Her çağın büyükleri, kendi zamanlarındaki gençliği eleştirir, gençliğin çok kötüye gittiğinden yakınır, kendi gençlik dönemlerindeki erdemleri iç geçirerek yâd eder; “nerde o bizim günlerimiz…” yakınmasıyla geçmişi yüceltir, şimdiyi eleştirir. Bizler böyle bir tuzağa düşmemeliyiz.
Mehmed Durmuş
Biraz da gençlerimizi konuşalım istiyorum.
Çocuklarımız, gençlerimiz… Sayılı yıllar sonra bizim yerimizi alacak olan onlar…
Ya günah keçisi, ya da kutsal inekleştirdiğimiz gençlerimiz…
Gençlik üzerine çok yazılmakta, çok konuşulmakta, toplantılar, paneller, sempozyumlar düzenlenmektedir. Devletin çok büyük imkânları gençlik için seferber edilmektedir. Okullarda milyonlarca genç için adeta her şey feda edilmektedir. Görüntü böyledir.
Fakat sevgili dostlar, aslında gençlik için yapılan bu faaliyetlerin çok azı kayda değer işlerdir. Aslında bir meseleye nereden bakarsanız, ne görmek isterseniz onu görürsünüz. Türkiye’de gençliğin durumunun çok iyi olduğunu ileri sürenler de olacaktır. Fakat gerçekler başkadır.
Öncelikle şunun altını çizmek gerekir: Yetmiş milyonluk bir ülkede yetmiş bin türlü sorunun olması doğaldır. İnsanın olduğu yerde sorun da vardır. Dolayısıyla, sorunların tamamı, salt bugünkü rejimle alakalı değildir. Bunların bir kısmı, sırf insan, insan olduğu için vardır. Yani sorunları bazısı tamamen ‘insanî’dir. Dünyada insan var oldu olalı bu sorunlar da vardı ve bundan sonra da olacaktır. Bu açıdan bakınca, ülkede bir İslami rejim kurulursa sorunlarımız bitecek gibi naif düşüncelere kapılanlar varsa, bunlar düşüncelerini gözden geçirmelidirler.
Fakat sorunların önemli bir kısmı kuşkusuz bu topluma hükmeden siyasal zihniyetten ve bu zihniyetin belki yüzyıllardır yetiştirdiği toplumdan kaynaklanmaktadır. Bununla beraber, sorunların cinsi, oranı, büyüklük veya küçüklüğü ne olursa olsun, tamamının çözümü hiç tartışmasız ancak İslam’la olabilir. Bununla beraber, İslam’ı temsil eden Müslüman kadro eğer yeterli değilse, müktesebatı sorunlu ise, İslam’ın sorunlara çözüm bulması mümkün olmayacağı gibi, sorunların daha da büyümesine sebep olabilir.
Türkiye’nin henüz parayla tanışmadığı, teknolojinin Anadolu’yu işgal etmediği geçmiş yıllarda belki bütün sorunlar fakirlik, teknolojinin olmaması, şehirleşememek olarak tespit ediliyordu. Yol, su, elektrik oldukça, insanlar teknolojinin ‘nimetlerinden’ faydalandıkça ülkenin gelişip kalkınacağı, böylece uygar, müreffeh bir toplum olacağımız ileri sürülüyordu. Bugün o hedeflerin ekserisine ulaşmış bulunuyoruz. Fakat sorunlar bitmediği gibi daha da arttı; belki biçim değiştirdi.
Teknolojiyi adeta kutsayan insanlar, teknolojinin üreteceği ölümcül sorunlara karşı hiç de hazırlıklı değillerdi.
Her çağın büyükleri, kendi zamanlarındaki gençliği eleştirir, gençliğin çok kötüye gittiğinden yakınır, kendi gençlik dönemlerindeki erdemleri iç geçirerek yâd eder; “nerde o bizim günlerimiz…” yakınmasıyla geçmişi yüceltir, şimdiyi eleştirir. Bizler böyle bir tuzağa düşmemeliyiz. Her çağın güzelliklerini ve çirkinliklerini ayrı ayrı değerlendirmeli, nesnel olmalıyız.
İşte bu nesnellik ölçüleri içerisinde kalmaya azami gayret göstererek bugünün gençliğini değerlendirelim.
Genç nesillerin, babaları hele de dedelerine oranla, onlarla kıyas kabul etmez fiziki imkânlara sahip olduklarında hiç kuşku yoktur. Türkiye’nin giderek refah toplumu haline gelişinden doğal olarak genç kesim de payını almaktadır. Okulların, öğrencilerin barındıkları ev veya yurtların standardı, toplumun önemli bir kesiminin hala sahip olmadığı imkânlardır.
Okullardaki eğitim anlayışı da eskiye nazaran büyük oranda değişmiştir. Falaka artık öğrencilerin sadece Ömer Seyfettin’den okudukları bir tatlı hikâyedir; okullardaki idarecilerin dolaplarında sakladıkları numaralı değnekler ise tarihe karışmıştır.
Genç nesillerdeki ruhsal, ahlakî gelişme ise maddi koşullarla aynı paralelde değildir. Yani fiziken çok güzel imkanlara sahip olmakla gençlik, ahlaken de iyi seviyelere gelmiş değildir. Bunun da elbette sebepleri vardır. Her şeyden önce gençlik, bugünün orta ve yaşlı nüfusun ürünüdür. ‘Yetişkin’ denilen -şimdinin babaları ve dedeleri- gençliği ne kadar yetiştirdilerse, gençlik o kadar yetişmiştir. Bu ‘yetişkin’ yetiştiriciler içerisine anne-baba, yani aile, okul (öğretmen), resmi kurumlar, dinî kurumlar, toplumun geneli, sokak ve televizyon, internet, cep telefonu gibi iletişim ve eğlence araçları dahildir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *