Her İnsan ‘Bilge’ Olabilir

Her İnsan ‘Bilge’ Olabilir

Yaşanan çoğu kargaşa, insanların, Müslüman olduğunu söylediği halde başka dinlerin hayat tarzını benimsemesindendir. Müslüman, İslam’a göre etrafındaki kişilerle kardeş iken, tek başına efsaneleşerek kendine bir ruhbanlık yaratmamalıdır. 

Her İnsan ‘Bilge’ Olabilir

Gülbahar Ay Satan

Bu nasıl oluyordu. Çoğu insan hastalanırım korkusuyla dünyasını karartırken diğer taraftan hastalansa da zindanda da olsa; korkulardan sıyrılarak kendilerine aydınlık bir pencere açabilen insanlar vardı. Bu insanlar tasavvuftaki gibi kendini hayattan soyutlamış kaderci insanlar değildi. Üstelik ne silahları vardı ne de servetleri… Beni sarsan, bu insanların sıradan insan olmalarıydı. Dünyalık şeyler onları cezbetmiyordu. Onlar, lüksten, hizmet edilmekten hoşlanmıyordu. Kimsenin karşında eğilmiyor, bükülmüyordu. Huzurlu, sükûnetli ve cesur. Peki bu insanlar nasıl bu kadar cesur olabiliyordu? Cesurluktan kastım, ölüme meydan okumak değil! İnsanı her gün öldüren hayata karşı, yaşamak için meydan okumaktı. Bu insanlar, içsel çağrılarından gelen hakikatin sesini korkmadan söylüyordu. Kendileri özneydi. Varlıkları düşmanın varlığına bağlı değildi. Düşmanları bile onlardan emin idi. Erdemli duruşları da başkaları için değildi. Hayatlarında hased yoktu. Çünkü yürüdükleri kendi yolları vardı. Bu insanlar, çok mütevazi ve alçakgönüllü idi. Fakat bunun farkında değillerdi. Bunun için özel bir çaba göstermiyorlardı. Yaşadıkları hayat tarzının doğal bir sonucuydu bu hasletler. 

En önemlisi de bu insanlar, ne geçmişte ne de gelecekte yaşıyordu. Onlar ‘an’ı yaşıyordu. Bunun için erdemsizliğe bir an bile katlanamıyorlardı. Yeri geldiğinde bunun için ölümü bile seçtikleri oluyordu.

Evet, her çağda bir avuç da olsa var olan bu insanlar birer ‘BİLGE’ idi. Peki bu insanlar nasıl bilge olmuşlardı? Her insan bilge olabilir miydi? Sorduğum bu sorunun geçmişi insanlık tarihiyle yaşıt… Ve dönüp yaşanmış hayatlara baktığımızda asıl bilgeler Allah’ın Elçileri idi. 

Bilgeliğe dair ilk somut örneğe ‘‘elçiler’’ dedim. Neden kendi dinimin bilgileriyle açıkladım bu soruyu? Ben de çoğunluk gibi, içine doğduğum dinin çerçevesinden mi bakıyorum dünyaya? Bende mi zihinsel bir zindan içindeyim. Bu zamana kadar öğrendiğim, maruz kaldığım bilgilerden sıyrılıp ümmi olarak düşünebilir miyim? Verdiğim cevaplar, gerçekten düşünerek, sorgulanmış mı yoksa çocukluktan bu yana tüm bilgilerin depolandığı zihnimdeki ezberler mi?

Acaba elçiler, hikmetli oldukları için mi elçi oldular yoksa elçi oldukları için mi onlara hikmet verildi? Bence ikisi de geçerli. Vicdan ve akıl bu ikisinden hikmet doğabilir. Ama bir bütün olabilmek için yol gösteren bir kitap şart. Elçi, mağaraya gidiyor, hakikati arıyor. Ve Rab ona çağrıda bulunuyor ‘‘teslim ol’’. Akletmek, Kur’an’da, bir teslimiyet çağrısı gibidir. Ama sorgulamadan, körü körüne bir teslimiyet değil. Tam tersi, yaratılışı, kainatı istediğin kadar oku, düşün, sorgula, sonunda pes ederek ‘Rabbine döneceksin’ diyen bir meydan okumadır. Vahiy, tüm sorulara cevap veren muhteşem bir yol göstericidir.

Elçi mağaradan çıktı. Çünkü ancak başkalarıyla iletişim kurarak bir şahsiyet sahibi olabilirsin. Uzlete çekilerek değil. Ona hikmet verildi. Hikmet, ilmi, doğru ve faydalı eyleme yani salih amele çevirebilmektir.

Ben iman ettim; Adem’den İbrahim’e, Musa’dan Muhammed’e kadar bütün elçiler tek bir dini anlattı. O da İslam. Allah, ‘elçileri örnek alın’ diyor. Elçiler bile hata yapıyor. Çünkü insan her işinde hikmetli ve bilge olamaz. Mutlak hakim olan her işi hikmetli olan sadece Allah’tır.

Buraya kadar gördük ki her insanın ‘bilge’ olabilme kapasitesi vardır.

Ben bu konuyu 5 başlıkta irdeledim. Aslında her başlıkta (başka örnek ve kavramlarla) aynı şeyi anlattım. Şunu da belirtmek isterim: ‘‘Tespitlerim, okyanusta bir damla misalidir.’’

1) SORULARINI SOR Kİ CEVABINI BULABİLESİN:

Sadece soru soran insan ilerleyebilir. Gerçeğin üstünü örten biri, kalkıp şöyle bir şey soruyor: Kur’an’da güneşin sıcaklığının kaç derece olduğu yazıyor mu? Aslında bu bir soru değil! Soru vasfı taşımıyor! Bu soru, kaç kişiye varlık sancısı çektirdi. Bu soru yüzünden kaç kişi uykusuz kaldı? 

Çoğu insan soruyor; Dünyada neden acı var! Niçin Allah, insanların kötülük yapmasına müsaade veriyor. Bu sorunun cevabı için öncelikle bu dünyaya neden geldik, bizi yaratan nasıl özelliklere sahip ve bizden ne istiyor bunu anlamamız gerekmektedir. Allah bizden, ona yaklaşarak şahsiyetimizi inşa etmemizi istiyor. Ama O yaratan biz ise yaratılan… Biz O’na nasıl, hangi yolu kullanarak yaklaşacağız? Vahiy bu soruya, Salih amelleri işaret ediyor. Salih ameller nelerdir? Buna Jeffrey Lang’den mülhem, çok kısa cevap vermeye çalışacağım.

Vahiyden Salih amel örnekleri; Şefkat göstermek, Merhametli olmak, Adil olmak, Affedici olmak, Zayıfı korumak, Hakkı savunmak, İlmi aramak, Cömert olmak, Dürüst olmak, Huzur vermek vs.

Evet, Allah’a ancak ve ancak bu eylemleri tecrübe ettikçe yaklaşabiliriz. Çünkü Allah şefkatlidir, Allah merhametlidir, Allah adildir, Allah bağışlayandır, Allah koruyandır, Allah her şeyi bilir (Alimdir), Allah cömerttir, Allah vaadinde durur, Allah huzurun kaynağıdır. Eğer dünyada acı (imtihan) olmasaydı ve insanlar iyiliği ya da kötülüğü seçerken özgür iradeye sahip olmasaydı ne şefkatli olabilirdi ne de merhametli… Dolayısıyla aşkın olan Allah’a yaklaşarak yücelemezdi. 

Bir şeyin anlam kazanması için, zıtlık şarttır. Karanlık olmadan aydınlığı anlayamayız. Örneğin; insan, yaratılıştan cimriliğe eğilimlidir. Ama Rabbimiz bize ruhundan üfledi. Cimrilik, adeta cömertliğin anlam kazanması, görünebilir olması için bir zemindir. Mal biriktirme elinde tutma vs. bu hisler insandan tamamen silinemez. Mutlak anlamda cömert olan Allah’tır. Bizim için ise cömertlik (vahyin tanımıyla) çıkılması istenilen sarp bir yokuştur. Bana göre kişi eğer cömert ise birçok şeyi kendiliğinden elde edebilir. Bir kitapta okumuştum bu cümleyi: ‘‘Ağaçlar meyvelerini yok olmamak için verirler.’’ 

Yine, Allah’ın bizden istediği bir diğer davranış; Affetmek, insanın bir kişiyi affetmesi inandığı doğruları ispat etmektir. Eğer affetmiyorsanız, kin duyarak o kötülüğü besliyorsunuz demektir. Çünkü kin ve nefret kötülüğün uzantılarıdır. Ve kişiye her anlamda zarar vermeye devam eder. Bir kötülüğü unutmak o kötülüğü ödüllendirir. Ama affetmek, onu değersizleştirir. Kötülüğü affet ama unutma.

Her dönemeçte bu dinin muazzam bütünlüğü sürekli karşımıza çıkıyor; örneğin, insan bir iyilik yaptığında (bir salih amel) beyni hemen ona mutluluk veren bir hormon salgılıyor. Uzak durmamız istenilen nefret, kin, kibir gibi duygular ise sağlığımızı olumsuz etkiliyor.

Aklımıza takılan soruları atıl bırakmamalıyız. Konumuz dışına çıkacağız ama bir kadın, erkeğin 4 eşle evlenmesini doğru ve adil bulmuyor. Ve bu yüzden dinden soğumaya bile başlıyor. Birçok konuda geçerli olan çok önemli bir nokta var; Kur’an’da, bir konu, ‘‘emir’’ mi yoksa ‘‘serbestlik’’ mi bu noktaya çok dikkat edelim. Kur’an’da 4 eşlilik emir değil sadece bir serbestliktir. Asıl, herkesin tek eşli olması gerektiğini düşünmek zulümdür. Çünkü bazen farklı durumlar gelişebilir. 

Evet, gerçekten cevap arıyorsan, vahiy, ‘bakış açını’ değiştirerek sana, mutlaka cevap verecektir. İnsanı büyük oranda bilge yapan şeylerden birisi de ‘bakış açısı’dır. Buna empati de denilebilir.

2) ÖLÜMÜ KABULLENMEK: 

Farkettiyseniz ağır hastalar ve yaşlılarda bilgeliğe eğilim başlamıştır. Bu insanlar, mecburen korkularıyla az da olsa yüzleşerek ölümü kabullenmişlerdir.

Ölüm korkusu ya da herhangi bir olumsuz düşünce geldiğinde bundan asla kaçınmamalıdır. Çünkü dünya bir bütün; içinde acı da var mutluluk da. Bir şeyi yok saymak, üstünü örtmek sonrasında bize daha çok acı, korku ve endişe vermektedir. Seni rahatsız eden, sıkıntı veren korkularla, (mecaz anlamında değil, gerçekten duyabileceğin şekilde) ‘‘konuş’’ günlerce, aylarca. Seni her gün yiyip bitiren korkularınla yüzleş. Ölümü kabullen. Ölümü kabullenmek, seni günahlardan, gafletten sakındırır. Böylelikle korkuların o kadar küçülür ki artık sana rahatsızlık vermez hale gelir. Ölüm kokusu senden uzaklaşır. Bu sende yeniden bir rahatlama ya da dünyaya meylini artırabilir. Dünya’ya düşkünlük, yeniden baş gösterince aynı huzursuzluklar, aynı korkular tekrar baş gösterir. İmtihanımız bitene kadar bu böyle devam edebilir. Aslolan az hasarla yeniden ve yeniden hakikati hatırlayarak arınabilmek. En sonunda, korkuların ve dünya nimetlerinin seni sarsamayacağı, temeli sağlam bir şahsiyet, bir bilge olabilmek. 

Milyonlarca insan depresyon tedavisinde gerçeklerle yüzleşmek yerine onların üstünü başka şeylerle kapatmaya çalışmaktadır; renkli ışıklar, vitrinler, AVM, hobiler, sinema, futbol, müzik, eğlence, gezmek, yemek, harcamak, tüketmek, hırs, hırs, hırs… Düşünmemek için zihnini sürekli meşgul eden kalabalıklar. İnsan bazen, batıl ideolojilere, yogalara, tarikatlara sığınarak da korkularının, hayatındaki boşluklarının üstünü örtmeye çalışmaktadır. Hatta adanılmış bir sanat dalı bile… Kısaca Allah’ı hakkıyla anmaktan alıkoyan her şey bu kapsamın içindedir. Hayatta ne yaparsan yap başına bir anlam koymazsan; kariyer hedefleri, yüksek lisanslar, yüksek sanat vs. hepsi ölümle bir anda sıfırlanacaktır.

Ölüm: Fiziksel olarak yaratıldık ama daha tamamlanmadık. Şahsiyetimizi kendi irademizle tamamlayacağımız bir alandır bu dünya. Ahirette nasıl bir kişilikle karşılaşmak istiyorsak bu yönde çabalamalıyız. Aksi takdirde ahirette o pişmanlık ateşi bizi yakıp kavuracaktır. 

3) BAŞIMIZA GELENLER BİZİM SEÇİMLERİMİZ YÜZÜNDEN:

Dünyada yaşadığımız bu hayat, bizim birer yansımamız dersem çok mu acımasız olurum. Her insan, cehennemi de cenneti de içinde taşır. Hangisini isterse onu büyütür. Dünyadaki kaos’un sebebi, insanların kendi doğal seçiminin birer sonucudur. Şirk ile tevhid, hak ile batıl, küfr ile iman, zulüm ile adalet, helal ile haram. Bunların arasında hep bir adım vardır. Bunu bir adımla sen seçersin. Bir adımla bir şey değişmez zannediyoruz. Bu çok ürkütücü, vahiy diyor ya: ‘‘İnsanların çoğu şirk koşmadan iman etmezler’’ diye.

Şimdi eziyet çeken bir ‘‘köle’’nin ne suçu var diyebilirsiniz. Suçtan ziyade, bulunduğu durumu kendi eliyle yapmış olabilir. Vahyi okurken şu ayetlerle karşılaşıyoruz: ‘‘Sen atmadın Allah attı’’ ya da ‘‘Başınıza gelenler sizin yaptıklarınız yüzünüzden’’. Evet, ilk bakıldığında birbirine zıt görünen iki durum. Biliyoruz ki Allah’ın bir sünneti var; eğer gösterdiği doğru yolda yürürsen her anlamda üstün olursun. Lakin küfrederek yani üstünü örterek; korkarak, gevşeklik göstererek hevalarına uyarsan doğru yoldan çıkarsan. İşte o zaman elbette ki başına gelenler sadece senin yüzündendir. Bilge, ne zalim ne de köle olan kişidir.

Sen bir şahsiyet olarak asla çürümüş bir topluma uyum sağlamayacaksın. Zalime boyun eğmeyeceksin. Sen güçsüzleştirilerek mustazaf olabilirsin. Lakin vahiy, bu duruma asla katlanmamanı ve bu durumdan kendini kurtarmanı istiyor. Gücünüzün ve sayınızın elverdiği kadar; sabır, hicret, direnmek ya da karşı koymak…

Söylediklerimizden şu anlaşılmamalıdır; Müslüman kesinlikle zayıf düşmez, yenilmez, işkenceye maruz kalmaz. Hayır, Müslüman, zalime karşı direndikçe her türlü zulme maruz kalabilir. Fakat, köleliği, sömürülmeyi içselleştiremez! İslam, seyirci olmanı değil, eylem insanı olmanı istiyor. Müslüman, gerçek anlamda kazanmanın ne olduğunu bilir. Onun mükafatını Allah’tan bekler. Müslümanı, diğer insanlardan ayıran şey, onun bakış açısıdır. O zihnindeki zindandan çıktığı için ona mekan farketmez o her anlamda hürdür. Ölüm onun için yeniden doğmaktır. İşte bu, vahyin zihinlerde yaptığı bir devrimdir. Bunun içindir ki inanan insan her anlamda üstündür.

Hayatta, kendimizden başka aşabileceğimiz herhangi bir engel yok. Şikayet etmek, bahane uydurmak zayıf insanların özelliğidir.

Örneğin, şiddetin başladığı noktaya gidersen mutlaka ırkçılık ve ayrımcılıkla karşılarsın.

Yaklaşık 4 yıl önce, ‘‘şehit cenaze’’lerinin arttığı bir dönemde, provokasyonlarla Doğu’dan gelen otobüsler taşlanmaya başlanmıştı. Hatta rızkını kazanmak için Batı’ya gelen mevsimlik kürt işçilerin taşlanması bizi çok üzmüştü. Bunun üzerine, bir avuç insanla, Doğu’dan gelen otobüsleri karşılamaya otogara gittik. Gelen otobüslere çiçekler fırlattık. Otobüsten inen yolcuların üzerine çiçekler attık. İnsanlar hissettikleri duyguları kolay kolay unutamazlar. Sadece Doğu’da yaşadığı için kafasına taş atılan bir çocuk, bu yaşadığını asla unutmayacaktır. Kafasına atılan çiçeklerle gözyaşlarını tutamayan bir çocuk da yaşadığını unutmayacaktır. Şiddeti de Sevgiyi de kendi elimizle büyütürüz. Ve bu büyüttüğümüz şey ne ise sonunda gelip bizi kucaklar. Kelebek etkisiyle, atılan bir taş tüm dünyayı cehenneme çevirebilir. Bir gülümseme de dünyayı cennete çevirebilir. Bu örnekle daha iyi anlaşılmıştır ki İslam’da atılan bir adım ve sonuçları ne kadar önemli. Bir adımınızla ister hakkı seçin ister batılı. İnsan ne yapmışsa onun karşılığını görecektir.

Otogarda yaptığımız bu karşılama masum ve samimiydi. Lakin asla bilgece değildi. Çünkü sonrasında sosyal medya ile birer gösteri şölenine dönüşmüştü. Olay yaratan ve bir lütufmuş gibi dikkat çeken iyilikler, gerçekte iyilik yapan kişilerin büyük bir boşluğunu dolduruyordur. Bir iyiliği ne kimseye gösterme ne de saklama telaşı içinde olmadan yapanlar vardır. Takdir kazanmak için değil, hayatın içinden kendi halinde, karşı taraf akıp giden iyilikler… 

4) SORUMLULUK BİLİNCİNDE OLMAK: 

Allah bizden sorumluluk bilincinde olmamızı istiyor. Yani her ‘an’ımızı farkında olarak yaşamaya çalışmak. Lakin çocukluktan bu yana maruz kalınan eğitim sistemi insanı aptallaştırmak istiyor. Dünyada üniversitelerin sürekli yaptığı şey; sorgulamayı değil, hafızayı test etmektir. Eğitimde ezberi kuvvetli olan bir kişi, en üst seviyeye kadar yükselebilir. Günümüzde artık, dinlerden daha çok üniversiteler sömürü düzeni haline getirilmiştir. Hem de ‘bilim’ adı altında. Sermaye sahipleri, bu kurumlara istedikleri şeyi söyleterek, insanları kolayca yönlendirmektedir. Sermaye sahipleri, yani her çağda olduğu gibi bu çağda da ilahlık taslayanlar, nesli ve ekini ifsat etmektedir. Dünyaya istedikleri düzeni getirmeyi amaçlayan bu zalimler; çatışmaları, ayrımcılığı, ırkçılığı, cahilliği, savaşları besleyerek büyütmektedir. Eğitimden sonra modern iş hayatında da, sorgulamaya zaman bırakmayan, parmaklıkları olmayan bir zindan yaratmışlardır. Modern işlerde çalışan milyonlarca kişiyi, kıskançlık, hased, rekabet, yalan vs. tüm bunlarla zehirleyerek ruh sağlığı bozulmuştur. Zihinleri kirlenmiştir. Büyük kentlerde, kalabalıkta, keşmekeşin içinde insanlar adeta ölümü unutmuştur. Eğer sen, zihninin dışına çıkabilirsen, yani tüm doğru diye dayatılan, putlardan, kutsallardan, korkulardan, kitlelerin arasından sıyrılıp düşünebilirsen bir şahsiyet olabilirsin. Fesadın, vesvesenin üstesinden gelerek; din adamlarını, politikacıları, güç sahiplerini zihninizin dışında bırakabilirsen; İşte o zaman bütün yeryüzü ayaklarının altına serilebilir.

Formasyon aldığım zamanlarda, kibirli, çok bilgili (lakin bilge değil), kendinden emin bir öğretim üyesi, derste; kendi ülkesini ataletten dem vurarak aşağılamış, Çin ve diğer ülkelerdeki gelişmelerden hayranlıkla bahsetmişti. Bu ülkeleri örnek almamız gerektiği söylemişti. Ben söz isteyerek gelişmenin ve ilerlemenin tam olarak ne olduğunu sormuştum. Dünyada ekonomi devi ülkelerin istatistik bilgilerinden örnekler vermişti. Tekrar söz alarak, Çin’de yaşayan insanların, hava kirliliğinden maske takarak sokağa çıktığını, gökyüzünü ve yıldızları özledikleri için yapay gökyüzü yaparak, altında resim çektirdiklerini söylemiştim. Büyümenin bir anlamı, bir ahlakı olmalı diye eklemiştim. Öğretim üyesi kısa bir an sessizliğe bürünerek konuyu geçiştirmişti.

Kendini aydınlanmış zanneden insanlar kadar sabiteleri olan başka hiç kimse yoktur. Onlar, çoktan bir sonuca vardığı için kimseyi dinlemezler. Ön saflarda, dünyanın iyiliğini istediğini söyleyen kişiler, unvanları, makamları olan politikacılar, profesörler, bu insanları biraz gözlemleyin, çoğunun dünyanın geleceğiyle ilgili tutarlı bir fikirlerinin olmadığını göreceksiniz. 

İnsan haklarından, eğitimden, gelişmişlikten, ilerlemekten söz ediyorlar. Oysa dünyada fakir ve cahil bırakılmış insanlar çoğunluktadır Bu yüzden dünyada hep kan akmaktadır. Dünya belki de en ilkel, en vahşi çağlarını yaşamaktadır. Bir örnek: Çernobil kazasının bıraktığı hasarın 24 bin yıl süreceği söylenmektedir. Kitleye dahil olan bireylerin sorumluluk bilinci olmadığı için bu haber umurlarında bile değildir. Onlara göre, nasıl olsa bunu düşünen birileri çıkacaktır. Kitle, her zaman itaat edecek birilerini bulur. Kitleden uzak dur. Çünkü kitlenin içinde ‘‘Cahil ile bilgin aynı seviyede düşünmeye başlar.’’ Kitle ölüdür. Şahsiyet canlıdır. Buna rağmen en çok ses kitleden çıkar. Çünkü kitle tepki, şahsiyet ise cevap verir.

Bazı Müslümanlar, milyonlarca kitleyi ‘ümmet ‘zannetmektedir. Oysa ümmet, kendi özgür iradeleriyle iman eden şahsiyetli Müslüman topluluğudur. Bilinç ile kendini gösterir. Kafa sayısı ile değil! 

5) BAMTELİMİZ; BÜTÜNLÜK: 

Kendini türbe vs. yerlere gittiğinde Allah’a daha yakın olacaklarını zannedenler, Allah’ın bize, şah damarımızdan daha yakın olduğunu idrak edemeyenlerdir. Bu kişilerin mürekkep yalamış olanları da vardır. 

Alim olarak görülen bazı Müslümanların, kardeşlerini aramaya bile vakitleri yoktur. Bu insanları pazarda, manavda bile göremezsiniz. Niçin? Çünkü bu insanlar çok meşguller! Kendileri İslam için çabalamaktadır. Konferanstan, seminere koşarak, senede bir de kitap yazmaktadır.

Bu alimler, insanlara sürekli telkinde bulunur. Konuşuyor konuşuyor. Lakin komşusunu bile tanımıyor. Bu alimler, sürekli insanları değiştirmeye çalışıyor. Oysa hayatta değiştirebileceğimiz tek şey kendimizdir.

Müslüman bir insanın tefekkür edecek saatleri, günleri, geceleri olmalıdır. Bu insanlar hangi ara dönüp kendi içlerine bakıyor? Ne zaman özeleştiri yapıyor?

Bu alimler, hakikati yaşamak yerine onu mutlaklaştırmaya çalışıyor. Mutlaklaştırmak çürütür. Hakikate kimse ne zarar verebilir ne de bir fayda sağlayabilir.

‘Hakikatin bilgisi’ her bireyin özündedir. İnsan için yeni bir şey öğrenmek sadece anımsamaktan ibarettir. Öğretmek ise sadece hatırlatmaktan.

Kur’an’ın hangi ayetinden yola çıkarsanız çıkın hep aynı noktaya varırsınız.

Mekke döneminde, Kur’an nasıl anlaşıldı, nasıl yaşadı diye ciltlerle kitap yazılıyor. Evet, 1400 yıl önce, bir ayetle iman ederek bu yolda şehit olanlar vardı. Şimdi sabah akşam Kur’an okuyanlar, etrafında olup bitenler karşısında kılları kıpırdamıyor.

Müslüman’ın hayatı çok basittir, nettir: La ilahe illallah! Ama münafıklar, müşrikler, ruhbanlar kendilerini ifade etmek için bir çok şeye; daha çok konuşmaya, savunma yapmaya, ikna etmeye ihtiyaç duyarlar. Çünkü onlar basit değil, çelişkilidir.

Yaşanan çoğu kargaşa, insanların, Müslüman olduğunu söylediği halde başka dinlerin hayat tarzını benimsemesindendir. Müslüman, İslam’a göre etrafındaki kişilerle kardeş iken, tek başına efsaneleşerek kendine bir ruhbanlık yaratmamalıdır. 

Son olarak, olayları, yaptıklarınızı, yapacaklarınızı, yapamadıklarınızı hepsini aynı yerde toplayın. Her durumda daha çok uyanık olmaya çalışın. Tek başınayken bile kendinize saygılı olun. Tevhidi zedeleyecek tek bir zerreye dahi dikkat edin. Yürüyorsanız farkında olarak yürüyün. Bir şey yiyorsanız, farkında olarak güzel şeylerden yiyin. Güzel uyuyun. Doğa’dan ve insanlardan uzak kalmayın. Eski bir resmi seyredin, gökyüzünü seyredin, hayret edin, şükret edin, tövbe edin, dua edin. Ve her zaman çerçevenin bütününe bakmaya çalışın.

İşte bilge, bu bütünlük karşısında dizleri üstüne çöküp, secdeye kapanan kişidir.

Bilge, bir bütün olmaktır. Ve tabi ki bilge, Müslüman olmayı başarmaktır.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *