Kolektif Patolojiler

Yalnızca kendi mensupları/taraftarları için adalet isteyen, kendi çıkarlarını kutsallaştıranlar, bu çıkarlarını sınırsız bir önceliğe sahip olması gerektiğini savunur. Bu çevreler, Türkiye de Neonurculuk örneğinde görülebileceği üzere, hiçbir şekilde ahlaki sınır tanımazlar.

Müslümanlar olarak, sıra dışı bir dikkate, sorumluluk bilincine, ahlaki bir bağımsızlığa sahip olsaydık eğer, hayatımızda yanlış giden şeyleri, adil olmayan şeyleri, ahlaki olmayan şeyleri düzeltmek ve ortadan kaldırmak üzere, bütün olumsuzluklara/kötülüklere karşı, uyarı görevimizi yerine getirmek üzere, bu konular etrafında politik inisiyatif kullanabilecek, duyarlı bir kamuoyu oluşturarak, gündelik hayatın içersinde büyük bir farkındalık bilinci içersinde hareket ediyor olacaktık. Bugün, ahlaki bakış açılarını kaybettiğimiz ve ahlaki dikkate sahip olmadığımız için, ahlaki sorunları sorun olarak görmüyoruz.

Nerede olursa olsun, hayatımızı çıkar mülahazaları, endişeleri, yaklaşımları belirliyor. Ulusal çıkar, mezhep çıkarları, cemaat çıkarı gibi yaklaşımlar hiçbir zaman ahlaki bir kaygı içermiyor. Müslümanlar bir yanda Ümmet bilincinden söz ederken, evrensel insanlıktan söz ederken; bir diğer yandan, hemen bu yaklaşımlarını kökten yalanlayarak, sadece kendi uluslarına, mezheplerine ve cemaatlerine ilgi ve saygı duyuyor.

Yalnızca kendi mensupları/taraftarları için adalet isteyen, kendi çıkarlarını kutsallaştıranlar, bu çıkarlarını sınırsız bir önceliğe sahip olması gerektiğini savunur. Bu çevreler, Türkiye de Neonurculuk örneğinde görülebileceği üzere, hiçbir şekilde ahlaki sınır tanımazlar. Bu nedenledir ki, mutlaklaştırılan milliyetçi/mezhepçi/cemaatçi öncelikler, içerisinde yaşadığımız dönemde örnekleri çokça görülebilen çatışma ve gerilimlere neden olur.

Özel ve güçlü önceliklere/ayrıcalıklara sahip olmaları gerektiğine inanan ulus-devletler, mezhepler ve cemaatler, bu inançları sebebiyle adalet duygusunu bile bile terk ederler. Ahlaksız ve adaletsiz duygular/düşünceler/uygulamalar, her durumda çifte standartlar oluşturur. Her çifte standart büyük haksızlıklara yol açar.

Ulus-devletlerde, herkesi, bütün renkleri içerisine alan kültürel yaklaşımlardan ve bilgeliklerden söz edilemez. Ulus-devletlerde hamasi/popülist/ırkçı klişeler/sloganlar/törenler/gösteriler kültür gibi algılanır. Kendi içlerine kapanan, kendi tarzlarıyla büyülenen milliyetçilikler ortak psikolojik eğilimleri yansıtırlar. Bu eğilimler, art niyetli nefret üreten kalıplar şeklinde somutlaşır. Ahlak ve adaletten yoksun, çifte standartlara dayalı her milliyetçilik/mezhepçilik ve cemaatçilik sadece kendilerinin doğru gördüğünü, doğru düşündüğünü savunur. Hiçbir milliyetçilik, hiçbir mezhepçilik, hiçbir cemaatçilik, çifte standartları kullandıkları için, gerçekleri bütün boyutlarıyla göremezler. Popülist aşırı güven, bütün milliyetçileri/mezhepçileri ve cemaatçileri her durumda yanıltır. Bu tür akımlar kalıplaşmış anlamları aşamazlar.

Düşünme, akıl yürütme, sorgulama, eleştiri, yorum yetisini, gelenek böyle istiyor diye, cemaat liderine, politik lidere devretmek, bireyleri de, toplumları da düşüncesizleştirir, akılsızlaştırır, bir robota dönüştürür. Robota dönüşmek demek kendisi olmaktan, gerçek anlamda var olmaktan vazgeçmek demektir. Bireylerin ve toplumların propaganda yoluyla, baskı altına alınması, kontrol edilmesi, yönetilmesi, şiddet yoluyla yönetilmesi anlamına gelir. Her propoganda aldatıcı duyarlılıklar oluşturduğu gibi, kitleleri basmakalıplaştırır. Propoganda yoluyla gerçeğin tersine çevrildiği, çevrilebildiği çok görülmüş ve yaşanmıştır. İnsan aklının, ruhunun, vicdanının sınırlandırılması, bir örnekleştirilmesi, istenilen doğrultuda kullanılması, ulus/mezhep/parti/cemaat çıkarı adına araçsallaştırılması büyük bir zulümdür.

Günümüzde, İslam dünyası toplumlarında, duygusal sömürü ve duygusal kölelik, kolektif bir patolojiye dönüştürülerek, sürdürüldüğü için, küresel/emperyal/sömürgeci düzenin korkunç adaletsizlikleri, vahşet ve barbarlıkları karşısında onaylanması mümkün olmayan sesiz bir Kabul içerisinde bulunuyoruz. Toplumlarımız, modern zamanları, emperyal/sömürgeci/kolonyalist, ırkçı bir düzenin kültürel/politik/ekonomik dayatmalarına maruz kalarak geçirdiler. Bu dayatmalar eksiksiz bir biçimde bugün de devam ediyor. Toplumlarımızda kültürel/ekonomik/politik normlar bu dayatmalar yoluyla belirleniyor. Bu dayatmaların çok ahlaksız, çok adaletsiz ve faşizan dayatmalar olduğunu bilmek gerekiyor. Emperyalist/sömürgeci/kolonyalist/ırkçı dayatmalardan daha korkunç bir insanlık suçu ve insan hakları ihlali olamaz.

Yüksek bir farkındalığı, yüksek bir bağımsızlık bilincini temsil edemediğimiz için, her türlü dayatmaya, her türlü yabancılaşmaya boyun eğiyor, sonunda maalesef, bütün anormal durumlara alışıyoruz. Bu alışkanlıklar bir direniş ufku, iklimi, ortamı, kültürü oluşturmamızı engelliyor. Emperyalist/kolonyalist unsurların
ideolojik/ekonomik ve ırkçı ihtirasları, tarih boyunca, zayıfların/güçsüzlerin, farklıların sorunlarını, tercihlerini hiçbir şekilde dikkate almamıştır. Günümüzün küresel dünyasında bütün fikirler çiftleşiyor. Bu gelişme fikir üretenler için çok
yararlı sonuçlar doğururken, fikir üretemeyenler, üretilen fikirleri tüketmek durumunda kalıyor.

Her kuşak, kendi dönemini çözümleyebilecek, etkileyebilecek, anlamlandırabilecek, tanımlayabilecek fikirler keşfetmek, üretmek zorundadır. İslam dünyası toplumları akılcı merak yetisini yitireli yüzyıllar olmuştur. Akılcı merak yetisini yeniden toplumlarımıza kazandırarak yeni fikirler, yeni seçenekler, üretilebilir. Yeni fikirler, yeni seçenekler, bilgelikler üzerinde çalışmadığımız için toplumlarımız mezhep fanatizmi batağına saplanıyor.

Bütün yeniliklere, yeni fikirlere, yeni seçeneklere şüphe ile bakan bir geleneğin, geçmişin bağnazlıklarına kapanması kadar doğal bir şey olamaz. Bu nedenledir ki, yeni fikirler, seçenekler üretme yeteneğine sahip olmayanlar, ancak, yeni aşırılıklar ve yeni fanatizmler üretebiliyor.

İktibas, Haziran 2015, sayı 438

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *