Kitap Kritiği: Emperyalizmin en ölümcül silahı

Kitap Kritiği: Emperyalizmin en ölümcül silahı

[Bir gün uzaydan yeryüzündeki hedeflere saldıracağız: gemilere, uçaklara, karadaki hedeflere…Uzayda savaşacağız. Uzaydan saldıracağız. Uzay içinde savaşa tutuşacağız. (General Joseph Ashy, ABD Uzay Ordusu Baş Komutanı)

America’s Deadliest Export: Democracy
William Blum, Say yay., 2. Baskı, İst. 2013, 406 sahife

Ali Göçmez

“… Uzay üstünlüğünden kaynaklanan sinerji kara, deniz ve hava üstünlüğü ile Kesintisiz Üstünlük sağlayacaktır… Uzay Kontrolü, uzaya ulaşımı, uzay ortamında özgürce hareket etmeyi ve gerektiğinde başkalarının uzayı kullanmasını engellemeyi sağlar.” (ABD Uzay Komutanlığı: 2020 Vizyonu)] (sayfa 11)

1967 yılında ABD’nin Vietnam’da yaptıkları yüzünden, Dışişleri Bakanlığındaki görevinden istifa ederek “Washington Free Press”i kuran ve editörü olan yazar Blum, kitabı yazmaktaki amacını bu şekilde tarif ediyor. W. Blum halen internette aylık olarak, Anti-Empire Report isimli bir haber bülteni yayınlamaktadır.

Demokrasi ‘halk yönetimi’ diye bilinir. Ama bu, tarihte icad edilmiş en büyük yalandır. Hiçbir halk kendi kendini yönetmez. Kendi yönetimini vekaleten birisine devretmenin adı Demokrasi değildir. Ayrıca, halkın verdiği kararları kim belirliyor? Kim etkiliyor?

Halkın çoğunluğu yaşanan olayların arka planından habersizdir. Genellikle medyada duyduklarına inanır. Bu sebeple, bir halkın görüşlerini ve değer yargılarını yönlendirmek mümkündür. Sonuçta halk, medya patronlarının istediğine inanır.Buna verilebilecek en yakın ve gerçek örnek 11 eylül 2001 ikiz kule saldırısıdır.

Amerikan derin devleti, başka ülkeleri işgal edebilmek için bir tehlike yaratmaları gerekiyor idi.Bu tehlikenin büyüklüğüne Amerikan vatandaşlarını ikna etmek için böyle bir olay tezgahladı. Hedef ülkeler Müslüman olduğu için de olayın failleri Müslümanlar olarak ilan edildi. Onların inlerine girmek için bahane bulunmuştu artık.1

Yazar düşünen bir insandır. Amerikan medyasının insan zihnini kodlamak için gerçekleri çarpıtarak verdiğini bilmektedir. Şöyle diyor:

“Bush faşistlerinin Afganistan’ın üzerine yürümesini, bu ‘başarısız devleti’ bombalamasını; sonra Irak’a girip ölümlere ve yıkımlara yol açarak 24 milyon insanın yaşamını mahvetmesini; İran halkına aynı cehennemi yaşatmasını; Haiti’de Jean-Bertrand Aristide’i devirmesini; Somali’de çaresiz göçmenlere bomba yağdırmasını; Küba, Venezuela, Bolivya, Nikaragua, Gazze ve imparatorluğun Allah vergisi misyonuna (!?) inanmayan diğer ülkelerde kargaşa yaratarak onları cezalandırmasını izliyorum… Her gün izlediğim haberler benim yaşama sevincimi yok ediyor. Yalnızca Amerikan askeri güçlerinin dış dünyadaki cinneti ve ülkemde sürekli gelişen polis devletinin yaptığı haksızlıklar değil, tüm söylenen yalanlar ve sergilenen salaklıklar karşısında duvarlara tırmanacak hale geliyor, televizyon ve radyoda sürekli kanal değiştiriyor ya da tümüyle kapatıyor, gazetelerde başka sayfaya geçiyorum.”(s.384)

“Bush (ve şimdi de Obama)’nın faşist dalgasının önüne geçmek zorundayız.”(s.385) diyen yazar, Amerika’yı yönetenlerin azgınlık ve saldırganlıklarının engellenmesi gerektiğini söylüyor. Peygamberler de böyle demiyorlar mıydı? Musa peygamber Mısır’ı yöneten Firavn’la, İsa peygamber zalim Roma imparatorluğu, Muhammed (a.s) ise Kureyş’i yöneten konsey ile mücadele etmemiş miydi? Örneklerini kutsal kitaplarda gördüğümüz gibi böylesi insanlar her zaman bulunmaktadırlar. Günümüzde de toplumdaki çürümeyi görenler bunu engellemek gerektiğini düşünerek insanları, kendilerini yöneten kibirli rejimlere karşı birlik olmaya ve işledikleri günahlardan onları engellemeye davet ediyorlar.

Amerika’nın demokrasiyle yönetilen bir ülke olduğunu sananlar, Amerika’nın dünyanın her yerinde ülkeleri karıştırarak kargaşa çıkarmasını, iç çatışma ve terör örgütlerini desteklemesini anlayamaz. Halbuki büyük devletlerin terörü niçin araç olarak kullandıklarını bilmek, olayları doğru olarak görmemizi mümkün hale getirir. Yazar bunun çok açık bir gerçek olduğunu, gizli olmadığını bilenlerden. Diyor ki:

“ABD dış politikasını anlamanın sırrı, bunun hiçbir gizli yanı olmadığını anlamaktır. İlke olarak, Birleşik Devletler’in dünyaya egemen olmaya çalıştığını ve bu amaç uğruna her türlü (terör dahil) yola başvurduğunu anlamak yeterlidir. Bu anlaşıldıktan sonra Washington’un uyguladığı politikada görünürdeki tüm karmaşa, karşıtlık ve belirsizlikler ortadan kalkar. Bu egemenlik çabasını rakamlara dökmek gerekirse, İkinci Dünya Savaşından bu yana Birleşik Devletler, başka ülkelerde demokratik yoldan başa gelen 50’den fazla hükümeti devirmeye çalışmıştır; en az 30 ülkede demokratik seçimlere büyük çapta müdahale etmiştir; elliden fazla yabancı lideri öldürtmeye çalışmıştır; otuzdan fazla ülke halkının üstüne bomba yağdırmıştır; 20 ülkede halkçı ya da ulusalcı hareketleri bastırmaya çalışmıştır.

ABD dış politikasında işlenen suçla da ilgili olağanüstü sayıda belge bulunmasına ve son 65 yıldaki Amerikan müdahalelerinin yoğunluğuna karşın, dünyanın ABD’nin yaptıklarını algılaması çok daha zor olmaktadır. Toplam olarak, 1945’ten beri Amerika Birleşik Devletleri yetmişbir ülkede (dünya ülkelerinin üçte birinden fazlasında) yukarıda sözü geçen eylemlerden bir ya da birkaçını gerçekleştirmiş, bunun sonucunda milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine, milyonlarcasının acı ve çaresizlik içinde kıvranmasına ve binlerce kişinin işkence görmesine sebep olmuştur. Son zamanlarda dünyada olup bitenleri izleyen ve çağdaş tarih hakkında bir miktar bilgisi olan herkes büyük bir olasılıkla ABD dış politikasından nefret etmektedir. 

ABD’nin 2001 yılı Ekim ayında Afganistan’ı işgalinden sonra, eski CIA başkanı James Woolsey, Bağdat’a saldırmanın İslamcı radikalleri kızdıracağı ve onların daha fazla desteklenmesine yol açacağı endişesini dile getirmekteydi: “Amerika’nın Afganistan’da uyguladığı şiddet karşısında Arap dünyasının sessiz kalışı, ABD’ye duyulan saygının yalnızca korkudan kaynaklandığını kanıtlamaktadır. (…) Makyavel’i yeniden okumamız gerekiyor.” demektedir. 

Makyavel’i okumayı tavsiye etmesinin sebebi ise: “Amerikan devletinin Makyavel’in tavsiye ettiği gibi, amaca götüren her yolu mübah (zararsız) olarak görmesidir. Terör bu sebeple meşru bir araçtır Amerika için. Önce karışıklık çıkarır. Sonra da müdahale edersin. Sonuçta hedef ülkeyi hizaya getirmeye çalışırsın. Kalkınmalarını önler, onları kendine bağlı vilayetler haline getirmeye çalışırsın. Amaç budur. Bunun yolu, terör ve diplomasinin yetersiz kaldığı yerde savaş çıkarmaktır.

“Irak savaşının dördüncü yılında The Black Commentatar şu gözleme yer veriyordu: ‘Savaş çoğu insanın yaşamında olumsuz deneyimlere yol açabilir ama bazı uluslar sürekli saldırgan olurlar. Amerikan toplumu (devleti) dışarıdaki ve içerideki ötekilere karşı sürekli saldırgan bir tutum sergilemek amacıyla oluşmuş, eşi benzeri bulunmayan bir toplumdur.’ İlk İngiliz göçmeninin ilk Amerikan yerlisini öldürmesinden bu yana, Amerikan tarihinin, yaratılmaya çalışılan bir imparatorluk tarihi olduğu söylenebilir.”(s.9)

Amerika’yı imparatorluk haline getirme planları 1800’lü yılların başına kadar uzanmaktadır. Bu planların arkasında ise güçlü zengin insanlar vardır.

Para İmparatorluğu isimli kitaba2 iki önsöz yazan Dr. Mert Akcanbaş, dünya imparatorluğu kurmaya çalışan Rothschild ailesi hakkında şu bilgileri vermektedir:

“…Rothschild ailesi Waterloo savaşını, Bolşevik devrimini, Amerikan iç savaşını, 1. ve 2. Dünya Savaşını finanse eden olarak bilinmektedirler. Yahudi İhtiyar Meclisi ve Siyonist hareketi her zaman desteklemiş olup, Osmanlı imparatorluğu döneminde Siyonizm’in kurucusu ve Rothschild ailesinin yakın dostu Teodor Herzl, 2.Abdülhamit’ten Filistin’de kurulacak bir Yahudi devleti için toprak istemiştir. 1.Dünya Savaşı sonrası tüm Avrupa hükümetlerinde aile bireyleri bakan hatta başbakan olarak görev yapmışlardır. Versay anlaşmasında Rothschild’lerin katkısı büyük olmuş ve bu anlaşma sonrası Almanya bunalıma sürüklenmiştir. 1800’lü yıllardan itibaren aile başta Bank of England olmak üzere Fransız Merkez Bankası ve Amerikan Federal Rezerv bankalarını ele geçirmiştir ve halen sahibidir. Aile ayrıca Vatikan Papalık servetinin de yönetimine sahiptir. Hitler ile 2. Dünya Savaşında büyük darbe alan Rothschildler Amerika’yı savaşa sokarak dünya üzerindeki güçlerini tekrar sağlama almışlardır. Amerikan Başkanı Andrew Jackson’ın amansız bir mücadele verdiği Rothschild ailesi Başkan’a, “Bu aileyi Amerika’dan kovarsam, öldüğümde mezar taşıma ‘bankayı bitirdi’ diye yazın!” dedirtmiş ve gerçekten de belli bir süre Rothschildleri Amerika’dan uzaklaştıran Başkan öldüğünde mezar taşına vasiyeti üzerine istediği sözler yazılmıştır. 

Ailenin 1840 yılındaki serveti, 1940 yılında Ford, Rockefeller ve Carnegie’nin servetlerinin toplamının 10 katıdır. Yine 1940 yılında ailenin serveti ABD Gayri Safi Milli hâsılasının iki katıdır. Henüz Pearl Harbor baskını olmadan yazılmış bu kitap, Amerika’da sivil diktanın nasıl kurulduğunu, yandaş medya ile nasıl desteklendiğini, kamuoyu yoklamalarıyla halkın nasıl yönlendirildiğini ve Japonya’nın saldıracağının nasıl bilindiğini açıklamaktadır. 

Ailenin bu oyunlarını gören ve o zaman Amerika’nın en zengin kişisi olan Henry Ford, üç ciltlik eseri ‘Uluslararası Yahudi’yi yayınladıktan sonra suikasta uğramış ve ağır yaralı kurtulmuştur. Savaşların finansmanı ve borsa spekülasyonları dışında Rothschild ailesi, akrabalık bağları sayesinde Çin’deki afyon ticaretini ele almış ve bu ülkenin afyon kullanımını yasaklaması üzerine İngiltere’yi Çin’i işgale zorlamıştır. 

Aile, dünyada yahudi hâkimiyeti için özgürlük, serbest piyasa ekonomisi, Avrupa Birliği, gümrük duvarlarının kaldırılması, Birleşmiş Milletler gibi kavramları 1800’lü yıllardan beri kullanmıştır. Bu kitabı okuduktan sonra George Soros ve kaynağı bilinmeyen servetini, eski Sovyet cumhuriyetlerindeki Turuncu Devrimleri, İkiz Kuleler-Afganistan savaşı bağlantısını, Taliban sonrası Afganistan’da artan afyon üretimini, yandaş medya kuramlarını, yabancı fonlarca desteklenen köşe yazarlarını, İslam ülkelerinde özgürlük hareketlerini ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni insan ister istemez tekrar sorgulamakta ve bunların yüzyıllar önceden oynanmaya başlanan bir oyunun devamı olduğunu görmektedir.”

“Sık sık ileri sürülen bir iddia, bütün ülkelerin, özellikle bütün güçlü ülkelerin, her zaman saldırgan ve savaşkan olduğu, bu yüzden Birleşik Devletler’in bu şekilde suçlanmaması gerektiğidir. Oysa bu, hemen her ülkede Yahudi düşmanlığı bulunabileceğine göre Nazi Almanya’sını suçlamamak gerektiğini ileri sürmeye benzer. Burada söz konusu olan olayın boyutudur. Ve ABD’nin saldırganlığı, tıpkı Nazilerin Yahudi düşmanlığı gibi, tarihte benzeri olmayan bir boyuttadır. Dünya böylesine saldırgan bir tutumu, geleneksel ve öngörülebilir olduğu için hiçbir şekilde eleştirmeden kabullenmek zorunda mıdır? Bunu olağan mı görecektir? Daha iyi bir dünya kurmanın yolu bu mudur? (s.9-10)

“Washington’un dünyaya egemen olma tutkusu, daha derin bir demokrasi ya da özgürlük, daha adil bir dünya, yoksulluk ve şiddetin son bulması ya da daha yaşanabilir bir gezegen oluşturmak için değil, daha ziyade ekonomik ve ideolojik nedenlere dayanmaktadır.” 

Peki nedir bu ideolojik sebep?

Yazar, Michael Parenti’nin görüşünü alıntı yaparak cevap veriyor: “Amaç yalnız güç kazanmak değil, gezegene daha fazla hakim olmak, her ulusun ekonomisini özelleştirmek ve denetlemek, Kuzey Amerika dahil her yerdeki insanların ensesine binmek için gerekli güce sahip olmaktır. Bu tümüyle ‘serbest piyasa’ kapitalizminden kaynaklanan bir nimettir. Verilen savaş topraktan, sermayeden, teknolojiden ve dünya piyasalarından belirli bir azınlığın elinde sermaye birikimi sağlamak için yararlanılması gereğine inananlarla, bunların toplumsal çıkarlar ve çoğunluğun sosyo-ekonomik gelişimi için kullanılmasını savunanlar arasında sürmektedir.”(s.12)

“Şimdi değilse ne zaman? Burada değilse nerede? Siz yapmazsanız kim yapacak?” başlıklı bölümde yazar, insanların uyandırılarak kendilerini yöneten kötü liderlerin eylemlerini engelleyebileceklerini söylemektedir:

“Peki ne yapabiliriz? diye sorulduğunda, genellikle daha önce söylediklerimi tekrarlıyorum. Kendinizi ve elinizden geldiğince başkalarını eğiterek, sorgulayan bir kitle oluşturmak; bunu, tohum ekme, gelişen fideleri doğru biçimde yetiştirme olarak görebilirsiniz.”(s.384) Kur’an’ı okuyanlar Fetih suresinde, Allah’ın ilk Müslümanların siyasi mücadelesini anlatırken verdiği örneği hatırladınız sanırım, başak örneğini:

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Onunla beraber bulunanlar” sözü bir lider etrafında, aynı düşüncelere sahip insanların, örgütlü olarak davranmasının sonuca götürdüğünü anlatıyor.

Peygamberimiz ve onun getirdiği ilkelere inananlar, yaşadıkları toplumdaki insanların ve yöneticilerin yanlış konuşmalarını, fikir ve söylemlerini eleştirerek işe başlamışlar, gördükleri kötü muamelelerden, işkence ve baskılardan dolayı yılmamışlar ve neticede Allah onlara siyasi otorite nasip etmiştir, vermiştir. Bu tıpkı ekine benzer. Bir tohum dikersiniz toprağa. Allah da gökten su indirir. Derken bir süre sonra, ektiğiniz tohumun toprağı yarıp dışarı çıktığını görürsünüz. Derken filiz büyümeye devam eder, gövdesi üzerinde duracak hale gelir. En sonunda mahsülünü, meyvesini verir. İşte bu, sabır sonucu elde edilir. Bir toplumun ferdlerinin değişimi de böylesi bir kanuna bağlı olarak gerçekleşir. Allah bunu öncekilere gönderdiği kitaplarda da yazmıştır. Sosyal hayatın kanunları da ziraat kanunları gibidir. Ayetin devamına bakalım:

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Onunla beraber hareket edenler… Onların Tevrât’taki vasıfları ve İncil’deki vasıfları da şöyle bir ekin gibidir ki, filizini çıkardı, onu güçlendirdi, kalınlaştı, derken gövdesinin üstüne doğruldu, ekincilerin hoşuna gider.” (Kur’an 48/29) ‘Aklın yolu birdir’ bu anlama geliyor olsa gerek! Düşünen insanlar çözüm metodunu biliyorlar.

Howard Zinn de aynı konuda şunları söylemektedir: “İnsanlar, geleneksel protestolar, gösteriler, tetikte olmak, sivil itaatsizlik dışında sihirli bir taktik uygulanması gerektiğini düşünürler; oysa ortada hiçbir sihirli çözüm yoktur, tek gereken şey direnmeye devam etmektir.”(a.g.e. s.386)

Yine bir Amerikalı yahudi olan ve ABD Terörü isimli bir kitap yazan Noam Chomsky de “Önümüzdeki sorunların üstesinden gelmek için hiçbir sihirli çözüm, mucizevi bir yöntem yok, sadece bilinenler var: devletin işlediği suçların neye mal olduğunu anlamak, bu konuda eğitilmek, örgütlenmek ve eyleme geçmek ya da kurumsal bir değişimin temellerini belirlemek, tüm düş kırıklıklarına, sayısız başarısızlıklara ve kısıtlı başarılara karşın, ‘daha parlak bir gelecek’ umudu ile direnişi sürdürmek gerekir.” demektedir.(a.g.e. s.386)

“… 1960 ve 70’lerde olağanüstü eylemler yapıldı ama çoğunluğu son derece yenilikçi olan sonu gelmez protestolarımız ABD dış politikasında herhangi bir değişikliğe yol açmadı. Amerikan emperyalizmi şu ana kadar geçmişteki sabıkalarına yenilerini eklemeyi sürdürüyor. Protestolarımızın Vietnam konusunda dahi başarılı olduğunu ileri süremeyiz. ABD bu ülkeden çekilme kararını, 1964-73 yılları arasında dokuz yıl boyunca devam eden Vietnam karşıtı protestolarımızdan sonra aldı.”(a.g.e. s.382)

Isidor Feinstein Stone’un da dediği gibi: “Uğrunda savaşmaya değen tek savaş, sırf birisi bu savaşı vermek zorunda olduğu için, sizin kaybedeceğiniz ve sizinle aynı davaya inanan birinin kazanacağı gün gelene dek kaybetmeyi sürdüreceğiniz savaştır.”(a.g.e. s.386)

Batının gerçek yüzünü gören sabık Libya lideri Muammer Kaddafi, direnmekten başka bir seçeneğinin olmadığını görenlerden biriydi:

“Emperyalistler beni öldürmek, ülkemin bağımsızlığını yok etmek, bizim parasız iskan, sağlık hizmeti, eğitim ve beslenme sistemlerimizi ortadan kaldırarak bunun yerine adına ‘kapitalizm’ denilen Amerikan usulü soygunu getirmek istiyor. Ama biz Üçüncü Dünyalılar bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. Bu, şirketlerin ülkeleri, dünyayı yönetmesi ve insanların yoksullaşması demektir. Bu yüzden benim başka seçeneğim yok. Direnmek ve Allah’ın izniyle bu yolda ölümü göze almak zorundayım.”(a.g.e. kitabın arka kapağından)

Nitekim ölümü de düşündüğü gibi ama biraz kötü biçimde gerçekleşti.

Sam Smith: “Geçmişin bizi çaresiz bıraktığını düşünenler 1830’daki direnişçiyi, …1890’daki işçi eyleminin düzenleyicisini …anımsasın”lar diyor. “Onlar da bizim gibi tarihte yaşadıkları dönemi ve o dönemde yaptıklarını kendileri seçmedi. O dönemde ulaşılan sonuçların ne olduğunu ve bunların ne kadar zaman aldığını bildiğimize göre, bizler de 1830’daki direnişçiler ya da 1870’lerdeki feministler vb. olabilir miyiz?”(a.g.e. s.386) demektedir. Tabii biz müslümanlar, neyi nasıl yapacağımızı kitabımızdan ve peygamberimizin hayatından öğrenmek durumundayız. Allah’ı razı edecek bir hareketin kaynağı ve metodu bu olmalıdır.

“Dünyaya Karşı ABD Dış Politikası, Terörizm, Irak, Afganistan, İran, George W. Bush, Condoleezza Rice, İnsan Hakları, Vatandaşlık Hakları ve İşkence, WikiLeaks, Komplolar, Yugoslavya, Libya, Latin Amerika, Küba, Soğuk Savaş ve Komünizm Karşıtlığı, 1960’lar, İdeoloji ve Toplum, Değerli Çevremiz, Kapitalizmin Sorunları, Medya, Barack Obama ve Yurtseverlik” konu başlıklarıyla kitap, dünyamızda olup-biten olayların Amerikan emperyalizmiyle ilişkisini anlamak isteyenler için okunması gerekli bir kitap.

Dipnotlar:

1. Bakınız, “11 Eylül”, Noam Chomsky, Om yay., İstanbul 2002. 11 Eylül İkiz Kule saldırısının ardından müslümanlar suçlanınca Amerika’da cinayetler işlendi. Camilere saldırıldı. “Araplar defolun”, “Afganistan bombalansın”, “Çöl zencileri defolun” gibi yazılar yazıldı. Hatta bu olay dünyadaki diğer devletleri tehdit etme fırsatı da doğurdu. Amerika diğer ülkelere: ‘Ya haçlı seferimize katılırsınız. Ya da sizi yok ederiz’ dedi.(R.W. Apple Jr., New York Times, 14 Eylül 2001)

2. Rothschild Para İmparatorluğu, George Armstrong, Destek yay., 2.Baskı, e-kitap. Bu kitap; “tarihçesi, serveti ve sahip olduğu kurumlar net bilinmeyen ailenin, başlangıcından henüz Amerika’nın 2’inci Dünya Savaşı’na katılmadığı 1940 yılına kadar olan olayları anlatmaktadır. Bu kitapta küreselleşme, AB (Avrupa Birliği), BM (Birleşmiş Milletler), serbest pazar ekonomisi, çok partili demokrasi ve savaşların kimlere ve nasıl hizmet ettiğini okuyacaksınız.”

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *