İslam ümmetini diri tutacak tek yol

İslam ümmetini diri tutacak tek yol

Adamlar kendi gündemini oluşturup bizi sanal gündemle tartıştırıyor ve oyalıyor. Bizim aydın ve ulemamız da karşı bir tez geliştirip emperyalizmin sonunu, kapitalizmin iflasını veya yeryüzünün tek hakikati olan İslam’ın önlenemez yükselişini yazmalı…

Yarını Beklerken…

Ahmet Durmuş

Dünyayı imar/iskân anlamında yaşayabileceği bir mekân haline getirmekle görevli olan halife/insan, biyolojik anlamda çok güçlü görünse de psikolojik açıdan bir o kadar da zayıftır. Olumlu veya olumsuz, yaşadığı her olay karşısında mukavemet gösterip metanetini koruyabilen insan sayısı da yine yok denecek kadar azdır. Elimizde bu kanaatimizi doğrulayacak bilimsel bir araştırma mevcut değil, ancak bizzat hayatın içerisinde gördüğümüz ve tanık olduğumuz hadiseler bu iddiamızı kanıtlar mahiyettedir.

Hayatın tabi seyrinde yaşadığı veya gözlemlediği bir olumsuzluk insanın hayatını menfi yönde çok çabuk etkiler. Daha dün hatta biraz önce çok mutlu gözüken insan, bir de bakmışsınız ki, yüz hatları gerilmiş bütün bedenini hüzün kaplamış ve hayata dair bir küskünlük, ümitsizlik girdabına kapılmıştır. Bunun tam tersi de mümkündür, bakarsınız çok sıradan basit bir şey karşısında kendisini dünyanın en mutlu insanı zanneden yine aynı insandır. Yani hangi perspektiften bakarsak bakalım, insan fiziki olarak gerçekten güçlü görünen ama psikolojik olarak son derecede edilgen zayıf bir varlıktır. Yaşadığı hayatta her şey onu ilgilendirmektedir. Dolayısıyla bir anlamda kendisini hayatın çok katlı sorunlarının enkazı altında ezilmiş olarak hisseder. Bu ezilmişlik sonucu insan, hayatına çeki düzen vermek yerine hayatın kendisine bir çeki düzen verdiğinin farkında bile olmaz.

Bu yazının asıl amacı, tevhidi düşünceye sahip olduğuna inandığımız mü’minlerin, yukarıdaki sorunları yaşarken, geleceğe dönük ideallerinin/ümitlerinin daha baskın çıkmasına ve İslamî mücadelede karamsarlık yangınına su taşıyıp, diri kalmamıza katkı sağlamaktır. Gördüğümüz ve yaşadığımız zorluklar karşısında karamsarlığa ve ümitsizliğe düşmeden ilk günkü heyecanımızı muhafaza ederek zorluklara göğüs germek. “Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır”. (94/5-6).

Özellikle bugün 21. asrın ilk çeyreğinde her türlü bunalmışlığa rağmen Allah’a iman edip dava bilincini kuşanan her mü’min şu soruları haklı olarak sorabilir ve sorması da gerekir; Bir gün hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah’a ait olacak mı? Kendisinden başka bir din olmayan ve tüm insanlığın göz aydınlığı olan İslam, Allah’ın arzını nuruyla aydınlatacak mı? Daha açık bir ifadeyle yaşadığımız sistemde tüm kurumların İslam hukukuna göre düzenleneceğini görecek miyiz? Batılı insan zihninin ürünü olan, güya çağdaş demokratik ve seküler hayat tarzları yerini ilahi yasaların hükmüne bırakacak mı? Her alanda tek söz sahibi İslam olacak mı? Yeryüzünün her köşesini İslam’ın adaleti ve merhameti kuşatıp onun nuruyla aydınlanacak mı? Yeryüzünün neresinde olursa olsun devlet, başı zulme uğrayan birisi için vicdan azabı çekip elini uzatacak mı? İnsanlığı zalimlerin zulmünden kurtarıp bir güven ortamı tesis edilecek mi? Mazlumların arşa yükselen çığlıkları ve gözyaşları dinecek mi? İnsanlar insana kul olmaktan kurtulup yalnızca Allah’a kul olacak mı? Allah’ın mescitlerinde Allah’ın dini hiçbir çarpıtmaya uğramadan insanlara tebliğ edilecek mi? Milyonlarca insan daha refah bir hayat için Avrupa hayaliyle ölüm teknelerine binmekten vazgeçip mülteci olmaktan kurtulacak mı? Bir tarafta günlük bir dolara hayat süren, diğer tarafta sınırsız hazlar adına insani değerleri hiçe sayan müstekbirlerin sonu gelecek mi? Adam kayırmalar ve diğer insanların omuzlarına basarak kendisini öne çıkaran dalkavuk tipler geri plana çekilecek mi? Bu can alıcı bir o kadar da can sıkıcı soruları istemediğimiz kadar çoğaltabiliriz.

İşte bu yukarıya sıraladığımız olumsuzluklar bir dalgakıran görevi yaparak İslam ümmetine ümitsizlik pompalarken küresel emperyalist kâfirleri de rahatsız ediyor. O halde bu sorular birilerini rahatsız eder diye bu soruları yok sayabilir miyiz? Tabi ki hayır, var olan bir şeyi yok saymak inkâr etmek en basit tabirle ahmaklık olur kanaatindeyim. Hatta bu soruları sorabilen insan sayısı arttıkça birilerinin rahatsız olması kaçınılmaz. Bizim konumuz itibarıyla bilmemiz gereken bir gerçek de bugün yaşanan bunca olumsuzluğun sadece bu son yüzyılda olan bir şey olmadığını, kadim insanlık tarihinin birçok diliminde bu olumsuzlukların yaşandığını, var olduğunu kabullenmektir. Tarihin her döneminde katliamlar yapılmış, ülkeler işgal edilmiş, insanların malları çapul edilmiş, kadınları çocukları katledilmiş, ahlaki yozlaşma geçmiş dönemlerde de olmuş, ama yüreğimize su serpen bir hakikat varsa o da Allah’ın dini yeryüzünde aynı saflığıyla varlığını sürdürmüştür. İnsanoğlu kendi tarihsel serüvenini yaşarken, sünnetullah gereği, bu tarihsel seyirle beraber her zaman iyiliği emreden kötülükten sakındıran ve insanları esenlik yurduna/kurtuluşa çağıran bir avuç mü’min de olagelmiştir. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir”. (3/104).

Bugün bize ümit kaynağı olacak olan da işte budur, yani Allah’ın hiç değişmeyen ilahi yasaları. Bu yasalar sayesinde kâinatın yegâne hükümranı olan Allah’ın dini dimdik ayakta ve insanlığa kurtuluş ümidi olan bir topluluğun da kıyamete kadar varlığını sürdürmesi sünnetullah gereğidir. İnsanların anlamadığı veya anlamak istemediği şey aslında sadece bir nöbet değişiminden ibarettir. Eğer gerçekten inanmış mü’minler isek Allah’ın bize yüklediği ve bir önceki nesilden devir aldığımız tevhid bilincini koruyarak bizden sonraki kuşaklara miras bırakmak. Bu esnada bizim yapmamız gereken omurgalı durup sağa sola yalpa yapmadan Rasüllerin mirasına sahip çıkmaktır. Tek başımıza da olsa hayata tutunup İslam davasını kendimize dert edinmek ve İbrahim’i (as) kendimize örnek almaktır. “Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi”. (16/120). Eğer yarını beklerken kaygılarımızla beraber ümidimizi de kaybedersek elçilerin sünnetine ve Kur’an’a ters düşeriz ve çok beğenip dilimize doladığımız İbrahim’in (as) örnekliğini de sadece Kur’an sayfalarından okuyup geçmiş oluruz. Rasuller’in sarsılmaz tevhid bilincini kendimize örnek alırken onların Allah’a olan güvenlerini de sürekli zihnimizde diri tutalım ve Yakub’un (as) şu sözünü hiç unutmayalım: “Ey oğullarım! Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez”. (Yusuf/87). Biricik ciğerparesinin ölüm haberiyle sarsılan Yakub (as) bir yandan duygularını açığa vurup ah ederken diğer yandan Allah’a olan güvenini/ümidini de hiç yitirmiyor. Yakub’un (as) bu örneğini hayatımızın her alanında aklımızdan çıkarmamalıyız. Yani kederden kedere uğrasak ağıtlarımızdan dolayı gözlerimiz kör de olsa, hatta dünyanın tüm kaygılarını biz taşısak bile yarına dair ümidimizi korumalıyız. Fıtrat gereği endişeli olabiliriz ama ümitsiz asla olamayız. Yine yegâne kaynağımız ve tek dayanağımız olan Kur’an’a baktığımızda görüyoruz ki, Rasuller tek başına bir ümmetti, hiç birisi geri dönüp kaç kişi olduklarına/kaldıklarına bakmadı. Ölüm gelip kendisini alıncaya kadar Allah’ın dinini tebliğden vazgeçmedi ve zulmün karşısında kıyam etti. Hayatları boyunca bir devletlerinin olup olmadığından değil Allah’ın dinini insanlara tebliğ edip etmediklerinden hesaba çekildiler/çekilecekler.

Yukarıdaki sorulara vereceğimiz cevaplar bizi ya hayattan koparacak veya hayata daha sıkı tutunmamızı sağlayacaktır. Bizim olmazsa olmazımız hayata tutunup imtihanı kazanmak ise o zaman hayata tutunmamızı ve imanımızı güçlü kılmamızı sağlayacak cevaplar vermemiz gerektiğine inanıyorum. Eğer biz bu inancımızı, heyecanımızı, bu beklentimizi kaybedersek mağara arkadaşlarının dediği gibi saçma şeyler söyler kendimizle çelişmiş oluruz ve savunduğumuz davanın da hiçbir anlamı kalmaz. Hayatımız boyunca İslam’ın yeryüzünde egemen olduğunu göremesek bile bu HAYALLE ölürüz. Tekrar söyleyelim eğer ümitlerimiz tükenmiş bedenlerimize yorgunluk elbisesi giydirilmişse o zaman kepenkleri indirip hemen şimdi topuklarımız üzerine geri dönüp davamızdan vazgeçip evlerimizde ölümü bekleyelim. Fakat her ne olursa olsun dünyada yaşanan tüm aşağılık hallere rağmen karamsarlık ve ümitsizlik girdabından kurtulup kendimizi küçümsemeden Rasuller gibi sarsılmadan, yılanlar gibi gömlek değiştirmeden yolumuza devam etmeliyiz. Şu kısacık ömrümüzde günler, haftalar, aylar, yıllar ve asırlar bize çok uzun görünebilir. Kısacık ama bir o kadar da uzun ömrümüzü tamamlarken gül devrini de göremeyebiliriz, ama hiç önemli değil. Bir gün birileri o gül devrini görecek, o da olmadı ahirette hak yerini bulacaktır.

Bugün bakıyoruz batılı müsteşrikler tarih yazıyor, gündem belirliyor, evrenin ve insanlığın geleceğine dair söz söylüyor fikir üretiyor, yeryüzünün her köşesi onların bilgisi dâhilinde. Yok tarihin sonuymuş, yok siyasal İslam’ın iflasıymış, yok medeniyetler çatışmasıymış, gibi birçok tez üretip bize pazarlıyorlar. Bu çalışmaları yok saymak adına söylemiyorum ama adamlar kendi gündemini oluşturup bizi bu sanal gündemle tartıştırıyor ve oyalıyor. Bizim aydın ve ulemamız da karşı bir tez geliştirip emperyalizmin sonunu, kapitalizmin iflasını veya yeryüzünün tek hakikati olan İslam’ın önlenemez yükselişini yazıp artık batılın sonunun geldiğini tüm insanlığa deklare etseler ya, ama edemiyorlar çünkü bizim aydın ve âlimlerimizin çoğu İslam ve demokrasi arasında gelgitler yaşıyor. Oysa safını İslam’dan yana seçen her mü’min sadece Allah’a dayanıp güvenmeli ve başka hiçbir ideolojiye pirim vermemelidir. Bunu göze alacak ve sadece Allah’ın boyasıyla boyanacak yiğit insanlara yani İbrahim’lere ihtiyacımız var.

Sosyal hayatın gerçeklerinden birisi de şu ki, İslam ümmetini diri tutacak söylemler geliştirmemiz lazım. Bir yandan olup bitenleri gündem ederken bir yandan da ümidimizi korumaya ihtiyacımız var. Şu bir gerçek ki, bize ümit kaynağı olan ve tüm zamanları kuşatan İslam’ın bütün dünyada önlenemez yükselişi sürüyor. İslam’ın yükselişi bir palavra değil şuura yansıyan bir hakikattir. Bugün dünyada olup bitenler karşısında karamsarlığa kapılıp sahneden çekilmek yerine sebat ve sabrı kuşanıp yeniden sahnedeki yerimizi almak zorundayız. Yarını beklerken yapmamız gereken tek şey elimizdeki mesajı doğru okumak ve ona sıkı sarılmaktır. Allah’ın Rasüllerinin mücadele yöntemlerine bir bakalım, birçoğu yaptığı tebliğ karşılığında canını ortaya koydu ve şahadete erdi. Bir kısmı sürgün yedi, yurdundan çıkarıldı ama günün birinde ayaklarını yere vura vura geri döndü. Bu dava öyle büyük bir dava ki, davanın gerçek sahibi olan âlemlerin Rabbi İslam ümmetine ne diyordu: “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Al-i İmran/144). Kendilerine liderlik eden Rasul (as) ölse ya da öldürülse yine geri dönmek, yese kapılmak yok. Yapılacak şey ölene odaklanmak yerine İslam’ın bekasını dert edinip aynı kararlılıkla yola devam etmektir. Çünkü insan ölümlü ama bu dava ebedîdir ve kıyamete kadar da yaşayacaktır.

Son olarak diyebiliriz ki, İslam ümmetini diri tutacak tek yol dava bilinci olsa gerektir. Eğer biz vahyin inşa ettiği bir kişiliğe sahipsek ve kuşandığımız dava bilincinde gerçekten samimi isek kimse bizi ümitsizliğe düşüremez. Düşeriz, kalkarız, tek başımıza kalırız ama yolumuza devam ederiz. Yolculuğumuz esnasında önemli olan Vahiy/insan ayrılmazlığını ve Rasül’ün de örnekliğini kendimize rehber edinerek kulluğumuzun bilincinde olmak ve Allah’tan ümidimizi kesmeden geleceğe dair güzel hayaller kurmak zorundayız. Çünkü İslam’ın bize vaat ettiklerinin hayali bile insanı diri tutmaya yeter de artar bile. “Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz”. (Al-i İmran/139).

VENHAR

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *