Tarihçi yazar Kadir Mısıroğlu’nun, “keşke Yunan galip gelseydi” sözlerini İsmail Küçükkılınç, “Mustafa Kemal muhalefetini, hatta husumet ve nefretini ancak bu şekilde dile getirebilmiştir.” diye açıkladı.
Kadir Mısıroğlu hakkında özellikle sosyal medya yapılan “nefret suçu” kapsamına girecek denli yapılan paylaşımlar üzerine, yazar İsmail Küçükkılınç bugünkü yazısında Mısıroğlu’nun o tartışmalara neden olan sözlerini yorumladı.
Mısıroğlu ile aynı görüşte olmadıklarını kaydeden Küçükkılınç, Mısıroğlu’nun sözlerinin Atatürk’e olan muhalefetinin ifadesi olduğunu savundu. Yunanlıların Müslümanlara nasıl davrandıklarını Mısıroğlu’nun da gayet iyi bildiğini anlatan Küçükkılınç, Fetullah Gülen aleyhindeki sözlerinden de bahsederken, Gülen’in ruh ve zihin yapısını yüksek sesle ve yılmadan dile getirme önceliğinin Ercümend Özkan’da olduğunu da belirtmeden geçmedi.
Küçükkılınç’ın işte o yazısı:
Kadir Mısıroğlu’nun hastalığı ile alay etmek mertlik değildir
Geçen senenin Şubat ayında hastalığı, Kasım ayında da Diyanet İşleri Başkanı’nın kendisini ziyareti sebebiyle bilhassa Kemalist-Atatürkçü-Ulusalcı-Sol Laik kesime mensup şahıslar, Kadir Mısıroğlu ile ilgili sosyal medyada nefret suçu kapsamında olan çok sayıda paylaşıma imza attılar. Biz de o dönemler sosyal medya hesabımızda bu tavrı çirkin bulduk ve kınadık.
Mısıroğlu’nun yoğun bakıma alınması üzerine mezkûr gayrîinsanî ve gayriahlakî tavır maalesef tekerrür etti.
Mezkur paylaşımlar ülkemizin bu zihniyetin idaresine geçtiğinde neler yaşanacağının da somut misal ve delilleri olmalıdır.
Bizler sadece tarihe bakışaçısıyla değil, dinî inanış ve düşünüş tarzıyla da Kadir Mısıroğlu ile farklı yelpazelerde olan insanlarız. Muhtemeldir ki, üstad bizleri “sapık” olarak da görüyordur.
Ülkemizde tenkid ahlakı gibi tahammül itiyadı[alışkanlığı] da mefkud[mevcud deği], en iyi ihtimaal kâfi derecede değil. Maalesef, herkes işine geldiği kadar ahlaklı ve tahammüllü oluyor.
Kadir Mısıroğlu, “keşke Yunan galip gelseydi ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat kaldırılırdı, ne medrese lağvedilirdi, ne hocalar asılırdı, hiçbiri olmazdı” ifadelerinin de yer aldığı konuşmasında asla ve kat’a Yunan işgalini tasvip eder bir niyete sahip olmamıştır. Bunun aksini söyleyenler ya cahil ya da kötüniyetlidir.
Mısıroğlu, Mustafa Kemal muhalefetini, hatta husumet ve nefretini ancak bu şekilde dile getirebilmiştir. Yani, bilahare kendisinin tavzih ettiği üzere “Mustafa Kemal’in yaptıkları, Yunan galip gelseydi onun yapacaklarından daha ağır olmuştur” demek istemiştir. Biz, böyle bir kıyası hem muhteva hem de üslup açısından doğru bulmuyoruz. 1821 Mora İsyanı’nda Yunanlılar Müslümanlara karşı tecavüz ve katliamda hiçbir insanî ve vicdanî ilke gözetmemişler, teslim olanlara dahi arzın ve semanın isyan edeceği fiiller ika etmişlerdir. Hakeza Balkan Harbi’nde de Yunanlılar Müslüman ahaliye zulümde Bulgarları aratmamışlardır. Mısıroğlu elbette bunları bilmez değildir. Kendisinin bu hususta kaleme alınmış bir eseri de mevcuttur.
Malumdur ki delikanlılık, mertlik, adamlık evvela bir sözün lafzının ve ruhunun birlikte mütalaa edilmesini iktiza ettirir. Teşbihin, kıyasın yanlış, mübalağalı, hatta saçma olması niyetin, kastın kötü olduğuna delalet teşkil etmez.
Kadir Mısıroğlu, bizim gibilere; Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh, Mehmed Akif, Hüseyin Kazım Kadri, Fazlurrahman gibi isimlere müspet yaklaştığımız, tasavvufa, bilhassa tarikatlere tenkidler tevcih ettiğimiz, geleneği ciddî bir taramaya tabi tuttuğumuz, hurafelerle amansız bir mücadeleye giriştiğimiz için maalesef sadece tahammülsüz değil, aynı zamanda hasımdır da. Ancak Kadir Mısıroğlu herşeye rağmen inandıklarını söylemede emsali na-mesbuk bir kararlılık ve cesaret sahibi birisidir. 1995’te Sultanahmet’teki Dinî Yayınlar Fuarı’nda Başhain ve Başhaşhaşînin ismini anarak ve bağırarak “domuz bu, domuz; Vatikan’ın adamı” diye ünlediğine bizzat şahit oldum. Ancak şunu da istitrad kabilinden söylemeliyim ki, Pensilvanya Mülevvisi’nin ruh ve zihin yapısını yüksek sesle ve yılmadan dile getirme önceliği merhum Ercüment Özkan’a aittir.
Mısıroğlu, tarih ilminde/bilgisinde behresi olmayan biri de değildir. Lozan Zafer mi Hezimet mi unvanlı üç ciltlik eseri de birkaç esaslı hata haricinde ortalamanın hayli fevkinde bir kaliteyi ve kaynaklık vasfını haizdir. Öyle birilerinin iddia ettiği gibi sıradan bir çalışma değildir. Ancak Mısıroğlu, insafsız ve anlamsız bir İttihadçı düşmanı olduğu için İttihadçılığı tartışmasız olan Ali Şükrü Bey’i, adeta İttihadçı düşmanı gibi göstermiş ve bu önyargısıyla kitabın kaynaklık vasfını da zedelemiştir.
Mısıroğlu’nun Kemalizme, Atatürkçülüğe ve Mustafa Kemal’e yaklaşımı net ve dürüsttür; ikili hareket etmemektedir. Kemalizme düşman, Mustafa Kemal’e de hatırasına alenen hakaret etmedikçe hasım olmak suç değildir. Hiç kimse aldığı nefesi Mustafa Kemal’e borçlu değildir. 5816 sayılı kanun Demokrat Parti’nin acziyeti, Celal Bayar’ın da Mustafa Kemal tapınısı eseridir. Her ne kadar “Hatıraya alenen hakaret” artık bu çağda bir garabet halini almış, ziyadesiyle soyut ve inanılmaz bir yorum çeşitliliğine sahip ve kötüniyetli bir hâkimin her türlü eleştiriyi bu kapsamda mütalaa etmesi de teorik olarak mümkünse de normal şartlarda Mustafa Kemal’in hatırasına alenen hakaret etmedikçe, sövmedikçe ve ayrıca heykellerine de zarar vermedikçe hiç kimse ne yaparsa yapsın bu kanun kapsamında bir suç işlemiş olmaz. DP iktidarına kadar düşünülmeyen bir suçun DP devrinde vaz’edilmesi hem bir ironidir hem de bugün artık taşınması ağır bir yüktür. Herkes demokratik usullerle bu kanunun ilga edilmesini talep edebilir.
Tüm bunlara rağmen herkes mukayese ve teşbihte bulunurken, kelimelerini seçerken azamî bir dikkate sahip olmalıdır. Kaldı ki kimi zaman üslubun muhtevadan, şeklin de esastan önce geldiğini de hatırdan çıkarmamalıdır. Mısıroğlu, “keşke Yunan galip gelseydi” yerine “Yunan galip gelseydi bile” şeklinde bir ifade kullansa zannımca daha az tepki alırdı. Ancak erkeklik, mertlik, delikanlılık vadisinde iş tutanlar da bir kimsenin sözünü lafız-mana birliği ve niyet unsurunu yok farz ederek değerlendirmemelidir. Ancak mesele birinin görüşleri ve sert ifade ve iddialarından dolayı eleştirilmesi değil, onun hastalığının intikam alma vesilesi telakki edilmesidir. Bu, tek kelimeyle ayıptır.
Not:1- Bazı gençler, her ne kadar Atatürkçü bazı meşhur isimlerin yayına hazırladığı kitapların ilgili sayfalarını ve bazı meşhur gazetecilerin televizyon programlarının linklerini paylaşarak Mustafa Kemal’in dinî inancına dair paylaşımlar yapıyorlarsa da onlar bilmelidirler ki bir üniversite talebesinin öncelikli işi okulunu bitirmek ve bir meslek sahibi olmaktır. Kritik dönemlerde bir şikâyet veya ihbar halinde bir gaile ile karşılaşma ihtimalini hesaba katmalıdır. İhbarcılığın olduğu yerde her şey mümkündür.
2- Türk Milleti’nde hastalık, başkasına verilmesi talep edilen bir şey değildir. Ağır bir hastalığa düçar olanlar “Allah düşmanımın başına vermesin” derler. Çok az insan o da kızgınlık eseri bedduada böyle bir şeyi dillendirebilir, ancak bu, ölçü olmaktan uzaktır. Birinin ölümünü dilemek, ecelinin bir an önce gelmesini istemek zannımca sağlıklı bir ruh halinin yansıması değildir. Kadir Mısıroğlu maddî hataları, perspektif yanlışları ile hem de çok sert, çok acımasızca tenkid edilmelidir. Ancak onun hastalığı ile dalga geçmek, “hâlâ ölmedi mi?” demek, “sevinçli haberi bekliyoruz” demek delikanlılığa, insanlığa sığmaz.
3-Her kavganın, her tartışmanın, her mücadelenin kendi bağlamında yapılması gerekir. İnsanlar düşman olsalar dahi buna riayet etmelidir. Birinin ölümüne bel bağlamak , bundan sevinç duymak acziyettir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *