Etliye Sütlüye Karışmayanlar…

Etliye Sütlüye Karışmayanlar…

Her Müslüman inancı gereği iyi ameller işlemeli ve yapılması gereken iyi amelleri de çevresine öğütlemelidir. Bu yüzden de iman ile amel birlikte düşünülmesi gerekli bir tutumdur.

Yahudiliğe göre etli ile sütlü gıdaların aynı anda yenilmesi, aynı kaplarda pişirilmesi yasaktır. Etli yiyeceklerin piştiği kaplar ve sütlü yiyeceklerin piştiği kaplar, tabaklar, kaşık ve çatallar ayrı olmalıdır.

Bu yüzden İsrail’deki Mc Donalds’larda milkshake ve cheeseburger satılmaz. Kafelerde, sütlü kahve içilen mekânlar ayrıdır. Türkiye Musevileri döneri ayransız, iskenderi yoğurtsuz tüketirler.

Bunun sebebi kendi kutsal kitaplarındaki Mısır’dan çıkış 23:19. Ayette geçen “Oğlağı anasının sütünde haşlamayacaksınız.” fetvasıdır. Bu fetva gereği Museviler’de etli ve sütlüyü bir arada yememe geleneği de vardır.

Bizde kullanılan “etliye sütlüye karışmama” deyimi muhtemelen bu kültürden geçme olmalıdır. Buna benzer birçok deyim de mevcut. Mesela “neme lazımcılık”, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın”, “Ak koyun ak bacağından, kara koyun kara bacağından asılır” yahut “her koyun kendi bacağından!” gibi sözler, tepki göstermemiz gereken yer ve hallerden uzak durmayı sadece kendi iyiliğimiz/menfaatimiz açısından öğütleyen bir davranış biçimini dile getiren deyimler olmaktadır.

Zaten “etliye sütlüye karışmamak” deyimi sözlükte; zarar görmemek adına ya da tartışmaların getirdiği gerilimlerle huzurun kaçması istenmediğinden, başkalarını rahatsız edecek tavır ve davranışlardan kaçınmak anlamındadır.

Böylesi davranışlar sergileyen kişileri çevremizde hatta en yakınlarımız arasında görmekteyiz. Fakat kendilerinin Müslüman olduğunu söyleyen kimselerinde böylesi davranışları onaylıyor görünmeleri çok çirkin bir davranıştır. Çünkü İslam iyi amelleri önemser ve kötülüklerin yok olması için taraftarlarının bu uğurda çaba göstermesini emreder. Hatta gerektiğinde bu uğurda canlarından ve mallarından vazgeçilmesini de ister. Böylesi emirleri olan İslam dininin taraftarlarının ya da bağlılarının kötü davranışlar içerisinde bulunan böylesi kimselere bulaşmadan bir hayat yaşamaları çelişkili bir tutumdur. Her Müslüman inancı gereği iyi ameller işlemeli ve yapılması gereken iyi amelleri de çevresine öğütlemelidir. Bu yüzden de iman ile amel birlikte düşünülmesi gerekli bir tutumdur. Yoksa bir Müslüman’ın hiçbir kötülüğe müdahale etmeden hiçbir işe karışmadan kendi haline bir hayat yaşaması düşünülemez. Ödül ancak bir şeylerimizin eksilmesi ile olur. Sevdiğimiz şeylerden fedakarlıkta bulunmadan ödül ya da başarı düşünülemez. Doğru yolun anahtarı da bellidir. Hiç şüphesiz ki insanları en doğru yola Kur’an iletir.

“Hiç kuşkusuz bu Kur’an insanları en doğru yola iletir ve iyi ameller işleyen mü’minlere, kendilerini büyük bir ödülün beklediği müjdesini verir.” (İsra-9)

“İşte yapılan iş ile ona verilecek karşılık arasındaki en köklü ilke budur. İman ve iyi ameller üzerinde kuruyor binasını. “Amelsiz iman olmaz.” İmansız amel de olmaz.” Birincisi yarım kalmıştır. Tamamlanmamıştır. İkincisi ise kesiktir, kopuktur. Hiçbir dayanağı yoktur. İşte bu nedenle hayatın en doğru yola girmesi ancak iman, amelle birlikte olduğu zaman mümkündür. İnsan ancak bu ikisini beraber yerine getirerek bu Kur’an’ın gösterdiği yola girebilir.

Bu Kur’an’a uymayanlar ise, insanların arzu ve isteklerine boyun eğmişlerdir. Kendisine neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu bilmeyen, aceleci, peşinden gelen bir kötülüğün varlığını bilse dahi duygusal tepkilerini kontrol altına alamayacak kadar ihtiraslarına bağımlı insanın insafına bırakılmışlardır.” 1

Kur’an’ı bir hayat kitabı olarak görmeyenlerin arzu ve isteklerine göre hareket etmeleri gayet normal bir durumdur. Olması gerekendir. Fakat Kur’an’ı bir hayat kitabı olarak görenlerin böylesi arzu ve heveslerine uyanların yollarını takip etmeleri kabul edilemez bir durumdur. Kur’an inanılan değerlerin topluma yansıtılmasını istemektedir.

Zaten ilk inen ayetlerde de Kur’an elçisini bu yönde eğitmiştir.

Yüce Allah daha ilk ayetlerinde Peygamberine “Ey Evine kapanan kişi” diye hitap ediyor ve O’na kendisine verilecek o ağır göreve nasıl hazırlanması gerektiği bildiriliyor. Bizlerin de Kur’an okumalarımızı böyle bir bilinç ortamında okuyup okumadığımızı yani sorumluluğu almak gibi bir düşünce/niyet ile okuyup okumadığımızı kontrol etmemiz gerekir. Peygambere söylenen hitap şekilleri çağımızda yaşayan, çağımızın şahitleri olarak bizlere de hitap etmektedir.

“Ey evine kapanan kişi! Geceleyin kısa bir süre hariç; bazen gecenin yarısı bazen bundan biraz eksilt bazen de buna biraz ekle kalk görev yap. Kendine indirilmekte olan Kur’ân’ı da tebliğ ederken düzgünce düzene koy! Şüphesiz Biz, senin üzerine çok ağır bir söz/Kur’ân’ı bırakacağız. (Müzzemmil-1-5)

Ayetteki, “Müzzemmil” sözcüğünün anlamı, elbiseye veya herhangi bir şeye bürünen demektir.

Aslında deyim olarak uykuya hazırlık, iç çamaşırlarını giyip yatağa yatmak yorganı üstüne örtmek anlamı taşısa da bir diğer anlamı olan kendi halinde yaşamak, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmamak anlamı daha uygun görülmektedir.

Hz Muhammed zihinsel yönden sağlıklı yani cinlenmiş değil, mecnun da değil ve varlıklı birisidir. Kimsenin minnet edeceği bir borca da girmemiştir. Seçkin bir kabilenin de üyesidir. Alak suresinde geçtiği üzere Darü’n Nedve üyeleri ile tartışmaya girmiş belki de kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan evine kapanmıştı. Tabi ki tartışması muhtemel konular Allah’ın ilahlığı ve Rabliği konusunda olmuştur. Fakat Allah elçisini daha böylesi düşünceler oluşmadan hemen hazırlık döneminden geçiriyor O’na yapması gereken şeyleri söylüyor.

Ve O’na “Ey örtüsüne bürünen!” diye sesleniyor. Yani “Ey içine kapanan, toplumsal meselelere karışmaz olan, salâtı/sosyal aktiviteyi, sosyal destekçiliği bırakan Muhammed!” diyor. Ve bu göreve hazır olan elçisini aynı/benzer ifadeler ile göreve çağırıyor.

Ey göreve hazır kişi! Kalk! Hemen, uyar! Ve hemen Rabbinin en büyük olduğunu ilân et, kişiliğini lekeleme; temiz tut, şaibeden hemen uzaklaş, pisliği hemen uzaklaştır, yaptığın iyiliği çok bularak başa kakma! Ve yalnız Rabbin için sabret!(Müddesir-1-7)

Çünkü, o boruya üflendiğinde, işte o, o gün, çok zorlu, çok çetin bir gündür. Yalnız o, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler için hiç de kolay değildir.(Müddesir-8-10)

Asıl mesele zaten Allah’ın Rab olması O’nun tek ilah olarak kabul edilip edilmeme meselesidir. Buralara karışılmadığı sürece mevcut İslam dışı yapılardan herhangi bir tepki de gelmeyecektir. Günümüzde müslüman toplumlar işin bu kısımları sanki yokmuş gibi davranıp İslam’ın diğer yönleri ile yaşamaya çalışmaktadırlar. Böylesi parçacı bir anlayış İslam’ı temsil edemez.

Yüce Allah;

“Andolsun, biz her ümmete : ‘Allâh’a kulluk edin ve tâğûttan (ona kulluk etmekten) kaçının’ diye bir Resûl gönderdik.” (Nahl-36) diyor.

Öyle ise Hz Muhammed’in (s) gönderilme sebebi de tüm insanları tâğûta kulluk etmekten sakındırmaktır. Yani Allah’ı tek ilah ve Rabb olarak kabul ettirmek..

Müddesir Suresindeki Ayetlerde geçtiği üzere öğreniyoruz ki Peygamber Allah’ın Rabliği ve ilahlığına karşı gelen, bunu kabullenmeyen, böyle bir şeyin toplumda kabul görmemesi için uğraş veren, gerektiğinde şiddete başvuracak olan bir toplum ile karşı karşıyadır.Ve davette bulunduğu topluluğu tâğûtlara kulluk etmekten sakındırmakla görevli. O yüzden bizler ilk okumalarımızı yapar iken Peygamberin yaşadığı bu toplumu onların özelliklerini iyi bilmek zorundayız. Bizler daha çok siyer kitaplarımızda Peygamber ve arkadaşlarının faziletli, üstün ahlaklı güzel yanlarını hep okur dururuz. Fakat Mekke’de Müslümanlar ile mücadele eden müşriklerin ahlaklı ve güzel yanlarını hiç bilmeyiz. Peygamber ve arkadaşlarının hatalı veya yanlış yaptıkları şeyleri bilmediğimiz gibi. Mekke’deki müşrikler öyle anlatıldığı gibi çok kötü kişiler değiller. Yani bizlerin kafalarında oluştura geldikleri şekilde tasvir edilmemişler. Vahye karşı gelmişler, Allah’ın ilahlık ve Rabliğini ret etmişler fakat kendi insanlarına karşı çokta kötü bir davranışları yok. Sadece kendi atalarının dinine karşı gelen Peygamber ve arkadaşlarının yaymaya çalıştığı dinin kendi dinlerini yok edeceği endişesini taşıyorlar.

Mesela müşrikler “La ilahe illallah” (Allahtan başka ilah yoktur) diyorlar fakat Allah ile birlikte başka ilahlar Rabler de ediniyorlardı. Yani bunu tıpkı günümüzdeki birçok “Müslüman” gibi sözde yapıyorlardı. Yine Mekke’li müşrikler namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, hac ediyorlar. Fakirleri doyurmak, infak etmek yani zekât vermek önemli davranışlarından birisidir. Hac etmeye gelenlere hizmet etmek, güvenliklerini sağlamak ikramda bulunmak onlar için çok önemli görevlerdendi. Allah adına yemin ederlerdi. Kurban keserlerdi. Faizi çok kötü görürlerdi.

Velid bin Muğire ‘darun nedve’ de Kâbe inşası ile ilgili görüşüp karara bağladıkları hükümleri halka ilan ediyor.

Ve diyor ki; “Ey Kureyş topluluğu! Beyt’ın onarımı için herkes imkanı dahilinde bağışta bulunsun. Fakat bağışlar faiz, kumar, fuhuş ve zorbalıkla elde edilen gelirlerden olmasın. Bu tür kötü haram kazançlar Beyt’ın onarım masrafına bulaştırılmasın! Bağışlarınızı hanımlarınızın mehirlerinden ve babalarınızdan kalan miraslardan yapın. Çünkü sizin kazançlarınız şaibelidir.”

Bir putperest olduğu bilinen Peygamberin dedesi Abdulmuttalib ise;

“ O’na Muhammed ismini verdim; çünkü arştaki ‘Allah’ın ve yerdeki insanların övgüsüne layık birisi olmasını istiyorum.” diyor. Mekke müşriklerinin ezilen, haksızlığa uğrayan mazlumların haklarını korumak için oluşturdukları derneklerinin sadakat yemini var.

“Allah’a yemin ederiz ki, zulme uğrayanların yanında, zalim olanların karşısında yer alacağız! Mazlumun hakkını zalimden alma konusunda hepimiz birlik ve beraberlik içinde olacağız. Bu birlik ve beraberlik, bir kılı aşındırıp yok etmesine, Hirâ ve Sabir dağlarının yeryüzünde yok olmasına kadar devam edecek; herkes verdiği söze, yaptığı yemine sadık kalacak. Allah’ın adına yemin ederiz.”2

Bedir gazvesi öncesi Ebu Cehil Kâbe’ye gidiyor kabe’yi tavaf ettikten sonra Kâbe’nin örtüsünden tutup Allah’a şöyle yalvarıyor.

“Ey Allah’ım! Muhammed yeni bir din çıkardı ve babalarının dinini terk etti. Bu gün sen hak ile batılı ortaya çıkar Atalarının dinini yalanlamış olan Muhammed’i mahvet…!” Yine Ebu Cehil’ın bir yakınması var: “Bizim ile Abdul Menaf arasında yarış vardır. Onlar (fakire) yedirir biz de yediririz. Onlar binek verir biz de veririz. Onlar bağışta bulunur biz de bağışta bulunuruz. Biz ile onlar şerefli olma bakımından hep eşit olduk. Fakat şimdi onlar, ‘bize bir peygamber geldi ve gökten vahiy alıyor’ diyorlar. Bu konuda onlarla nasıl yarışabiliriz? Allah’a yemin ederim ki, kesinlikle ona inanmayacak ve onu tasdik etmeyeceğiz! “3

Yani tıpkı günümüz Müslümanları gibi “Ebu Lehebler ve Ebu Cehiller de Allah’a inanıyorlar (Zuhruf:9, Ankebut:61, Lokman:25),

Üstelik cübbeli ve sakallı idiler. Her gün zemzem suyu içer hurma yerlerdi. Onlar da kutsadıkları kişilerin, evliyaların, sadakaların şefaatine inanırlardı. (Enam:94, Ahzab:67-68, Ahkaf:6), Ölülerden yardım beklerlerdi. İnsanlardan dini kullanarak para toplarlardı.(Yasin:21), Onlar da Allah adına bir sürü haramlar ve helaller uydurup onlara inanırlardı. Onlar da kılı kırk yararak şefaat umduklarına uyduruk ibadet yapar halkı cahili ibadetlerle oyalarlardı. (Zümer:3, Yunus:18, Zümer:43-44, Ahkaf:5-6), Cehenneme girseler de biraz yanıp çıkacaklarını sanırlardı. (Ali İmran:24, Bakara:80), Hizipçi idiler. Hepsi “Fırka-ı Naciye” kendilerini sanırlardı. (Enam:159; Rum:31,32).

Kadınları aşağı görürlerdi. Allah ve elçileri adına uydurulmuş her hikâyeye inanırlardı. Ebu Leheb ve Ebu Cehil de “nakil” diye Allah’ın verdiği en büyük nimet olan “akla” düşman idiler. Çoğunluğu körü körüne izlerlerdi. Atalarının dini üzereydiler. Allah’ın ismi tek başına zikredilince hoşlanmazlardı,­ ilahları ile birlikte anılınca hoşlarına giderdi (Zümer:45), İşin ilginci müşrik olduklarını da inkar ederlerdi; kendilerini muvahhit sayarlardı. (6:23; 6:148; 16:35).

Akılsızlığı, cehaleti ve şirki savunanlar eğer Muhammed a.s döneminde yaşasaydılar kesinlikle Ebu Cehillerin yanında yer alır ve Muhammed a.s’ın fitne çıkardığını, ataların dinine ihanet eden bir mürted olduğunu, evliyalara hakaret ettiğini iddia eder ve Muhammed’in (s) öldürülmesi için açılan kampanyayı desteklerdi. Eğer İsa döneminde yaşasalardı Ferisilerin yanında yer alırlardı; Musa döneminde yaşasalardı Samirilerin. (Mu’minun 26)”4

Verilen tüm bu örneklerde açıkça görülmektedir ki kafamızdaki müşrikler ile hem rivayetlerde hem de ayetlerde geçen müşriklerin özellikleri çok farklıdır. Hatta okurken şöyle bir şeyi fark etmişizdir Mekke’de ki müşriklerin özellikleri günümüzde ki birçok “Müslüman”ın! özellikleri ile nerede ise bire bir aynıdır. Yani Allah’ın müşriklerin inancı olarak gösterdiği ve terk etmemizi istediği birçok inanış biçimi günümüzde “Müslüman”ım diyen bir takım topluluklar tarafından aynen yaşatılmakta ve sürdürülmektedir.

Tabi Yüce Allah’ın elçisini tüm bu konulara müdahale etmesi için gönderdiğini hatırlar isek bizler şimdi bir değer olarak, ibadet olarak yaşattığımız bu müşrik inançlara nasıl karşı çıkacağız. Toplumumuz tabi ki bizleri tekfir edecektir. Atalarından öğrendikleri dinlerini değiştireceğimiz endişesini duyacak ve bizlerle mücadeleye girişecektir. İşte tamda burada etliye sütlüye karışmadan bu insanları kendi haline bırakarak İslamı yaşamayı tercih edenlerimiz olacak. Böylesi bir güne hazırlanmaktan geri duracak. Umalım ki bizler böyle korkular içerisinde olmayalım.

Çünkü Müslümanların özellikleri Kur’an’da bellidir.

Tüm müminler ;  – Tağuta kulluk (İbadet) etmekten sakınırlar (Nahl-36), Onlar asla tağutun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istemezler. Tağutu inkâr etmekle (tekfir etmekle, lânetlemekle) emrolunduklarını bilirler. (Nisa-60),

– Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe gönülden inanırlar (Bakara 4 ve 177),

– Onlar Allah’ın yanı sıra başka ilahlara yalvarmazlar, Allah’ın yasakladığı cana sebepsiz yere kıymazlar ve zina etmezler( Furkan–68), – Gaybe iman ederler (Bakara 3, Fatır 18, Yasin 11), – Ve onlar, Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. (Rad 22)

– Zekatlarını verirler (Bakara 177), – Allah yolunda infak ederler (Bakara 3, Âl-i İmran 134, Teğabün 16), – Yakın akrabaya, fakirlere, yetimlere, yolda kalmışlara yardım yaparlar (Bakara 177), – İnsanların kusurlarını bağışlar onlara iyilik yaparlar (Âl-i İmran 134, Maide 93, Yusuf 90), – Mallarından isteyenlere ve yoksullara verirler (Zariyat 19), – Allah için mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler (Tevbe 44), – Geceleri az uyuyup, seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerler (Zariyat 17 ve 1), – Öfkelerine hakim olurlar (Âl-i İmran 134), – Affedicidirler (Âl-i İmran 134, Nisa 149, Şura 37, 40 ve 43), – Verdikleri sözü yerine getirirler (Bakara 177), – Yapacakları işleri aralarında istişare ederler (Şura 3), – Sabır sahibidirler (Bakara 45 ve 177, Âl-i İmran 17-20-186, Hud 115, Kehf 2), – Kötülük yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak tevbe ederler ve günahlarının bağışlanmasını dilerler, kötülükte ısrar etmezler (Âl-i İmran 134), – Doğru söz söylerler (Ahzab 70), – Emr edildiği gibi dosdoğru olurlar (Hud-112), – Rablerinin davetine icabet ederler (Şura 3), – Hesap gününden korkarlar (Ra’d 21, Mearic 26-27, İnsan 7). Irzlarını korurlar (Mü’minun 5-7), – Boş şeylerden yüz çevirirler (Furkan 72, Lokman 5, Mü’minun 3), – İyilikte yardımlaşırlar (Maide 2),

– Kimseye hakaret etmezler, yapılan iyiliği küçümsemezler ve müminlere karşı güler yüzlüdürler.(Hadis Tirmizi)

– Kötülüğü iyilikle savarlar (Ra’d 22), – İyilik etmeleri nedeniyle Allah’ın sevgisini kazanırlar (Al-i İmran 134), – Zulme uğradıklarında -haddi aşmadan- yardımlaşarak haklarını alırlar (Şura 39). Muhsin kimselerdir (Hud 90, Zümer 33-34). Salih amel sahibi kimselerdir (Meryem 60-63), – Hidayet üzeredirler (Bakara 5).

-Faiz yemezler yoksa mahşerde şeytanın çarptığı kimseler gibi dirileceklerini ve orada Allah’ın kendilerini süresiz olarak cehenneme atacağını bilirler(Bakara–275),

– Gerçek takva sahipleri Allah’a ve resulüne iman eder, ondan sonrada asla şüpheye düşmezler, Allah yolunda malları ile canları ile savaşırlar (Hucurat-15),

-İslam’da üstünlüğün ölçüsünün dil, ırk, renk, kavim, soy-sop, yaşanılan coğrafî mekân ile değil sadece ve sadece “takvaları” ile olduğunu bilirler. (Hucurat 13)

– Allah’ın sürdürmesini emrettiği ilişkileri sürdürürler, Rablerinden korkarlar ve kötü hesaplaşmadan ürkerler(Rad-21),

-Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmezler(Nisa–139)

Yukarıdaki ayetler gerçekten iman etmiş müminlerin özelliklerini içeriyor. Fakat ayetlerde geçen hususların yine günümüz Müslümanları tarafından uygulanmadığı görülmektedir. Bu çelişkiyi umarım bir an önce anlarız. Hayatlarımızda cesur değişiklikler yapabiliriz.

Kur’an okumalarımızı yaşamak kaydı ile okumaya dikkat edelim. İnen ilk ayetleri çok iyi anlamaya çalışalım. Anlamadan attığımız adımlarımız hayatımıza yön vermeyen ilerlemeyen adımlar olarak kalacaktır. Zaten bunun adı adım atmak değil yerinde saymaktır. Bu hali ile zaten rahatımızı kaçıracak hiçbir sosyal olayın içerisinde yer almayız. İnancımızda askılıkta duran elbise gibi olur. Yani hiç kımıldamaz, hareket etmez.

İnşallah bizler yüce kitabımızı hakkı ile yaşayanlardan oluruz. Mağaralarına çekilip bir ömrümüzü oralarda tüketmeyiz. İslam bizden kötü olan ile mücadele etmemizi istiyor. Sosyal hayatın içerisinde yer almamızı istiyor. Allah’ın emirlerini ana şehirlerin caddelerinde insanlara duyurmamızı istiyor. Allah’ın emirleri saklanılacak gizli tutulacak emirler değildir. O yüzden yaşadığımız değerleri başka insanlara da ulaştırmamız gerekiyor. Allah yar ve yardımcımız olsun.

Selam ve dua ile.

 

Dipnotlar

Fizilal’il Kur’an İsra 9. Ayet Açıklaması

İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye.

İbn Hişam c 1, sh 337-338

www.facebook.com/Kuran Universitesi

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *