Bir Müslümanın cahili bir siyasal yapının başında bulunmasındansa onun zindanlarında bulunması evladır. Çünkü cahiliye ile İslam ve cahiliye taraftarlarıyla Müslümanlar arasında asla telif edilemeyecek olan bir ayrılık, bir ayrışma vardır.
MURSİ’YE YAKIŞAN MISIR’IN SARAYI MI ZİNDANI MI?
Şükrü Hüseyinoğlu
(Not: Bu makale, Mısır’daki meşum darbe sonrası, Ağustos 2013’te kaleme alınıp İslam ve Hayat sitesinde yayınlanmıştır)
Bundan 10 yıl önce “Mısır’daki mevcut Firavuni düzenin başına bir Müslümanın gelmesi doğru mudur?” diye bir soru sorulsaydı, Türkiye’de tevhidi uyanış bakiyesi çevrelerin vereceği cevap “Tabii ki hayır, Müslümanlar bâtıl sistemleri yönetmeye değil yıkmaya taliptirler” şeklinde olurdu. Bâtıl bir sistemi peyderpey içten dönüştürme gibi bir yaklaşımın ise, daha başından bâtıla karşı akidevi duruşun terk edilmesi ve bâtılla ilkesel uzlaşmaya mahkûm olunmasını beraberinde getireceği ifade edilirdi.
Aradan geçen 10 yıllık süreç, Türkiyeli Müslümanların çoğunluğunun 30-40 yıllık bilinçlenme sürecinde edindikleri temel kimi tevhidi kabullerden uzaklaşarak, mevcut bâtıl sistemlerin inkılaba uğratılması yerine, onlar bünyesinde merhaleci bir değişimi esas alan Muhafazakâr-Milli Görüşçü hareket stratejisine yaklaştı.
Yıllarca Kur’an’ın İslami mücadele konusunda vazettiği en temel ölçülerden biri olan “cahiliyeden ilkesel kopuş” yükümlülüğünü (1) adeta sloganlaştırarak savunan kimi çevreler bile, bu süreçte makas değiştirerek cahiliye bünyesiyle sınırlı değişim stratejilerinin destekçileri durumuna düştüler. Sistem içi aktörlerin sistem içi mücadeleleri konusunda tutum belirlerken, cahiliyeyi kökten reddeden akidevi duruşu değişmez temel konum edinmesi ve bu duruşu bozmadan olup bitene müdahil olması gereken Müslümanların çoğu, ne yazık ki kendilerini sistem içi mücadele içerisinde konumlandırarak ufuklarını sistem içi mücadele ile daraltmış oldu.
Bu sebeple “Mısır’ın cumhurbaşkanlığı sarayındansa hapishaneleri Mursi’ye yakışmaktadır” şeklinde bir yaklaşım bu çevrelerde muhtemelen şaşırtıcı, hatta saçma bir yaklaşım olarak algılanacaktır. Bu böyledir, güneşi unutmuş ve karanlığı kaçınılmaz ve değiştirilmez yerleşik durum olarak algılaya gelmiş insanlara siz güneşten, güneşin doğacağından söz ettiğinizde saçmalamış olursunuz!
Elinde Kur’an gibi bir inkılab kitabı ve önünde Allah Rasulü’nün (a.s.) güzel örnekliği bulunan Müslümanların, ufuklarını bâtıl sistemlerle ve onların iç sorunları ve çekişmeleriyle daraltması hiç akıl kârı bir tutum olabilir mi?
İhvan ve Muhammed Mursi’nin gayelerinin, Mısır’ı ve dünyayı gül bahçesine dönüştürmek olduğunu biliyoruz tabii ki. Ancak mesele gayeyle usulün örtüşüp örtüşmemesinde. Gül bahçesi kurmayı hedeflemek güzel de, onu bataklığın üstüne kurmaya kalkışmak akıllıca bir yaklaşım mı? Kur’ani öğretiye ve Nebevi örnekliğe uygun mu böyle bir yaklaşım? Hangi Peygamber (a.s.) bataklığın üstüne gül bahçesi kurmaya kalkıştı?
Tüm Peygamberlerin (a.s.) mücadele sünnetinde gördüğümüz üzere İslam’ın değişmez usulü önce bâtılı ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Hafriyat çalışması yapmadan bina inşa etmeye koyulmak akıllıca bir iş değildir. Mısır’ın, Türkiye’nin ve ümmet coğrafyasının diğer bölgelerinin Müslümanlarının yeniden kavramaları gereken en temel toplumsal/siyasal dönüşüm ilkesi bu olsa gerektir. Bâtılın köhne binasının üstünde hakkı ikame etmeye kalkışmak ilkesel açıdan da yanlıştır, reel politik açıdan bakıldığında da sonu selamete çıkmayacak bir yaklaşımdır. Çünkü bâtılın üstüne bina edilecek “hak”, hiçbir zaman hakkın kendisi olamayacaktır, bâtılla bulanmış bir sentez olmaya mahkum olacaktır.
“Batı Putunu, Müslümanlar İlkelerini Yiyor” başlıklı makalede de anlatmaya çalıştığımız gibi, mevcut Mısır rejimi İslam’ın ölçülerine göre gayri İslami bir rejimdir, cahili bir yapı ve işleyişe sahiptir. Askeri, idari ve yargı bürokrasisiyle ABD’ye bağlı ve bağımlıdır ve Camp David anlaşmasıyla da siyonist işgal rejimini ilk tanımış Arap rejimi durumundadır. Temel nitelikleri itibariyle cahili bir siyasal yapıyı ifade eden Mısır rejimi karşısında Müslümanların takınması gereken tutumun esası akidevi red temelinde olmalıdır. Bir Müslümanın, Âlemlerin Rabbi’ni ölçü, Rasulü’nü önder kabul etmeyen, Âlemlerin Rabbi, Rasulü ve Mü’minler dışında velayet bağları kuran bir siyasal yapının başında bulunması asla meşru (şer’i ölçülere uygun) bir durum değildir. Bu büyük bir bid’attır. Müslümanların bu konudaki yanlış yönelimlerinden bir an önce vazgeçmesi, Rasullerin sünnetine tâbi olarak, cahiliye gemilerini tamir çabaları yerine, hakkın gemisini inşa yoluna koyulmaları gerekir.
İhvan yöneticileri ve Muhammed Mursi halen ölçülerinin Kur’an, rehberlerinin Allah Rasulü olduğunu ifade etmekte ve İslami hedeflerden şaşmadıklarını deklare etmektedirler. O halde onlara yakışan usülde de İslami hedeflere uygun Kur’ani-Nebevi çizgiyi takip etmeleridir. İhvan’ın içinden çıkmış bir öncü olarak Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler kitabında bu konuda temel ilkelerin altını bir kere daha çizmiş bulunmaktadır. Mısır’ın Müslümanları (ve tabii ki Türkiye’nin ve ümmetin diğer bölgelerinin Müslümanları) açısından bu ilkeleri hatırlamak bugün için çok elzemdir.
Bir Müslümanın cahili bir siyasal yapının başında bulunmasındansa onun zindanlarında bulunması evladır. Çünkü cahiliye ile İslam ve cahiliye taraftarlarıyla Müslümanlar arasında asla telif edilemeyecek olan bir ayrılık, bir ayrışma vardır. Hakla bâtıl insanlığın ilk dönemlerinden bu yana mücadele halindedir ve bu mücadele hiç bitmeyecektir. Önemli olan hakla bâtılın birbirinden kesin hatlarla ayrıştırılması ve herkesin tercihini buna göre yapmasıdır.
Hz. Peygamber’in (a.s.), Yesrib’e hicret etmek için orada İslam’ın iktidarının şartlarının hazırlanmasını beklemesi ve Hz. Yusuf’un (a.s.) zindandan çıkmak için masumiyetinin tescil edilmesi şartını ifade etmesi, bugünün Müslümanları olarak bizlerin üzerinde durup düşünmemiz gereken hususlardır. Bu iki örnek, bize İslam’ın iktidar iddiasını hatırlattığı gibi, bu iddianın kuvveden fiile dönüştürülmesi sürecinde takip edilecek usül konusunda da ipuçları vermektedir.
Bâtılın zail ve hakkın hakim olmasının şartları oluşmadan iktidar olmaya çalışmak, hem muktedir olamamayı, hem de aralarının mutlak olarak ayrıştırılması gereken hakla bâtılın birbirine bulandırılması sonucunu doğurur, kaçınılmaz olarak. Hz. Yusuf gibi “dilediği gibi hareket etme” (2), yani muktedir olma gibi bir konuma kavuşmadan iktidar olmak ilkesel olarak da, reel politik olarak da doğru bir tercih değildir. Muhammed Mursi’yi devirmek için Mısır’da suni olarak oluşturulan benzin kuyrukları ve elektrik kesintileri, muktedir olmadan iktidar olmanın acı örnekleri olarak tarihe yazılmıştır.
Netice olarak Mısırlı Müslümanlara, Firavun düzeninin zindanlarında olmaktan ötürü ye’se düşmemelerini, bu bâtıl düzenin makam koltuklarının değil, onlardansa zindanlarının kendilerine yakıştığını ifade etmek istiyoruz.
Dipnotlar:
1- Bkz: Müzzemmil, 73/10
2- Bkz: Yusuf, 12/56
(İslam ve Hayat)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *