İslam da şüphesiz toplumların liderleri, yani imamları olmasını istemektedir fakat İslam’ın İmam’ı, halkını beşerin değil, Allah’ın belirlediği hayat tarzına davet eder. Bu, Kur’an ve Rasul’ün güzel örnekliği ile belirlenen hayat tarzıdır. Bu, insanlığı felaha davet eden bir yoldur.
Kur’an’ın uyarısı dobra, açık, yalın ve çarpıcıdır:
“Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi Yol’dan saptırdılar.”
“Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onlara büyük bir lanetle lanet et.” (Ahzap, 67-68).
Bu iki ayetin makablinde, yani 64-66. ayetlerde Allah’ın kafirlere lanet ettiği, onlara çılgın bir ateş azabını hazırladığı, kendilerine hiçbir veli ve yardımcı olmaksızın, daimi kalacakları anlatılır. Ateşte azap görürlerken, “Keşke Allah’a itaat etseydik, keşke Rasul’e itaat etseydik!” sözleriyle son pişmanlıklarını kusacaklardır.
67. ayetteki ‘reisler’ olarak tercüme ettiğimiz kelime ‘sâdât’tır. Sâdât seyyid’in çoğuludur. Seyyid kelimesi usta, şef, ulu kişi, lider, başkan gibi anlamlara gelmektedir. ‘Kuberâenâ’ ise ‘kebirlerimiz’ yani büyüklerimiz demektir. Seyyidler ve kebîrler: reisler ve büyükler… İbni Kesir’in naklettiğine göre Tavus, ‘seyyid’ kelimesini eşraf, ‘kuberâ’yı da alimler olarak yorumlamıştır. İbni Kesir’in kendisi ayeti şöyle yorumlamaktadır: “Yani emirler demek olan sâdâta ve meşihat cinsinden olan büyüklere itaat ettik de Rasullere ters düştük; o büyüklerin/reislerin katında bir ‘şey’ vardır, onlar bir ‘şey’ üzeredirler diye itikat ettik. Meğer onlar hiçbir ‘şey’ değillermiş!” Bu son cümleyi, “meğer onlar bir ‘hiç’miş!” diye de yeniden kurabiliriz.
İşte Allah’ın gazabını celbeden, işbu, bir ‘hiç’ olan reislerin-büyüklerin, ‘hiç’ oldukları halde, ‘her şey’ olan ilahi nizam ile insanların önüne gerilmiş olmalarıdır.
Elbette, toplumlara vaziyet eden liderleri, önde gelen ilim adamlarını mutlak surette ve kategorik olarak ‘hiçleştirmek’ mümkün ve de gerekli değildir. Çünkü lidersiz toplum düşünülemez. Zaten Kur’an’ın tenkidinden, mutlak surette liderliğin lanetlendiği anlamı çıkmaz. Başta Rasuller olmak üzere, geçmişte nice salih liderler toplumlarına liderlik yapmış, sahih önderlikler yapmışlardır. O halde sorun, reis olmakta değil, salih ya da fasit, mümin ya da fasık reis olmaktadır. Kur’an, vaziyet ettiği halkını ateşe sürükleyen liderleri tel’in etmektedir.
Fakat Kur’an, reisleri telin ederken, kitleleri masumlaştırmaz. İlahi Kitap hamasî halk dalkavukluğundan münezzehtir. İlahi Mahkeme, lanete layık görülen liderlerden şikayetçi olan halkları haklı bulmamaktadır. Dikkat edilirse müşteki grup bu şikayetini, yüzlerinin evrilip-çevrildiği cehennem ateşinin orta yerinden yapmaktadırlar. Oysa azabı görünceye kadar bir şikayetleri olmamıştı bunların. “Şimdi mi?” sorusu ile son dakikadaki iman iddiası reddedilen Firavun’dan bunların farkı ne olabilir ki? Kitleler cürümlerini itiraf etmişler ama çok geç kalmışlardır. İtirafları açık ve nettir: Reislere ve büyüklere itaat etmişler, reisler ve büyükler de onları Yol’dan saptırmışlardır.
Peki bu insanlar itaat etmeyip de, ne yapmalıydılar? Yapmaları gereken, 66. ayette açıklanmaktadır: reislere ve büyüklere değil de, Allah’a ve Rasul’e itaat etmeliydiler. Bu ‘çözüm önerisi’nden anlaşılmaktadır ki, reislere ve büyüklere itaat ederken Allah’a ve Rasul’e itaat ortadan kaldırılmıştı. Allah ve Rasul yerine, ‘tağut’ adı verilen bir düzen kurulmuştu.
Allah’a itaat meselesi türlü laf cambazlıklarıyla bir kalemde devre dışı bırakılmakta, bunun çağın çok ama çok gerisinde kaldığı, bugün artık yeni şeyler söylemek gerektiği masalları anlatılmaktadır. Rasul’ün (sav) bugün yaşıyor olmaması ise reislerin bezirganları nezdinde büyük bir keşfe dönüşmektedir. Oysa Rasul’e itaat edin buyuran Allah, “Rasul yaşıyorken” diye bir kayıt koymamıştır. Allah’ın indirdikleriyle Rasul, birbirinden ayrıştırılamaz bir bütündür. Rasul’e itaat etmeyi, onun yaşadığı İslam’ı yaşamak olarak anlamamıza bir engel bulunmamaktadır. Allah’a itaatin nasıllığı, Rasul’ün itaatinde ne bir eksik, ne bir fazla olarak mevcuttur.
Reislere ve büyüklere uymak neden cehennemlik bir suçtur? Çünkü reisler ve büyükler insanları Yol’dan (es-Sebîl) saptırmaktadır. Reislerin saptırması bin dört yüz sene sonra, bugün de çok canlı bir şekilde müşahede edilmektedir. Hatta ayet bugünümüze daha da ışık tutmaktadır. Reisler ve büyükler kitleleri büyülemekte (teshir etmekte), onlar da zaten büyülenmeyi muntazır oldukları için, kolayca büyülenmektedirler. Hiçbir çağrı onları bu derin ‘sapma’ bataklığından ayıktıramamaktadır. Çağrılara kör, sağır ve dilsiz kesilmektedirler. Dilleriyle Rabbimiz Allah’tır deseler de, uzuvları ve hareketleriyle rabbimiz reislerimiz ve büyüklerimizdir demektedirler.
Kur’an reisleri, kulları kullara kul yapan kurulu düzene iyice zapt u rapt ettikleri için tel’in etmektedir. Eğer kulları sadece ve sadece Allah’a kul olmaya davet etseler ya da buna güçleri yetmezse, hiç değilse kulları sadece Allah’a kul olmaya davet etmenin önünde bir engel olmasalardı, Allah’ın lanetini hak etmezler, kulların da günahına girmezlerdi. Reisler insanlara, fahşa ve münkerle lebalep dolu yolları hak yolmuş gibi süslemektedirler. Faiz, sömürü, haramlar, fuhuş, adam kayırma, mele ve mütref zümresini kalkındırıp, ezilenleri daha da ezme v.d. bir illüzyonist marifetiyle cazip kılınmaktadır.
İslam da şüphesiz toplumların liderleri, yani imamları olmasını istemektedir fakat İslam’ın İmam’ı, halkını beşerin değil, Allah’ın belirlediği hayat tarzına davet eder. Bu, Kur’an ve Rasul’ün güzel örnekliği ile belirlenen hayat tarzıdır. Bu, insanlığı felaha davet eden bir yoldur.
Azgınlıkta sınır tanımayan modern sistem, Allah’ın Dinini bir yaşam tarzı, dünya görüşü, yönetim biçimi olarak alabildiğine kof, işe yaramaz olarak göstermekte, bütün ilahi değerleri pörsütmekte, buna karşılık sürünün afyonu olarak, dinin belirli ibadet biçimlerine ise büyük bir lütuf edasıyla müsaade etmektedir. (Tıpkı Nemrut’un ben de öldürür ve yaşatırım demesi gibi). ‘Müsaade’ sözcüğü bile modern sistemin tanrılığına kati delalet etmektedir. İşte reisler-büyüklere esas rol bu pazarlıkta düşmektedir.
Yukarıda mealini verdiğimiz ayet-i kerimelerde dikkat edilirse, yığınların reislerden yakınmaları kabul görmemektedir. Bu, onların masum olmadıklarını gösterir. Reisler ve büyükler hangi suçu işlemişlerse, kitlelerle birlikte işlemişler, cehenneme giden yolun taşlarını birlikte döşemişlerdir. Müminlerin yolu ise açık, apaçıktır, berraktır, arı-durudur. Bu yolda görüş mesafesini düşürmeye hiçbir reisin ve büyüğün gücü yetmeyecektir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *