Mustafa Bozacı: Yetmez ama ‘Evet’

Mustafa Bozacı: Yetmez ama ‘Evet’

Burada tali ve geçici kazanımlardan ziyade, asıl kazananın kim olduğuna bakmak gerekir. Daha önemlisi kazandığımızı zannettiklerimize rağmen kaybettiğimiz büyüklüklere, değerlere bakmamız da önceliğimiz, hassasiyetimiz olmalıdır.

YETMEZ AMA ‘EVET’

Bazılarımız, ‘Bu da nereden çıktı, ne alaka’ diyebilirler… Acele etmeyin, sabırlı olun. Mesele zannettiğiniz gibi değil! Yoldan çıkmadık, ray değiştirmedik; istikametimiz, duruşumuz (ilkelerimize göre yürüyüşümüz) aynı. Rengimizi de bulamaç yapmadık çok şükür.

Başlıktaki ifadeyi bilenleriniz bilecektir: Belirli rezervlerle, pazarlıklar sonucu, umulan maslahat ve zannedilen ‘iyi niyetler’ çerçevesinde, çevreden merkeze koşmakta oldukça aceleci ve de başkalarının hesabının doğrultusunda kendi amaçlarının gerçekleşeceği vehmiyle iktidar yolunda kendilerine yakın hissettikleri çevrelere, bir zamanların ‘radikal’ renkli, söylemleri, eylemleri ve duruşlarıyla yakîn bildiğimiz refiklerimizden bazı camiaların ‘açık çek’ kabilinden sundukları desteğin bir dile getirilmesi vecizesi!

Gel gelelim bu destek zamanla ‘iç edilerek’ ne umulana kapı aralamış, ne de ‘açılan alanların’ dışında kapanması gereken alanlar kapanmış, ne de kapanan/kaybolan/açılamayan alanlar/ilkeler ve onlara kalan alanlardaki alabildiğince tepinme ve at koşturmalara mani olunabilmiştir. Küçük çaylar ve dereler, ‘gücün üstünlüğü’ tarzında büyük denizlere bu gönüllü açılan dehlizlerden akıtılmıştır, akıtılmaktadır.

Verilen şartlı(!) da olsa her onay, her destek, her sukut menzilden bin yıl uzakta patlamış, kitlenin manipülasyonu işlevi görmüştür, görmektedir. Burada tali ve geçici kazanımlardan ziyade, asıl kazananın kim olduğuna bakmak gerekir. Daha önemlisi kazandığımızı zannettiklerimize rağmen kaybettiğimiz büyüklüklere, değerlere bakmamız da önceliğimiz, hassasiyetimiz olmalıdır. Bunların telafisi de tersi oranda, imkânsız olmasa bile daha zordur.

Farklı ilgi ve ilişki tarzlarına yönelip kendilerince bir kaygu ile, kendilerinin de öteden beri salık verdikleri ‘siret’ ve ‘sahih sünnet’ (Bu arada daha önce kullanıma/dikkatlerinize sunduğumuz ‘sünnetsizlik’ kavramına bakmak lazım!) örnekliklerini görmezden gelip terk ederek, kendi ‘güç ve iktidar’ söylemlerinin aksi istikametinde yelken açarak yeni mecralara dalanlar, dalananlar, kitleyi yanlışa kanalize edenler, bugün ‘bir günah çıkarma ameliyesi ile’ akılları başlarına gelmiş olacak ki tersi ve farklı söylemleri (Şimdilik eylemsellik göremedik, işaretlerini de alamadık!) dillendirmektedirler. Çok şükür! Umarız bu da geçici olmaz! Kalıcı bir asıl istikamete dönülebilir!

İktidarın doğrusunu söylemek, savunmakla, her hal-ü karda iktidara, güç merkezlerine hakkı/doğruyu söyleyebilmek hiç bir olur mu? Hele yanlışlarında karşılarında durabilmek! Şu da unutulmamalıdır ki ‘Biz söylüyoruz!’ demek de yetmez; kralın soytarısı ile olan hiyerarşik ilişkisi gibi, kralın her zaman kendi dediğinden başkasına yol olmadığını, ‘dediğim dedik, çaldığım düdük’ meselinden öte bir kıymeti harbinizin olmayacağını artık idrak etmek gerekiyor. Hani ‘bir delikten iki kere ısırılmak’ yoktu ya, o kabilden… Burada, önce kaç doğrunun kaç yanlışı götürdüğüne bakmaktır önemli ve öncelikli olan, kaç yanlışın kaç doğruyu götürdüğüne değil! Sizi dinleyip takip edenlerin ‘Kim bir hayra şefaat/örneklik/öncülük ederse, ona ondan pay vardır’ ilahi uyarısında olduğu kadar (O paylar ne kadarsa sizin olsun, yalnız yukarıdaki ölçütü de unutmayın; ‘kaç doğru kaç yanlışı götürür’ şeklindeki…), ‘Kim de şerre şefaat/aracılık ederse ona da ondan paya vardır’ kısmıyla alakalı olarak aldıkları konum ve kararlardan doğan hak gereği istiğfar ve tövbelerinizi bu manada düşünmek, uygulamak durumu vardır. Düşünsenize bu muhatap/takipçilerden birisi ‘ölümü tadmışsa’ ne olacak o zaman?! Tamam, takipçinin sorumluluğu öncelikle ona aittir ve fakat bu durum fail etkenin sorumluluğunu azaltmamakta, gidermemektedir. Aksine, muhatap sayısınca katlanan bir oranı vardır bunun…

Bu eleştirilerimiz ne olur, yanlışa hamledilmesin, ‘içten’ uyarılar olarak görülsün ki, şu ısırılıp durduğumuz delikler teker teker tıkansın, tarih tekerrür edip durmasın!

Şimdi ise ‘Yeter, yeter, durun!’ diyerek, ‘Alın atınızı verin tımarımızı’ demenin tam zamanıdır. Bundan sonraki her an ve süreç aleyhinize delili olarak kullanılacaktır! Daha önemlisi ‘ tövbe ve istiğfar da kendi cinsinden ve tersi yoğunlukta, telafi edici, düzeltici, zararı giderici, ileriye ışık tutucu şekilde nitelikli ve belirgin olmak zorundadır. İlişkiler ‘içeriden’ tek yönlü olarak kalıp yaptırımlı ve tek tek çözüm adımlarıyla sürdürülmedikten sonra bu ilişki ‘simbiyosis’ olmaktan çok tek taraflı parazit ilişki kalmak durumundadır. Kaldı ki çift taraflı faydaya dayanan simbiyosis ilişki de matah bir tarz olmayıp bizim savunabileceğimiz, müktesebattan onay alacak bir yöntem değildir. Verdiğiniz destek ve olurların nemalanmasına razı olup da cürmünden, zulmünden, eza ve cefasından, adaletsizliğinden, hakkaniyetsizliğinden, yanlış ve haram alanlarındaki (velev ki yasal olsun) tasarruflarından ‘Bize ne’ deyip sıyrılmak mümkün müdür?! Bir kısmımızla ‘İslama’ diğer kısmımızla kapitalizme, küresel sömürüye, adaletsizliğe, liberalizme, faşizme, matah bir şey zannedilen demokrasiye hizmet edemeyiz (Atasoy Müftüoğlu)!

İran’a Rusya’ya küfrederken/haksızlık ve zulümle suçlarken şimdilerde beraberce iş tutulması; terörle mücadele edilirken bir taraftan küresel terörün baş aktörleriyle/kaynağıyla/anasıyla beraber iş tutmaya yönelik açıklamalar yapılması; deizm süreçleri; ‘güncelleme’ söylemleri ve akabinde ‘alaylı’ olanların tek kalemde çizilmesi (O zaman sizler hiç söz hakkı kalmayacaktır, alan dışı/irapta mahalsiz kalacağınızdan!) ve süreçte eleştirilen söylem sahiplerinin safları sıklaştırmalarına kapı aralanmış olması; fetö kovuşturmalarındaki, özellikle Ali Bulaç örneği üzerinden yaşananlar; 28 Şubat mağdurları olgusu, ‘itaat ilişkileri’ temalı ‘reis kültünün oluşması’; sahada, hükümet edenlerle eli güçlendirmek adına sahada bir çok bölücü, kırıp dökücü uygulamalar; devletçilik, milliyetçilik, muhafazakarlık sözlemlerinin perçinlenmesi ve benzeri şikayet konularının bu arkadaşlarımızca farklı mahfillerde dillendiriliyor oluşu (sempozyum, dergi ve tv.ler) insana ‘şimdi mi’ dedirtse de, inşallah ‘günah çıkarma’ boyutundan çıkıp kalıcı bir duruş ve söyleme evrilir diye hayır umuyoruz. Karakolda doğru söyleyip mahkemede şaşma’ halleri aşılmalıdır tez elden! Bu aklımıza ilk gelenler olarak saydıklarımızdan, başı ile sonu yüz seksen derece farklı olan bu durumların telafisi birkaç söylemle, birkaç itirazla, dar alanda kısa paslaşmalarla izole edilebilir cinsten değildir.

Meselenin ‘takiyye’ ve ‘gizli ajanda’ metaforu ile temellendirilebilecek, meşruiyet kazanacak bir tarafı da yoktur! Aksine sıkıntının(günahın!) büyüğü, verilen ‘süreli mi, süreksiz mi belli olmayan’ açık çeklerin hem sizin üzerinizden bir meşruiyet imkanı sunması ve bu meşruiyete dayanarak yapılanların kırmızı çizgilerin çok dışına çıkmasıdır. Artık ‘gönlü başka tarafla, kılıçları başka tarafla olmak’ paradoksundan, tutarsızlığından, ikircikliğinden, ‘ne yardan, ne serden geçemeyen’ kararsızlıktan, ‘aşağı tükür sakal, yukarı tükür bıyık, ileri tükür ayıp/yasak’ sendromundan kurtulmak, özü gürleştirmek zamanıdır. Umutla bekliyoruz gereklerinin gereğince yapılmasını…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *