Hafız Baki Efendi, dini hayatın dışında bırakanları, dinin önemini, ulviyetini, kutsiyetini takdir edemeyenleri ağır bir şekilde eleştirerek, hak ile batılı ayıramayan aciz mahlûklar olarak vasıflandırıyor.
Din, Yine Din, Daima Din
Yakup Döğer
Meşrutiyetle Cumhuriyet arası dönemin matbuatına göz gezdirirken, 1918-1920 yılları arası çıkmış olan İtisam Mecmuasında yayınlanmış Hafız Baki imzalı makaleler dikkatimizi çekti.
İtisam Mecmuası 1918-1920 tarihleri arasında Ahmed Şirani(1879–1942) tarafından haftalık olarak yayınlanmış, 73 sayı çıkmıştır. Dönemin can alıcı konularına dikkat çekmeye çalışan mecmua, özellikle kadın meselesi, ahlaki yozlaşma, İslam Alemi, Din-i İslam konularında makaleler neşretmiş, hastalıkların tedavisini de dine bağlanmak olduğu anlatmaya çalışmıştır. Makale müellifi Hafız Baki’nin kim olduğu hakkında ise bir malumata ulaşamadık.
Müellif makalelerinde genellikle dine dikkat çekmekte, dinin bozulması sürecine değinip, dini ve dolayısıyla devleti ve toplumu da ifsat edenleri eleştirmektedir. Dinin hayatın dışında bırakılmasına, dinin hor görülmesine, dinden uzak durulmasının sürekli tavsiye edilmesine karşı şiddetli bir muhalefette bulunur. Devletin ve toplumun son on seneden beri müthiş bir şekilde ahlaki yozlaşmaya maruz kalmasının sonucunda her türlü kötülüğün insanları sardığını avazı çıktığı kadar haykırmaktadır.
Egemen güce getirdiği eleştirilerinden dönemin uleması da zaman zaman nasiplenmekte, bu makalesinden başka bir makalesinde iktidar-ulema ilişkisine değinerek, ulemayı ağır bir veballe suçlamaktadır. Makaleye dönecek olursak, ilgili makale “Din Yine Din, Daima Din” başlıklı olarak İtisam’ın 24 Temmuz 1919 tarihli 34’üncü sayısının 330’uncu sayfasında yer alıyor.
Hafız Baki Efendi, dini hayatın dışında bırakanları, dinin önemini, ulviyetini, kutsiyetini takdir edemeyenleri ağır bir şekilde eleştirerek, hak ile batılı ayıramayan aciz mahlûklar olarak vasıflandırıyor. Kurtuluşun ise ancak dine sahip çıkmakla olacağına dikkat çekiyor. Dinsiz bir milletin her an yıkılabileceğini, dinden uzak durulması gerektiğini savunanların biçare zavallılar olduğunu belirtir.
“Bizi bu düştüğümüz girdab-ı felaketten kurtaracak ancak dindir. Din insanlara ilahi bir bağıştır. Dinin ulviyetini, kutsiyetini takdir edemeyenler hak ile batılı birbirinden ayıramayan aciz mahlûklardır.”
Dinsiz bir millet her an yıkılmaya mahkûmdur. Dinin bağı ve emirleri altında yaşamayı gereksiz ve lüzumsuz gören mağrurlar ne kadar biçare, ne kadar zavallıdırlar. Dinler, ,insanın bütün ihtiyaçlarını karşılayacak kapasiteye sahip birer kitaptır. Bütün bilemediklerimizi onda öğreniriz. Her yapacağımız şeyde bize rehberlik eder. Din insanları tarik-i müstakimde yaşatır.”
Hafız Baki Efendi, yaşadığı tarihin iktidar uygulamalarına dikkat çekmekte, dini hayattan soyutlamaya çalışanlara seslenmektedir. 1919 tarihleri Osmanlının devlet olarak en buhranlı zamanlarıdır. Devlet-i Ali Avrupa emperyalistleri hak yiyiciler tarafından parçalanma sürecine sokulmuş, bu sıkıntılarının üstüne birde toplumsal alanda iktidar eliyle dinin gereksizliğine dair çok hızlı bir propaganda yürütülmektedir. Aynı zamanda din ile devletin birbirinden ayrılması meselesi o dönemin en sıkıntılı gelişmelerindendir. Makalenin neşredilme tarihinden kısa bir zaman sonra 1919 meclisi mebusan seçimleri yapılacak, Osmanlı Devleti dışında dinden bağımsız kurucu bir irade meselesi konuşulmaya başlanacaktır. İtisam bu tartışmalar üzerinde birçok makale neşretmiş, dinin devletten ayrılmasının mümkün olmadığı hususunda önemli yazılar yazmıştır.
Dönemin Müslüman matbuatında dikkat çeken hususlardan birisi de Osmanlı toplumunda çok erken denebilecek dönemde fitne ve fesadın olağanüstü düzeyde yükselmiş olduğunun sürekli zikredilmesidir. Bugünlerde gördüğümüz münkerin, fesadın, ahlaksızlığın, dünyeviliğin tarihi izleri o dönemlerde kendisini göstermektedir. Yani 21. yüzyılda Müslüman toplumların ahlaksızlıkta geldiği eşik, hemen önceki günün, dünün, yakın tarihin semeresi değildir. Günümüzün yaşanan sıkıntılarından büyük üzüntü duyan Müslümanlar olduğu gibi, o günde Hafız Baki ve O’nun gibi düşünenler çok üzüntü duymaktadır. Bu üzüntü O’nu canhıraş çığlıklar atmaya götürür:
“Ey gafiller, ey dinin irşadına ihtiyacımız yoktur diyen heva peşindeler! Neden dini bu kadar mahkur görüyorsunuz! Acaba kasrı zekanız onun ihtiva ettiği mehasin ve fezaili derk edebilmek kuvvetine haiz midir? Dinsiz bir kavim her fenalığı yapmaya, her fezahati irtikab etmeye müstaiddir. Ve böyle bir millete de her türlü mesaib ve felaket mukadderdir.
On seneden beri bu millet birkaç dinsizin yüzünden bütün acıları, bütün felaketleri gördü. Memleketin her köşesi bir harabeye döndü. Bir yandan dini mukaddes abidelerimiz hadım edildi. Dini âdetimize, ananetimize hürmet ve itibar kalmadı… Diğer taraftan kadınları rezaile, ahlaksızlığa, fuhşa sevk eden kulüpler, birahaneler açıldı. Tesettür, bütün Müslüman kadınlarını rencide edecek şekle ifrağ olundu.”
Hafız Baki Meşrutiyetin ilanıyla beraber başlayan yozlaşmaya, İttihatçı bozguncuların fesadına işaret etmektedir. Dine ihtiyacımız yoktur diyenler on yıldan beri iktidardadır ve özellikle ahlaki bakımdan Müslüman ahaliyi ifsat etmeyi sürdürmektedirler. Özellikle Ahmed Rıza pozitivist düşüncenin Osmanlıya taşınmasında önemli rol oynar. Abdullah Cevdet gibiler, ne dini, ne İslam Medeniyetini tasvip ederler. Dini terakkinin önünde engel görenler, iktidarın başına gelmiş, meşruti bir idare kurulmuştur. Bu gelişin dini açıdan meşruiyetini dönemin ulema kesimi sağlamıştır. Hafız Baki’nin yukarıda zikrettiği ahlaksızlıklar dönemin bütün Müslüman matbuatında yer almış, dile getirilmiştir.
Aslında bir bakıma Hafız Baki Efendi, kendisinden yüzyıl sonrasının da fotoğrafını çekmektedir. Bugün de dine, Allah’a, peygambere kal diliyle olmasa da hal diliyle ihtiyaç olmadığı aleni şekilde ifade edilmektedir. Devletin kurucu iradesinin dinden bağımsız oluşu, hiçbir kutsala saygısının bulunmayışı, siyasi, askeri, ekonomik, hukuki, eğitim alanlarında dinin hiçbir etkisinin görülmemesi, dine ihtiyacın olmadığının ifşasından başka nedir? Hakeza bunlar gibi, ahlaksızlığı, fuhşiyatın, fitne ve fesadın, faizin, kumarın, edepsizliğin, hayasızlığın bir hayat tarzı haline gelmesi, iktidarların ve onların yardakçılarının dine ihtiyacın olmadığını göstermeleri açısından yeterli şer’i delil mesabesindedir.
Hafız Baki, İttihatçılara ateş püskürür ve onları “Selanik dönmeleri” olarak sıfatlandırır. Bilindiği gibi İttihatçıların merkez karargâhı Selanik’te bulunmakta ve Meşrutiyetin ilanına giden süreç Balkanlar’dan başlamıştır. Abdülhamit’e karşı ilk isyan hareketlerinin fitili Avrupa destekli olarak Yunan, Rum, Sırp, Bulgar çeteleriyle işbirliği yapan İttihatçılar tarafından buralarda başlamıştır. “Selanik dönmeleri” Ümmet-i İslam’a ne kadar düşman varsa, hepsiyle işbirliği yapmış ve Meşrutiyet ilan edilmiştir.
“Milleti bu dereke-i mezalete, kadınlarımızı bu sukut-u ahlaka dev adımlarıyla sürükleyen o dinsiz, mezhepsiz Selanik dönmeleridir.
İslamların şiraze-i ahlak ve diyanetini berbad eden onlardır. Bu mukaddes beldeyi telvis edenler, bu aziz ülkeyi her türlü kabih ve şenayi rezaili ilka eden hep onlar, yine hep o hainlerdir.”
Hafız Baki Efendi kendi deyimiyle bu Selanik dönmesi dinsiz mezhepsizlerin yönettiği mukaddes belde on senede berbat bir hal almış, ahlaksızlık, fuhuş yayılmış, birahaneler, kulüpler açılmış, Müslüman kadının tesettürü hakir görülmeye başlanmıştır. Yine Hafız Baki Efendinin deyimiyle Selanik dönmesi dinsiz mezhepsizler, isyan hareketlerinin sonucunda meşrutiyeti ilan edince, dönemin uleması tarafından kahramanlar olarak iltifat görmüş ve mahcubiyetle kendilerine şükran ve teşekkür edilmiştir.
Baki Efendinin yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen hala gözü açılmayan Müslüman ahaliye de bir çift sözü vardır:
“Ey ümmet-i necibe, artık hakikati öğren, dinsizlere bu memlekette ağız açtırma. Milyonlarca müminin nazarları buraya mütevecihtir. Bu mukaddes İslambolu hırpalama. Bu belde-i mübarekede onların meşum ve melun sadaları artık yükselemesin. Namı artık yükselmesin!…”
Ümmeti uyanmaya çağıran müellifin iç yangını satırlarına sirayet etmiştir. Meşrutiyetin ilanı sonucunda bütün kesimlerde ortaya çıkan serbestlik ve rehavet, Müslümanlar arasında da etkisini göstermiştir. Müslüman mütefekkirlerin büyük çoğunluğunun mebus ya da ayan olmaları hasebiyle salt siyasi meselelerle kilitlenmeleri, sürekli meclis gündemine yoğunlaşmaları, toplumla olan ilişkilerine halel getirmiş, savaşların, sıkıntıların, yoksullukların vurduğu ahalinin her biri bir tarafa savrulmuştur.
Meşrutiyetin ilanıyla hürriyetin surda açtığı gedik Müslüman mütefekkirlerin basiretsizlikleri sonucunda olumsuz yönde tecelli etmiş, meşrutiyet döneminde Kanun-i Esasinin getirdiği hürriyetten Müslüman muhalefet kendi geleneği doğrultusunda istifade edemediği gibi, kendisinden yüz yıl sonraki Müslüman muhalefette anayasal referandumların getirdiği özgürlükten istifade edememiştir.
Kendisine yabancı mekânlar ve usul dairesi içerisinde ve o mekânın usulünce hareket etmeye çalışarak hayır üretmeyi düşünen Müslümanlar, yüz yıl önce yaşanan hayal kırıklıklarından hiç ders almadan, yine kendisi olarak kalmaya ama kendisine yabancı mekânlar ve o mekânların usulüne göre, kendi geleneğine aykırı şekilde yol almaya çalışmaktadır. Bütün çabalara rağmen, ilerleyen fesat hız kesmeden devam ederken, ne yazık ki Müslümanlar kutsalsız vahalarda elleri ayakları toz toprak içinde çırpınmaya devam etmektedir. Yaşanan tecrübelerden hiç ders almamak, basiretsizlikten başka neyle izah edilebilir?
(Makale kaynağı, İtisam Mecmuası, 24 Temmuz 1919, sayı 34, sayfa 330)
2 Comments
Ahmet turkmen
16 Haziran 2019, 13:49Sa baki efendiye Rabbim Rahmet etsin .
REPLYZamanı kuşatan bir analiz ayni dönemde müslüman fikir adamları ve öğünü egemen güçlerine karsibcikan gerçek vatan evlatları hain olarak ya öldürulmuş yada sürgün edilmiştir. Batı uşağı yalaka zihinleri sanat edebiyat kültür akademik alanlara yerleştirerek zehir zemberek batıl fikirleri Anadolu insanına kurtuluş reçetesi diye sunan kendi fikir ve kölelik zihinleri ne nesli adette etmişlerdir. Çağdaş medeni diye sunulan her düşünce bu müslüman ümmeti yuzlastirmis gelecek nesillerin batıl uşağı aşağılık faşist sosyalist emperyalist kapital izmin tam bağımlı köleleri haline getirmiştir kendi oluşturdukları dini Allahını dini diye sunarak vahyin anlaşılmasına okunmasına engel olunmuştur .bağımlı üretemeyen düşünmeye korkan zira düşününce akifler gibi tarumar edilen ve bu güne taşınan global nesil düşünme akletme irdeleme inceleme yeteneği olmayan ne verirsen tüketen nesiller meydana geldi. Bakibefendi Rahmetullahi aleyh in uyanışı yürekli duruşuna çok ihtiyaç var.
Yakup Döğer@Ahmet turkmen
18 Haziran 2019, 19:15Evet Ahmet kardeşim. Baki Efendi gibi, sözü ve duruşuyla örnek olacak Müslümanlara çok ihtiyacımız var. Her meselemizi dine bağlamayı becerebildiğimizde, İnşallah daha isabetli kararlar vereceğiz. Bu makale bize bir şeyi daha hatırlatıyor, bugünlerde yaşadıklarımızın temelleri o dönemlere kadar gitmekte, hatta o dönemlerde bugünkü anlayışın ve algının zemininin atıldığı görülmektedir.
REPLY