Aslında içtihadın bir kapısı yoktur ve İslam tarihinde bu kapıyı kapatma gayretinde olan bir âlim de bulunmamaktadır. Hatta mutlak müçtehit dediğimiz mezhep imamları, içtihadı bir temele oturtmak ve teşvik etmek için çalışmışlardır.
Milli Gazete yazarlarından Turgut Akyüz, meselesinin boyutlarını tartışıyor bugün köşesinde. Akyüz “Bazılarının işine geldiği gibi anlamakta ısrar ettiği daha nice kavram… Şimdilerde de konu içtihat. Peki, kim tartışıyor? Müçtehitler mi? Yoksa müçtehit namzetleri mi? Genelde bizim buralarda, herkes, alanı dışında konuşma arzusunda.” sözleri ile başladığı yazısında içtihadın bittiği iddiasını eleştiriyor ve şöyle devam ediyor:
Tabi ki akademik olarak insanların ikinci bir alanda uzmanlık sahibi olmaları güzel ve etkileyici. Lakin mesele öyle değil. Siyaseti, halk yapıyor. Mühendislerin dini konularda konuşma merakları var. Tarihçiler ise en az tıp mezunu kadar doktorlar. Bu durumda ilahiyatçılara da ekonomi ve hukukla uğraşmak kalıyor ki bu yüzden maliyeciler ve hukukçular da kendi alanları dışında konuşmak zorundalar.
Bu yazıyı, bu hafta içinde gördüğüm ve maalesef bir ilahiyatçıya ait, “İçtihat kapısı kapatılmasa ya da açılsa idi böyle olmazdı” mealindeki bir paylaşım üzerine kaleme almayı gerekli gördük.
Peki, kim bu içtihat kapısının kapatıldığını dahası içtihadın bir kapısı olduğunu iddia edenler? Bu görüşte olanları birkaç farklı başlık altında toplamak mümkündür:
* İçtihat kapısının kapatıldığını iddia eden ilk grup, içtihadı kabul etmeyen hâricî zihniyettir ki bugün de bu grup farklı adlar altında varlıklarını devam ettirmektedir.
* Bu iddiayı savunan bir diğer grup, kendilerinden başka kimsenin içtihat etmelerini istemeyenlerdir. Geçmişte dini, tekeline almak isteyenler olduğu gibi bugün de toplumun hemen her kesiminde bu amacı taşıyanlar vardır.
* İçtihadın bittiğini iddia eden üçüncü bir grup ise tembeller taifesidir. İçtihada ehil olmadıklarını bildikleri halde böyle bir gayreti beyhude ya da zor görenlerin de iddiaları, içtihat kapısının on ikinci yüzyıl ya da biraz daha sonra kapandığıdır.
* Dördüncü grup ise nispeten iyi niyetli insanlardır. Bu grup, ehil olmayan kimselerin müçtehitlik iddialarına mani olmaya çözüm olarak, içtihat kapısını kapatmayı görmüşlerdir. Aslında bu grup, bir yönüyle üçüncü gruba benzemektedir. Fakat içtihada mani olmak zaten yüzsüz ve usul bilmez insanların içtihat faaliyetlerine engel olmamış; sadece iyi niyetli ve edep sahibi kimselerin bu işten uzak kalmasına sebep olmuştur.
İçtihadın ne olduğu ve hangi türlerinin olduğu, fıkıh usulü kitaplarında bulunmaktadır. Mutlak müçtehit, mezhepte müçtehit veya meselede müçtehit gibi.
Şu halde;
Aslında içtihadın bir kapısı yoktur ve İslam tarihinde bu kapıyı kapatma gayretinde olan bir âlim de bulunmamaktadır. Hatta mutlak müçtehit dediğimiz mezhep imamları, içtihadı bir temele oturtmak ve teşvik etmek için çalışmışlardır. İmamı Azam merhumun, talebeleriyle, binlerce meseleyi tartışması ve yine binlerce meseleyi çözüme kavuşturması buna en güzel örnektir.
Zira ilim ve mesele çözme; konuları kapatma ya da bir meselede nihai çözüm bulma değildir. Meselelerin nihai çözümü mahşerde Huzûru İlâhî lemyezel’de olacaktır. İlim ise, zamana ve şarta göre, usullere dayanarak meseleleri halletmektir. Bu yüzden bir meselede kesin ve nihai çözüm bulduğunu iddia eden; ya ahmaktır, ya cahildir, ya da art niyetlidir.
Peki, niye yeni içtihat az ve müçtehit yok? Bizce bunun iki ana nedeni var:
* Toplumun seviyesi ki bu seviyeyi iyileştirmek siyasilerin ve mevcut ilim sahibi kimselerin görevidir. Zira içtihatla uğraşacak olanlar da bu toplumun içinden çıkacağı için, toplumun seviyesi, müçtehitlerin seviye ve sayısını etkilemektedir.
* İlimle uğraşanların plansızlığı ve gayretsizliği. Yani kafamız karışık ya da plansız hareket ediyoruz ya da başka işler peşindeyiz veya rahatımız kaçmayacak kadar alimiz.
İçtihattan kastımız, usul olmadan yorum yapmak değildir. Usul ve yöntem yani ilkeler olmadan ilmi meselelerde konuşmak, sadece “boş konuşmak” ya da “boşluk doldurmak”tan ibarettir.
Yine her gördüğünü hadis, her hadisi de usul zannetmek de içtihat değildir. Mesela Allah Resulünün (S.A.V.) ateş yaktıktan sonra abdest aldığını okuyup “ateş yakan kimsenin abdest alması en azından müstehaptır” diye fetva vermek, kanaatimizce eğer iyi niyetle söylenmiş bir söz ise, fazlaca boş vakte sahip olmaya işarettir ki müminin boş vakti olmaz. Mümin; ya iştedir, ya ibadettedir ya da kendine veya etrafındaki diğer kimselere karşı görevleriyle meşguldür.
İçtihat, toplumun önünde de yapılmaz. İlim ve diğer tüm uzmanlık çalışmaları, ilgili alanların hocaları ya da öğrencileri ile yapılır. Bunun haricindeki herkese, lazım olan kadar bilgi yeterlidir. Buna işbirliği diyoruz ki toplumda herkes, kendi işini yapmalıdır. Toplumda birilerinin kendi işini ihmal etmesi ya da başkalarının işine karışması, toplum düzeninin bozulmasına sebep olur ve bu durum her zaman toplumun aleyhinedir.
İçtihat, sadece fıkıh alanında da değildir. Toplumu ilgilendiren her meselede çalışma, araştırma ve ehliyet sahibi olma, zorunludur.
Ben müçtehidim demekle müçtehit olunmadığı gibi taraftarların iddialarıyla müçtehit olunmaz. Müçtehitlik:
* İlim ve ehliyetle,
* Şahsiyetle,
* Toplumun sorunları için çalışmak ve çözüm üretmekle olur.
Halkımızın da her insana, gereği kadar değer verip makamına göre muamele etmelidir. Yani âlime, âlimlik yeterlidir. Âlimin, reis ya da başkan ya da başka bir büyük olması gerekmez. Şayet bir insan kendi makamı ile yetinmiyor ise ya o makamın şartlarını taşımadığını bilmekte ya da başka amaçlar peşinde koşmaktadır.
İlim, başkalarının aleyhinde delil olarak kullanılmak için öğrenilmez. İlim, önce kendine sonra da başkalarına faydalı olmak için öğrenilir.
Yazımızı, siyasetin görevine dair birkaç kelamla bitirmek istiyoruz. Geleneğimizdeki yorum ve tecrübeleri de dikkate alarak siyaset ve idarenin görevlerini şöylece özetlemek mümkündür:
* İlmi çalışmalar için uygun zemin hazırlamak ve ilmi faaliyetleri manevi/maddi her türlü teşvik etmek.
* Üretilen bilgileri kullanmak ve başarıyı ödüllendirmek.
* Hukukun bağımsızlığı gibi ilim adamlarını desteklemek, itibarlarını ve bağımsızlığını muhafaza etmek. Yani ehliyet için kriterler hazırlatmak ve bunları denetlemek ama kriterlere ve işleyişe müdahale etmemek. Bir de ilim ehlini, siyasetçi yapmamak.
* Fikir ayrılıklarına, huzursuzluk ya da zarara sebep olmadıkları sürece müdahale etmemek.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *