Köylüleşme, Taşralılaşma

İçerisinde yaşadığımız dünyada somut sorunlara, somut yanıtlar verebilecek bir yetkinliğe sahip olmamız gerekir. Konformist kültürlerden, toplumlardan bir direniş siyaseti çıkarılamaz.

​​İnsani alanlar, derinlikler, bilgelikler ilgiler ve ufuklar hızla tükeniyor, tüketiliyor. Her şey, piyasanın gerekleri/çıkarları/beklentileri/ufukları içerisinde şekilleniyor. Her şey vülgarize edilirken, İslam’da; İslami cemaatler,  partiler, mezhepçilikler tarafından ölçüsüz bir biçimde, sınırsız bir biçimde vülgarize edilebiliyor. Cemaat çıkarı için, mezhep ya da parti çıkarı için, İslami ilkelerden her türlü ödün verilebiliyor. Cemaatler ve partiler sayıları çoğaltabilmek için, popülizmin bütün biçimlerini kullanmakta tereddüt etmiyor.

​İslam, kültürel bir alana hapsedilerek, millileştiriliyor.

​İslam’ın vülgarize edilmesi sebebiyle, başta Türkiye olmak üzere, bütün İslam toplumları ne yazık ki, nirengi noktalarını kaybetmişlerdir. Nirengi noktalarını kaybeden toplumlar bugün, nereye/nasıl yönelebileceklerini bilmiyor.

​Günümüz dünyasında gerçek diktatörlüğün neoliberal diktatörlükler olduğunu ısrarla hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor, tartışmak gerekiyor. Bugünün “özgürlük” dili/söylemi neoliberal anlamda kullanılıyor. Neoliberal anlamda özgürlük, hiçbir değere ve ahlak sistemine ihtiyaç duymamak, bunları reddetmek anlamına geliyor.

​Bizler, Müslümanlar olarak, istediğimiz her şeyi yaparak değil, iyilikleri savunarak, iyilikleri somut gerçekliklere dönüştürerek, kötülükleri reddederek, kötülükleri fiilen ortadan kaldırmaya çalışarak, bu doğrultuda mücadele ederek özgürlüğe farklı bir değer kazandırırız. Bizim için özgürlük, her tür yabancılaşmaya, kötülüğe, teslimiyetçiliğe karşı direnmekle başlar. Konformist, statükocu, muhafazakar kültürlerde toplumlarda direnişe de, özgürlüğe de ihtiyaç duyulmaz.

​Günümüzde İslam toplumları, İslami cemaatler/partiler hiçbir yabancılaşmadan, yabancılaşmaların bir sisteme dönüşmesinden, seküler keyfiliklerden, inhiraflardan rahatsız değiller.

​İslami hareketlerin, mücadelelerin küresel ölçekte ehlileştirilmesi; vülgarize edilmesiyle birlikte başladı. İslam’ın vülgarize edilmesi, yığınların/kalabalıların/kitlelerin hoşuna gidebilecek, onların onaylayabileceği, kabul edebileceği şekilde İslam’ın basitleştirilmesi, içeriğinin boşaltılması, hamasete, folklore dönüştürülmesi anlamına geliyor. Vülgarize edilmiş bir din algısı ve yaklaşımı ile, Neonurculuk uygulamalarında da görülebileceği üzere, küresel/emperyal düzenle her türlü işbirliği yapabiliyor. Küresel emperyal düzenle uzlaşmayı/bütünleşmeyi kabul etmeyen unsurlar, İran-Suriye-Hizbullah örneğinde görülebileceği üzere benzeri görülmemiş kampanyalarla yalnızlaştırılıyor.

​Mezhep gerilimleri, çatışmaları, rekabetleri, mezhep merkezli politik yaklaşımlar/ilişkiler, maalesef, İslami duyarlığın ulus-devlet sınırlarına kapanması/kapatılması sonucunu doğuruyor. Ulus-devlet sınırları içersine çekilmiş milli-mezhepçi Müslümanlığın bir Ümmet vizyonuna/programına/bilincine sahip olması beklenemez, beklenmemelidir. Küresel sistemin ya da yerel anlamda devletin vesayeti altında, İslami yeniden yapılanma mümkün olamaz.

​19’uncu yüzyıldan itibaren Avrupa emperyalizmi aracılığıyla dünyanın dönüştürülmesi projesi hayata geçirilmişti. Aynı dönemde Avrupamerkezci siyasal sistemler ortaya çıkmıştı. Avrupamerkezci siyasal model ve laik ulusalcılık, İran’da İslam devrimiyle birlikte son buldu. Bugün toplumlarımız, neoliberal diktatörlüğün yardımıyla otoriter laiklikten, liberal laikliğe geçmiş bulunuyor. Liberal laiklik uygulamalarını daha çok Türkiye örneğinde bütün boyutlarıyla takip edebiliyoruz. Düşünce hayatımız, kültür hayatımız, entelektüel hayatımız laikliğin hiçbir biçimini reddetmeye cesaret edemiyor. Vülgarize edilmiş bir dini yaklaşımın meşrulaştırılması, kurumsallaştırılması, küresel sistemin himayesine mazhar olması, İslami bütün iddialardan, iddialarımızdan vazgeçtiğimizi gösterir.

​İçerisinde bulunduğumuz dönemde İslam toplumları neoliberal özgürlük söylemiyle, retoriğiyle açıkça köleleştiriliyor.

Bugünün dünyasın da “kutsal” olan tek şey sermaye’dir.

​Eşya’ya tapınmak, markalara tapınmak, moda’lara tapınmak, mülkiyete tapınmak eleştiri ve sorgulama konusu bile yapılamıyor. Kapitalist bir sistemin hayatın her alanında bizleri araçsallaştırmasına itiraz etmiyoruz. İslamı bir alışkanlığa dönüştürdüğümüz için, İslami temeller üzerinde çalışma ihtiyacı duymuyoruz.

​Yapay ilişkilerin, yapay dünyalarında, İslami hizmetler bile bir gösteriye, gösterişçiliğe dönüştürülebiliyor. Nerede olursa olsun gösteri yapanlar, tiyatro yapanlar niceliksel anlamda gündemde kalabiliyor. Tevhid ve ümmet bilinciine/ahlakına saygı duymayan İslami unsurlar, lümpenleşme/köylüleşme/taşralılaşma yönünde bir savrulma yaşadıkları için, utanç verici, yüz kızartıcı mezhep rekabetleri/çatışmaları büyük bir keyif ve hazla sürdürülebiliyor. Lümpenleşme, köylüleşme, taşralılaşma bütün karşıtlıkları ve rekabetleri derinleştiriyor, çatlakları çoğaltıyor.

​Karşı karşıya bulunduğumuz küresel/emperyal baskı ve aşağılanmalar bilincimizin keskinleşmesine yol açmalıydı, maalesef böyle olmadı. Tam tersi bir aldırmazlık/kayıtsızlık durumu ortaya çıktı. Mazur görülmesi mümkün olmayan köhneleşmiş yanılsamalar dini hayatı istila etti. Bu nedenledir ki, kendi tarihimizin öznesi olamadık. Medeniyetlerin ithal edilemeyeceğini, inşa edilmesi gerektiğini düşünemedik.

​Anlam kırıntılarıyla, değer ve ahlak kırıntılarıyla hiçbir inşa faaliyeti gerçekleştirilemez. İçerisinde yaşadığımız dünyada somut sorunlara, somut yanıtlar verebilecek bir yetkinliğe sahip olmamız gerekir. Konformist kültürlerden, toplumlardan bir direniş siyaseti çıkarılamaz.

​Gerçek anlamda özgür olduğumuzda, düşüncelerimizin ve eylemlerimizin bir yankısı ve anlamı olur.

​İslami sorumluluklarımızı ertelemek, ötelemek, geciktirmek bir araf durumuna işaret eder, kararsızlığa işaret eder.

İktibas, Temmuz 2013, sayı 415

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *