Aslında Rabbimizin yarattığı canlı-cansız her şeyin dili vardır, duyularını ve en önemlisi yüreklerini anlamaya/kavramaya açık tutanlar için tabii ki…
Aslında Rabbimizin yarattığı canlı-cansız her şeyin dili vardır, duyularını ve en önemlisi yüreklerini anlamaya/kavramaya açık tutanlar için tabii ki. Bu anlamda şehirlerin de bir dili vardır, kendilerini ifade eden, kimlik ve aidiyetlerini dile getiren…
Kuzey Irak Kürdistan bölgesinde Barzani yönetimince Eylül ayı sonunda (25 Eylül) gerçekleştirilen ve bölgesel yönetimin sınırları dışında kalan Kerkük gibi “tartışmalı” statüdeki şehirleri de kapsayan bağımsızlık referandumu ve sonrasında yaşananlar, kendilerini İslam’a nisbet eden bölgedeki halklar ve yaşadıkları şehirlerin kimlik ve aidiyetleri konusunu yoğun şekilde gündeme getirdi.
“Türklük, Kürtlük, Araplık” üzerine bina edilen sosyal ve siyasal söylemler belirleyici konumunu sürdürürken, bölgedeki şehirlerle ilgili olarak da “Kürt şehri”, “Türk/Türkmen şehri”, “Arap şehri” tanımlamaları ve tartışmaları yeniden alevlendi.
Bu söylem ve tartışmalar aklıma, henüz sahabe döneminde Mescid-i Nebevi’de yaşandığı kaynaklarda aktarılan bir hâdiseyi getirdi. Cahiliye döneminde kalan ve İslam’ın kökünden kazıdığı kabile asabiyesinin bir grup Müslüman arasında anlık bir nüksedişi karşısında, “Sahâbi” nitelemesini hak edecek şekilde Kur’ani-Nebevi eğitim ve öğretimi özümsemiş olan Selman Farisi’nin yaptığı çıkışı ve yine “Sahâbeden” olan Ömer b. Hattab’ın ona olan anlamlı desteğini hatırladım.
Ve dedim ki; ah Kerkük’ün dili olsa da, üstelik de Allah Rasulü’nün (a.s.) mescidinde kendilerini cahiliye asabiyesine kaptırıp, soy-soplarını övünçle birbirlerine söyleyen grubun “Sen kimlerdensin ey Selman, soyun-kabilen kimlerdir?” sorusuna “Ben İslam’ın oğlu Selman’ım” cevabını veren Selman Farisi (r.a.) ve “Ben de İslam’ın oğlu ve Selman’ın kardeşi Ömer’im” diyen Ömer b. Hattab (r.a.) gibi haykırsa:
“Ey soy-sop gibi cahiliye asabiyelerine esir olmuş zavallılar güruhu! Beni bu cahiliye asabiyelerinize alet etmeyin, ben İslam’ın şehriyim.”
Yok değil, Kerkük’ün dili tabii ki var ve aslında geçmişiyle de bugünkü sosyolojik dokusuyla da bu gerçeği üstelik canhıraş şekilde haykırıyor olsa gerek, fakat Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla kendilerini İslam’a nisbet eden toplumlar kendilerini cahiliye asabiyesine, kavim-kabile dâvalarına o kadar kaptırmış durumdalar ki Kerkük’ün dilinden anlamaları, dahası onun feryadını duyabilmeleri imkânı görünmüyor.
Hani Kur’an şairi Mehmed Âkif, bâtıl Batı’dan esen kavmiyetçilik ve nationalizm (ulusçuluk) cahiliye rüzgârlarının Osmanlı’daki sosyal dokuyu zehirlemeye başladığı dönemde diyordu ya:
“Hani milliyyetin İslam idi… Kavmiyyet ne?
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine!
Arnavutluk ne demek, var mı şeriatta yeri?
Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri
Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahud Kürd’e;
Acem’in Çinliye rüçhanı mı varmış, nerde!
Müslümanlıkta anâsır mı olurmuş, ne gezer!
Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber.”1
Âkif’in vurguladığı gibi, şayet bir fert veya toplum kendisini İslam’a nisbet ediyor ise onun milliyeti İslam’dır. Kavmi aidiyetler, Hucurât Sûresi 13. ayette bildirildiği üzere2 insanların tanışmaları için Rabbimizce bahşedilen fıtri bir özellik ve kolaylıktır. İnsanlar için bir dünya görüşü, hayat nizamı ve dâva konusu değildirler. Bu hususlar “milliyet” mefhumuyla ilgilidir ve milliyet Seyyid Kutub’un da Yoldaki İşaretler’de vurguladığı üzere akide ile ilgilidir. “Müslümanın milliyeti, akidesidir.”
Aynı durum şehirlerin kimliği, aidiyeti için de geçerlidir. Bu anlamda, kendilerini İslam’a nisbet eden toplulukların yaşadığı şehirler, sosyolojik anlamla sınırlı da olsa İslam şehridir, öyle nitelendirilmeleri gerekir. “Sosyolojik anlam” şerhimizin sebebi, bir şehire gerçek anlamda İslam şehri diyebilmemiz için orada İslam’ın hâkim hayat nizamı olması gereğinden dolayıdır.
Kerkük konusu maalesef ne Türkiye’de, ne Kuzey Irak Kürdistan bölgesinde ne de Irak merkezi yönetimi alanında, bahsettiğimiz “İslami kimlik ve aidiyet” bağlamında ele alındı. Türkler bu şehrin kadim bir Türkmen şehri olduğunu, Kürtler aynı şekilde kadim bir Kürt şehri olduğunu ispat etmek için ta eskilere, nüfus sayım rakamlarına başvurdular. İlginçtir, bu yöndeki çabalar bana Tekâsur Sûresi’ni hatırlattı!
İşgaller ve işgal işbirlikçiliğiyle şehirlerin demografik yapılarının, belli siyasal hedefler çerçevesinde bilinçli olarak değiştirilmeye çalışılmasına karşı çıkmak haklı, fakat bu hassasiyetin ötesinde, şehirlerimizi kavmi aidiyetler açısından tartışma konusu yapmak, kamplaştırmak son derece yanlış ve yıkıcı bir yaklaşımdır.
İşte Türkiye’de, yüzde bilmem kaçı Müslüman olduğu söylenen bir ülkede yaşıyoruz ve bu ülkede politikacısıyla gazetecisiyle, işçisi öğretmeniyle, birkaç aydır insanlar birbirlerine Kerkük’ün Türkmen şehri mi yoksa Kürt şehri mi olduğunu ispatlamaya, dahası dayatmaya çalışıyor.
Selman Farisi misali, bu cahiliye tartışmasına son verip Kerkük’ün ve Türklerin, Kürtlerin, Arapların vs yaşadıkları diğer şehirlerin kimlik ve aidiyet açısından birer İslam şehri olduğunu söyleyecek güçlü seslerden mahrumuz maalesef. “Kerkük bir İslam şehridir, Müslümanların ortak zenginliğidir. Kerkük, Türklükten de, Kürtlükten de, Araplıktan da büyüktür” deyip bu cahiliye tartışmasını bitirecek bir İslami otoritemiz yok.
Hatırlanacak olursa, MHP Genel Başkanı Bahçeli bu süreçte Kerkük ve Musul’un Türkiye’ye aidiyeti düşüncesini “82” ve “83” plaka numaraları üzerinden dile getirdi, Barzani’nin Kerkük’teki referandum dayatmasına tepki gösterdiği bir konuşmasında. Bu “plaka” imgesinden hareket ederek konuyla ilgili İslami yaklaşımı şu şekilde ifade edebiliriz:
Her ulus-devletin bir plaka sistemi var. Türkiye’deki plaka sisteminde şehirler rakamlarla ifade ediliyor. Mesela benim memleketim olan Gümüşhane’nin plakası 29 ve tüm Gümüşhaneliler gibi ben de 29 plakalı bir araç gördüğümde hemşehrilik duygularım canlanıyor.
Kavmi kimliklere dayalı ulusal mevzilenmeler Ümmet coğrafyasında maalesef yeni çatışma alanları üretirken, biz Müslümanların Ümmet kimliği eksenli söylemlerimizi daha fazla gündemleştirmemiz gerekir. Kavmi -ulusal kimlik ve iddiaların, Ümmet kimliği ve iddialarını unutturmasına, etkisizleştirmesine izin vermemeliyiz.
Mekke’nin 1 numarada, Medine’nin 2 ve Kudüs’ün 3 numarada yer alacağı ve İstanbul, Şam, Halep, Bağdat, Kahire, Diyarbakır, İslamabad, Kabil, Caharkale, Darusselam, Bingazi, Rabat, Hartum, Kuala Lumpur, Cakarta, Taşkent, Urumçi, Sana, Bakü, Amman, Sarayova, Kerkük gibi İslam dünyasındaki sembol şehirlerin ilk sıralarda yer alacağı bir plaka sistemine göre Kerkük’ün, Musul’un ve sair şehirlerimizin plaka numaralarını ifade edebiliriz.
Kerkük’ün ve tüm diğer İslam şehirlerinin her türlü kavmi-ulusal kimlikten büyük olduğunu belirtmemiz ve Ümmet coğrafyasında Araplara Arapçılık pazarlayan yeni Lawrence ve Hempher’lerin, Türklere Türkçülük pazarlayan yeni Moiz Kohen’lerin ve Kürtlere Kürtçülük pazarlayan yeni Edward Noel’lerin önüne, ancak bu kavrayış ve yaklaşımla geçebileceğimizi bilmemiz gerekir.
1 Mehmed Âkif, Safahat, Hakkın Sesleri, Sh. 187, Kahraman Yay.
2 “Ey insanlar, gerçekten biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız-tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır.” (Hucurât, 49/13)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *