırât-ı Müstakîm ve Tercümân-ı Hakîkat gibi dergi ve gazetelerde adını duyurmaya başlamış, daha çok kahramanlık ve vatan sevgisi temalarını işleyen şiirleriyle tanınmıştır.
Mithad Cemal bu makalesinde de, döneminin önemli meselelerinden birini, ahlak meselesini, daha doğrusu dinden bağımsız ahlakı, dinsiz ahlakı konu edinmektedir. Müellifin “Dinsiz Ahlak”adlı makalesi Sebilürreşad’ın 27 Mart 1922 tarihli 494. sayısındaneşredilmiştir. O dönemde Sebilürreşad’da konu ile ilgili başka makalelerde yer almakta, Avrupalı olmak merakının toplumu getirdiği yer gözler önüne serilmektedir.
“Dinimize olan sadakatimizin kuvveti, öyle sanıyorum ki, evlerimizdeki secdelerin miktarıyla beraber azaldı. Hayatın boşluğunda çırpınan ellerimiz, itikadımıza tutunup, dünyanın hiçliğinde dövünen başlarımız Kur’an’ın önünde eğilirken, ahlakımız bugünkü gibi değildi.”
Yaşadığı döneme şahitlik eden Mithad Cemal, fertten topluma yaşanan değer kaybına işaret ederek, ahlaksızlığın nerden kaynaklandığını avazı çıktığı kadar söylemektedir. İtikada tutunmak ve Kitabın önünde eğilmek, hayatın boşluğunda çırpınan ellerimizi de, dünyanın boşluğunda dövünen başlarımızı da çaresiz bırakmamıştı. Din ve kitap, iman edenler için bir rehberdir ve düzgün hayatın tanımını yapmaktadır. Müellif satırlarında bütün erdemlerin olduğu gibi, ahlakında itikada ve kitaba, dolayısıyla dine dayanmasının zaruretini ifade eder. Eğer öyle değilse, bozulma başlamıştır, ahlaksızlık hüküm sürmektedir.
Dinsiz bir ahlak tanımına ram olmak, elbette dinin buyurganlığını göz ardı etmeyi de beraberinde getireceğinden, o vakit içtimai hayatta insanlar, “nikâh ile kira kontratı arasında bir fark görmeyecektir.”
Dinsiz bir ahlakın benimsendiği içtimai hayatta insanlar vahyi dikkate almayacak, ahirete inanmayacak, bunlar için mihrap bir duvar, kurtuluş maddiyat, evlilik bir heyecan ve nefisin arzularına cevap veren birliktelik, evlat ise şahsının devamı gibi anlaşılacaktır.
Mithad Cemal ahlakın dinden arındırılmasının sebep olduğu can alıcı yerlere işaret etmektedir. Dinsiz bir ahlakın aynı zamanda bir bakıma dinsizliği de getirdiğini ifadeye çalışan müellif, sanki günümüzü görmüşte bunları yazmış gibidir. Her şeyin dinden soyutlandığı bu günümüzde, ahlak da dinden soyutlanmış, her dünya tasavvurunun kendi değerlerine göre bir ahlak tanımı ortaya çıkmıştır. Dinsiz ahlak, adeta ahlaksızlığı ahlak edinmiş bir tanımla, içtimai hayatta kendini göstermektedir. İçtimai hayatta insanlar Müslüman olduğunu söylediği halde, görünen maddi hayatında ötesinde bir şeyler olduğuna inanmıyorsa, inandığını söylediği dinden çoktan kopmuş demektir.
Ulemadan biri düşündürücü bir tespit yapar; “eğer Allah’a dine iman ettiğinizi söylüyorsanız neden Allah’ın ve dinin buyurduklarını yapmıyorsunuz? Yok, eğer Allah’ın ve dinin buyurduklarını yapmıyorsanız, neden iman ettiğinizi söylüyorsunuz?” Özellikle günümüz içtimai yapısında, fertten topluma herkesin hem kendisine, hem de herkesin herkese sorması ve öz eleştiri yapması gereken bir tespit.
Mithad Cemal devam eder:
“Hayır! İnsan ile hayvan arasında fark olmalı mesela insanın karnı doyduktan sonra kalbi acıkmalı ve insan hayattan alacağı lezzeti sadece dişleri ve dudakları vasıtasıyla değil, kalbi ve beyni ile temin etmek ihtiyacı duymalı. İşte yalnız bu histeki insanların bütününe millet denebilir. Kalbi maddiyat çukurunda kaybolan mahlûkat sürü ve izdihamdır.”
Mithad Cemal insan ile hayvan arasındaki bariz farkı, hem kitabi hem de edebi bir şekilde ifade ediyor. Sadece midesinin peşinde koşanların hayvanlardan farkı yoktur. Oysa insanın acıkan sadece midesi değildir, ayın zamanda kalbi de acıkmaktadır, acıkmalıdır. İnsan tanımı içinde olanlar, sadece mutfak ve tuvalet arasında yaşayamaz. Böyleleri, Allah’ın mülkünde mülkün sahibi gibi hareket eden mahlûkattan farsızdır. Ve bunlar güdülmeye razı olan birer izdiham, birer sürüdür.
Yaşadığımız çağa bir hançer gibi saplanan bu ifadeler, her şeyin maddi bir bedelinin olduğu kanaatinin kabul gördüğü içtimai hayatımızı adeta resmetmektedir. Müslümanların dahi dinsiz ahlak, dinsiz adalet, dinsiz eğitim, dinsiz nikâhlara teveccüh gösterdiği göz önüne alınırsa, Mithad Cemal’den bu yana değişen bir şeyin olmadığı, o günden bugüne karanlığın daha da koyulaştığı görülmektedir. Müellif bir de çözüm önerir:
“İnsanların yaşadığı bu menfaat bataklığından, hazdan ve hızdan, bunların mantığına itaat etmekten kurtaracak bir tek kuvvet vardır: Din”
Başka kurtuluş yolu yoktur. Bütün tanımlamalar, dinin verili değerleri üzerinden olmalıdır. Müslümanlar bu hassas noktaya çok dikkat etmeli, tanımlamaların içinde dinin olmadığı bir tasavvuru asla kabul etmemelidir. Zira din kendisinden sonra gelen kelimeye, kavrama anlam verir. İslam ahlakı, İslam Adaleti, İslam Hukuku gibi, önüne geçtiği kavramı asli hüviyetine büründürür. Bugün yapılan ahlak, adalet, hukuk, eğitim, devlet, nikâh, evlilik gibi daha birçok kavram ve kelime Müslüman mütefekkirler tarafından dahi ne yazık ki kelimenin önünde din olmadan tanımlanmaktadır.
Mithad Cemal çok önemli bir hususa daha işaret etmektedir: “Ahlakın bir edebiyat olmaktan kurtulması ancak dinin teyidine bağlı olmakla kabildir.” İfadeler nasıl da yerli yerine oturuyor? Aslının kaybolup her şeyin edebiyatının yapıldığı günümüzde, ahlakında sürekli edebiyatı yapılmakta, yeryüzünün numunelik ahlaksızları, insanlara ahlakın tanımını yapmaktadır. “Çok ahlakı bir insan” olarak işaret edilenlerin din ile Allah ile kitap ile nebi ile kısacası ilahi olan hiçbir değerle ilişkisi olmamasına rağmen, “çok ahlaklı insan” olarak iltifat görüyor. Dinsiz bir ahlaka sahip ve her türlü günahı işlemekten çekinmeyenlerin asla hak etmedikleri bu iltifat, bu iltifatın asli sahiplerine karşı da zulmü beraberinde getiriyor.
Ahlakın salt akla dayalı tanımının yapılamasını da eleştiren Mithad Cemal, “insanlar günün yirmi dört saati akıllı değildir” der. İnsanın aklı her zaman yanında da değildir. Bir tiyatro sahnesinde gösterilen olaya ağlayanlar, yarın eli kanlı bir katil olabilirler. Zira salt akıl yol gösterici olamaz. Dinden bağımsız akıl yol gösterici hiç olamaz.
“En büyük ahlak, ilahi itikatlar üzerine kurulmuştur. Ahlak ile din, bilhassa ilahi itikadın esaslarıyla o derece bütündür ki, adeta ahlak ile din birbirine örülmüş, ikisini birbirinden ayırmak imkânsızdır. Eğer ikisini birbirinde ayırmak istersek, ikisi de yırtılmış, parçalanmış, zedelenmiş olur.”
Müellif ahlakın esas kaynağının akıl değil, verili değerler olan ilahi itikat olduğuna işaret ediyor. Önemli hatta çok önemli hususu hatırlatıyor: “Dinsiz ahlak olmaz”, “ikisi birbirinden ayrılamaz”, “ikisi birbirine girmiş, bir bütündür” diyerek, ahlak ve adalet başta olmak üzere, din ile kavramların arasını açanlara, açmak isteyenlere uyarıda bulunuyor. Yaklaşık yüz yıl önceden bugünün yeni yorumcularına, kavramları dinden bağımsız ele alarak yeniden yorumlayanlara sesleniyor.
Mithad Cemal’in yaşadığı tarihler, dinden bağımsız laik cumhuriyete giden süreçtir. Osmanlı dağılmış, Müslüman ahali kandırılarak yeni bir kurucu irade teşekkül etmiş, hemen hemen her şeyin dinden bağımsız, dinle alâkasız olarak yeniden inşasına başlandığı dönemdir. İttihatçıların devleti ve toplumu Avrupa’nın kopyası yapmaya azmetmesiyle ilerleyen süreçte, Müslüman millettin arasında, dinden uzak bir düzen kurulmuştur.
Mithad Cemal, dinin değer kaybının, aynı zamanda ahlakında değer kaybına yol açtığını vurgular. Bu hakikat tarihin şahitliğiyle sabittir:
“Tarihen sabittir ki; dinin değersizleşmesini ahlakın zevali takip etti ve bu o kadar muntazaman tekrar eden bir vaka ki tarihin hadiselerinden çıkmış bir düstur şeklinde şuna nispet edebiliriz: Din ile ahlak arasına giren mesafe, derhal halk ile ahlak arasına girer. Ve bu yalnız mazide değil, şimdide böyledir.”
İnsanın yapıp ettiği ne varsa, fikri, maddi manevi, ama ne varsa aklına gelen. Hepsinin ucunu getirip dine bağlayamıyorsa, din değersizleşmiş demektir. Dinin itibar görmediği bir içtimai hayatta ise, artık geriye insanlık onuruna yakışacak hiçbir şey kalmamıştır. Bunun gibi, din ile ahlak arasına giren mesafe, halk ile ahlak arasında hemen girer. Bu kadim yasa hep böyle sürer gider. Geçmişte olanları bir daha yaşanmayacak gibi düşünmek, ilahi dengeyi anlamamaktır. Zira geçmişte yaşadıklarımız, şartlar olgunlaştığında bir gün bizimde karşımıza çıkabilir. Din ile arası açılan her şeyin, halk ile de arası açılır.
Dinsiz adalet tanımı yapılıp, adalet dinden soyutlanırsa, ne yöneticilerin, ne de halkın adil olması beklenemez. Din ile ahlakın arası açılır, dinsiz bir ahlak tanımı yapılırsa, ne siyasilerin, ne avamın, ne hukukun, ne eğitimin, ne evliliklerin ve daha akla gelebilecek ne varsa, hiçbirinden ahlaklı olmaları beklenemez. Dinsiz bir ahlak, ancak dine itibar etmeyenlerin teveccüh gösterebileceği ahlaktır. Çünkü dinin bir şeyler yapmak isteyene, “dur” dediği yerler vardır. “Hayatta “dur”u olmayanların ise, dine itibar etmesi beklenemez.
İşte dinin tanımladığı bir ahlakın içtimai hayatta cari olabilmesi için, bazı yaptırımları vardır. Bu yaptırımların sınırını çizende ilahi bir iman ve salih amellerdir. Salt aklın çizdiği sınırlar, ne ahlakı, ne adaleti, ne hukuku, ne merhameti, ne de insanı tanımlayabilir. İnsanı insan yapan, ahlakı ahlak yapan, adaleti adalet yapan, hukuku hukuk yapan dinin kendisidir, dinin tanımlamasıdır.
İlahi dine iman etmeyenler, ahlaklı olamayacağı gibi, adilde olamaz. İnsanı hayvanlardan ayıran iman ve salih ameldir. İnsanın ise sadece karnı acıkmaz, aynı zamanda kalbide acıkmalıdır. Günümüz sosyal yapısına, mekanik kurguda ahlak anlayışına, adalet anlayışına ve bu anlayışların kabulüne cevaz verenlere yaklaşık yüz yıl önceden ithafen.
Makale kaynağı: Sebilürreşad, 494. Sayı, tarih 27 Mart 1922
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *