Sloganlar, talepleri ifade eden bir aktivizm yolu olmaktan çıkıp fikirlerin yerini alınca, o fikirler yozlaşır. Sloganlaşan fikirler, içi boş, kof hale gelir. Bu nedenle sloganik düşünce, sloganik din anlayışı, riskli ve tehlikelidir.
“Slogan, ilkelin ideolojisi[dir].”
(Cemil Meriç)
SLOGANİK DİN ANLAYIŞI*
RECEP ARDOĞAN
Slogan ile sloganik fikri, özellikle de sloganik din anlayışını ayırt etmek gerekir. Bir fikri sloganlar üzerinden anlamak, özellikle de İslam’ı bir dizi sloganlara sıkıştırmaya çalışmak vahim sonuçlar doğuracaktır. Çünkü, bir fikrin heyecanı olduğu gibi sağ-duyusu da vardır. İslam’ın insana verdiği bir heyecan ve şevk olduğu gibi onun bir ilmi ve irfanı da vardır. İlim, irfan ve sağ-duyu vazgeçilmezdir.
Slogan, bir fikri yalın hâliyle haykırmak, bir tepkiyi, bir talebi güçlü bir biçimde ortaya koymak demektir. Slogan, aktivizm için gereklidir. Ama hayatı büsbütün karşılamaz.
Sloganlar, talepleri ifade eden bir aktivizm yolu olmaktan çıkıp fikirlerin yerini alınca, o fikirler yozlaşır. Sloganlaşan fikirler, içi boş, kof hale gelir.
Bu nedenle sloganik düşünce, sloganik din anlayışı, riskli ve tehlikelidir.
Çünkü sloganik din anlayışı, hakikatlerin budanması, bu budanmışlığın da mutlaklaştırılması demektir. Sloganik anlayış; arka planını iyi tahlil etmeden, tarih ve toplumdaki değişkenleri dikkate almadan, bir fikri bilinmezleriyle birlikte bir tepkiye dönüştürmektir. Bu özelliğiyle slogan, cehaleti gizlemek için de kullanılabilmektedir. Bu da onun tehlikeli yönlerindendir.
Sloganik anlayışın İslam tarihindeki ilk örneği haricîlerdir. Bu grup, Sıffîn Savaşı’nda (37/657) Hz. Ali’nin (r.a.) ordusu içinde yer alıyordu. Savaşta Muaviye tarafı yenilmek üzereydi. Amr b. Âs’ın kurnazlığıyla Muaviye’nin askerleri, Kur’an sayfalarını mızrakların uçlarına takmışlardır. Savaşa devam etmek yerine sorunu seçilecek hakemlerin çözmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Hz. Ali’nin saflarında savaşan Eş’as b. Kays’ın başını çektiği bir grup,
— Biz Kur’an’a karşı savaşmayız, diyerek Hz. Ali’yi hakem tayinine zorlamışlardır.
Sorunun çözümünün hakemlere bırakılması ve hakemlerin kararını açıklaması üzerine de bu grup, hayal kırıklığı yaşamışlar ve öfkeye kapılmışlardır. Hakemlerin kararına sloganik bir tepkiyle karşı çıkmışlardır:
“…Hüküm ancak Allah’ındır”(Yusuf 12/40) ayetini sloganlaştırmışlardır.
Hz. Ali, onların hak söze bâtıl bir anlam yüklediklerini vurgulamıştır.1 Onlara;
— Size karşı savaş başlatmamak,.. ve Allah’ın mescitlerinden sizi menetmemek görevimizdir, demiştir.2
Ancak, Hâricîler, Hz. Ali’yi de hakem olayını kabul ettiği için küfre düşmekle itham etmişler, onun saflarından ayrılıp Kufe yakınlarındaki Harûra’ya çekilmişlerdir.3 Hz. Ali, toplumun birliğini ve güven ortamını sağlamak için bu bedevî-silahlı grupla savaşmak zorunda kalmıştır.
Başlangıçta Hz. Ali, Muaviye ve hakemlere tepki niteliğindeki bu siyasi hareket, daha sonra, kendine has görüşleriyle itikadî bir boyut kazanmıştır. Müslümanlar arasında kelam ilminin temel bir sorunu olan tekfir sorunu da haricilerde görülen sloganik anlayışın sonucudur.
Onlar, “…Hüküm ancak Allah’ındır”4 ayetini, sahabiler de dâhil kendilerine katılmayanları tekfir etmek için kullanmışlardır.
Bu konuyla ilgili “…Kimler Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirlerdir.”5 ayeti bağlamında, bazı hususlara dikkat etmek gerekir.
İlk olarak, Allah’ın indirdikleri ile insanların kendi sığ ve eksik bilgilerine göre anladıklarını; Hz. Muhammed’in getirdiği şeriat/hükümler ile insanların içtihatlarını ayırt etmek gerekir. Âlimlerin içtihatlarıyla verdiği hükümler. Bunlar ne insanlara dayatılabilir ne de insanlar onlardan men olunabilir.6
İkinci olarak olayın itikat boyutu ile masiyet boyutu ayırt edilmelidir. Bunu, “haham ve rahiplere itaat” örneği üzerinde somutlaştırmak daha açıklayıcı olacaktır. Burada iki ihtimal söz konusudur. İlki, din adamlarının Allah’ın dinini değiştirdiklerini bilerek onlara uymaktır. Burada din adamlarına dinî hüküm koyma yetkisi görmek, Allah’ın haram kıldığını kulun helal yapabileceğine itikat etmek. Bu küfürdür.7 İkincisi, helalı haram, haramı da helal görme şeklinde inanç ve itikatları sabit olmakla birlikte, sadece [amelî alanda] masiyet noktasında din adamlarına itaat etmektir. Bu, bir Müslümanın günah olduğuna itikat ederek bir masiyeti işlemesi gibidir. Haham ve rahiplerine masiyette itaat edenlerin hükmü, günahkarların hükmü gibidir. Başındaki emir sahiplerine ancak marufta itaat etmesi gerekirken, günah olan hususlarda itaat eden kimselerin hükmü gibidir.8
“Hüküm ancak Allah’ındır.” söylemi, gelişigüzel tekfire gerekçe yapılırsa tehlikeli olur. Burada, olayın ameli boyutu ile itikat boyutu; yani “günah” ile “küfre itikat” ayırt edilmelidir. Oysa sloganik söylemler, siyasî hedefe kilitlenerek bu ilmî yaklaşımı göz ardı etmektedir.
Sloganik anlayışta din, ancak düşmanlarıyla var olabilir. Sloganik din anlayışı salt dışa dönüktür. Oysaki din ile ideoloji arasındaki temel farklardan biri içe dönük mesajların olup olmamasıdır. Din, öncelikle içe dönük mesajlara önem verir. Çünkü dinin gayesi, insanoğlunu insan-ı kâmil yapmaktır. O, bireyi, deterministik bir dünyanın, iktisadi ilişkilerin, toplumun, tarihin, kültürel mirasın bir ürünü olarak görmez. İnsanı da buralardaki değişimle şekillendirmeye çalışmaz. İnsanın özüne yönelir. İnsanın bakışını, afâka yani dış dünyaya olduğu gibi enfüse yani kendine ve iç dünyasına yöneltir.
Cevdet Said’in dediği gibi, İslam, ilke ve ideallerini, dışta olanı, toplumsal olanı değiştirerek gerçekleştirmeyi hedeflemez. Çünkü İslam’ın amacı fert fert insandır. Daha doğru bir ifadeyle, toplumdan izole edilmiş bireyler değil toplum içindeki insandır. Bu nedenle, insanın toplumsal bir varlık oluşunu ve toplumu ihmal etmez ama toplumda gerçekleştirmek istediği değişimi bireyden, bireyin iç dünyasından başlayarak gerçekleştirir.
İslâm’ın amaçladığı değişim, yukardan aşağıya değil, toplumun moleküllerinden üst-yapıya doğrudur. Bireylerin vicdanındaki değişim, asıl amaçtır. Bu nedenle Peygamberler, çağrıda bulundukları toplumu ihtilal yoluyla, siyasi gücü ele geçirerek değiştirmeye çalışmamışlardır. Onlar, temelde, bireylere akıl, ilim ve hikmet üzerine kurulu bir sorumluluk bilinci aşılamaya çalışmışlardır. İnsanları düşünmeye, hakikati aramaya yöneltmişler; bilgilendirmiş ve aydınlatmışlar; öğüt vermişler ve hayra yöneltmişler; eğitmişler ve model oluşturmak için çalışmışlardır. Toplumu ancak bu suretle dönüştürmeyi hedeflemişlerdir.
Fertlerdeki potansiyel harekete geçmeden bir şey toplumda bilfiil var olamaz. Bireylerin, İslam bilincine sahip olmadığı bir toplum, salt siyaset yoluyla İslam toplumu yapılamaz.9
Sloganik din anlayışının, kanaatimizce, aldatıcı yanı şudur:
Sloganlaştırılan cümlelerin, sorunları kolaylıkla çözen “Açıl susam açıl!” gibi sihirli sözler olduğu düşünülür. Oysaki slogan, tüm sorunları çözen bir formül değil, temel bir talebin ifadesidir. Bir fikir değildir, bir fikrin remzidir.
Sloganlar ile ilkeler arasındaki fark da buradadır. İlkelerin dayandığı usûl, deliller ve hakikatler vardır. Sığ söylemleri aşan ilmî-fikrî bir süreci, bir bilgi temeli vardır. Sloganlar ise, güya her sorunu çözen anahtar cümlelerdir(!) İnsanın meseleleri derinlemesine tahkik etmesine, etraflıca düşünmesine, sorunun kaynağına inmesine gerek yoktur. O söylem yeterlidir(!)
İslam’ın bir özelliğini vurgulayan bir spot cümle, bir zaman sonra âdeta sahteciliği gizlemek için kullanılabiliyor. Bu nedenle, spot cümlelerin öğreticilik yanında aldatıcılık gibi bir tehlikesi de söz konusudur. Buna karşı uyanık ve bilinçli olmak; spot cümleyle neyin kastedildiğini bilmek gerekir.
İnsan hakları bağlamındaki şu ifadeler, dikkat çekicidir:
“Bir kavram, anlam ve içeriğinde bir muğlaklık ve bulanıklık kalmayacak şekilde belirlenmediği veya içerdiği manaya uygun biçimde kullanılmadığı sürece tehlikeli olur. İnsan hakları kavramı, bizzat insan haklarına aykırı tavır ve politikaları meşrulaştırma amacıyla kullanılabilmesine bakılırsa, bu tehlikeyi barındırmaya başlamıştır bile.”10
Çünkü, herkesin kullanmaya başladığı kavramlar, ilmi-fikrî derinliğini kaybeder. Herkesin sığ düşüncesine göre anlamı değişir ya da anlam kaybına uğrar. Kavramlar, çok kullanılan özlü sözler, spot cümleler, sloganlar zamanla anlam kaymalarına uğrar, yanlış mesajlar vermeye başlar. Hatta kötüye kullanılır ve istismar aracı olur. Bu durum dinî semboller ve İslamî şeâir için de geçerlidir.
Sloganlar ve spot ifadeler çok kullanıldığı için, yanlış mesaj verme tehlikesi içerirler.
Kötüye kullanım, istismar ve yanlış mesajların tezahür biçimlerinden biri, bunların kimi ortak değerlerin, belli bir gruba ait olduğunu vehmettirmesidir.
* Günümüz Kelam Problemleri, nşr. R. Ardoğan, Ekin Yay., İst. 2017, s. 429-433.
Dipnotlar
1 Bağdadî, Usûlü’d-Dîn (1401/1981), 333.
2 Bağdâdî, Usûlu’d-Dîn (1401/1981), 333; Serahsî, el-Mebsut, X, 125; eş-Şafiî, Kitâbu’l-Ümm, IV, 136.
3 Bağdadî, el-Fark beyne’l-Firak, 75.
4 Yusuf 12/40.
5 Mâide 5/44.
6 Bkz. ibn Teymiyye, Mecmu’ul-Fetava, III, 268.
7 ibn Teymiyye, Mecmu’ul-Fetava, VII, 70.
8 ibn Teymiyye, Mecmu’ul-Fetava, VII, 70.
9 Çağdaş Spotlar
Sert sloganlar yanında günümüzde soft spotlar da diğer bir sorudur. Bunlar çok kullanıldığı için de ne anlama geldiği belirsizleşmekte, kavramların içi boşalmaktadır. Örneğin;
– İslam akıl dinidir.
– Kur’an medeniyet kitabıdır,
– İmam Maturîdî bireycidir.
– Mâturîdîlik, özgürlükçüdür.
– İslam, kolaylık dinidir.
– Kur’an aklı kullanmayı emreder vb. ifadeler, sık tekrarlanan; bilindiği sanıldıkça içeriği boşaltılan, zamanla suiistimal ve istismar edilen, bilgisizliği örten sözler haline gelmiştir.
İslam’ın bazı hususiyetleri ve üstünlüklerinin spot cümlelerle ifade edildikten sonra suiistimale konu olduğu görülmektedir. Çünkü kullanılan kavramlar, İslam ilim ve düşünce geleneğinden koparılmış, bugüne göre yeniden anlamlandırılmış kavramlardır. Bu spot ifadelerdeki,
Akıl, o eski akl-ı selim değildir.
Zihin, o eski kalb-i selim değildir.
10 Kuçuradi, “Felsefe ve İnsan Hakları”, 49; Davutoğlu, “İnsan Hakları Kavramının Zihniyet Boyutu”, 150.
1 Comment
Abdullah
11 Mart 2018, 00:27Bu yazıda KURAN ‘ı bulunuz desem ? Ne bulanabilir? Allah’ın rızası önde olmalı!
REPLY